Dursunoğlu "Yemen?de Darbe Mi Oldu Devrim Mi?"
Analiz, 09 Şubat 2015 06:09Araştırmacı yazar Alptekin Dursunoğlu Yemen'de olanların darbe mi yoksa devrim mi olduğunu yazdı.
Yemen’deki Husilerin Cuma günü ‘anayasa bildirisi’ başlıklı bir metinle siyasi geçiş süreci başlatması, ‘Yemen’de darbe’[1] olarak yansıtıldı.
Sadece Türkiye basını tarafından değil, Suudi Arabistan liderliğindeki Körfez İşbirliği Örgütü, Amerika ve BM Güvenlik Konseyi tarafından da darbe olarak nitelenen Yemen’deki 6 Şubat kararları özetle şu adımları içeriyordu:
1- Meclis feshedildi ve geçiş sürecinde meclisin yetkilerine sahip 551 üyeli bir Ulusal Geçiş Konseyi kuruldu.
2- İstifa eden Cumhurbaşkanı Abdurrabbih Mansur Hadi’nin yetkilerini devralan 5 üyeli bir cumhurbaşkanlığı kurulu oluşturuldu.
3- Ülkedeki güvenlik ve istikrarı sağlamak üzere bir Ulusal Güvenlik Konseyi kuruldu.
Normal işleyen bir devlet söz konusuysa ve bu kararlar belirli bir grup tarafından tek taraflı olarak alınmış ve uygulanmışsa bu adımın bir hükümet darbesi olarak nitelenmesi son derece doğal.
Ancak 2011’deki ‘Arap Baharı’ sürecine uzayan geçmişiyle birlikte değerlendirildiğinde Yemen’deki 6 Şubat 2015 kararlarını ‘darbe’ değil, ‘devrimin ilk adımı’ olarak nitelemek de mümkün.
‘Yemen devrimi’nin özeti
Yemen’in 2011’de ‘Arap Baharı’ süreciyle başlayan devrim öyküsü özetle şöyle:
2011’de Tunus ve Mısır’daki halk isyanlarının etkisiyle 1978’den beri ülkeyi yöneten Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih’e karşı kitlesel gösteriler başladı. Suudi Arabistan liderliğindeki Körfez İşbirliği Örgütü, Salih’i yetkilerini yardımcısı A. Mansur Hadi’ye bırakarak çekilmeye ikna etti.
A. Mansur Hadi, 21 Şubat 2012’de tek aday olarak girdiği seçimler sonunda cumhurbaşkanı oldu. Ancak Salih’i çekilmeye zorlayan ve ‘devrim’ adı verilen şartlar Salih döneminde dışlanan ve ezilen kesimlerin belirleyiciliğini arttırmıştı.
Salih dönemi statükosunun sürdürülmesinden yana olan kesimlerle Salih döneminde dışlanan ve ezilen kesimlerin talepleri arasında denge kurmaya çalışan Hadi, Husiler ile Güney Yemen Hareketi’nin baskıları sonucu ulusal diyalog konferansları düzenlemeye mecbur oldu.
Aylarca süren ulusal diyalog konferansları sonunda tüm grupların imzaladığı ‘Ulusal Barış ve Katılım Anlaşması’ yapıldı.
Anlaşma tüm siyasi grupların yönetime adil ve eşit katılımını öngörüyordu; ancak eski statükonun devamından yana olan gruplar, anlaşmaya aykırı adımlar atarak ya da anlaşma maddelerini uygulamayarak onu işlevsiz hale getirmeye çalıştılar.
22 Eylül’den 6 Şubat’a kadar üç kritik aşama
Bu durum şu üç gelişmenin yaşanmasına neden oldu:
1- Ensarullah Hareketi ve müttefikleri 2014 yılının ağustos ayından itibaren Ulusal Barış ve Katılım anlaşması doğrultusunda bir ulusal birlik hükümeti kurulması ve yolsuzluklarla mücadele edilmesi talebiyle kitlesel gösteriler düzenledi.
Eski statükonun sembol ismi General Ali Muhsin el-Ahmer’in gösterileri şiddetle bastırma girişimi başarısız oldu. Husiler 22 Eylül’de başkent Sana’yı kontrol altına aldı Ali Muhsin el-Ahmer de ülkeden kaçmak zorunda kaldı.
2- Cumhurbaşkanı Hadi, Ensarullah ve müttefiklerinin ulusal birlik hükümeti talebine direnemedi; ancak Ahmed Avad bin Mübarek gibi eski statükonun devamından yana olan isimleri başbakanlığa ya da kilit görevlere atamaya çalışması ve Yemen’in 6 bölgeye ayrılmasını anayasa taslağına yerleştirmesi, krizin daha da büyümesine neden oldu.
Ensarullah Hareketi, Cumhurbaşkanlığı Bürosu Başkanı Ahmed Avad bin Mübarek’in Husi karşıtı kabilelerin silahlandırılmasını isteyen ses kayıtlarının yayımlanmasını ve Ulusal Barış ve Katılım Anlaşmasını rafa kaldırmayı hedefleyen belgelerin ele geçirilmesini gerekçe göstererek Bin Mübarek’i tutukladı.
Cumhurbaşkanlığı Muhafızları Komutanının Husi karşıtı kabilelere verilmek üzere karargahtaki silahları dışarıya nakletme girişimi 20 Ocak’ta Husilerle Cumhurbaşkanlığı muhafızları arasında çatışmaya neden oldu.[2]
Husiler cumhurbaşkanlığı sarayını kontrol altına aldı. Ensarullah Hareketi krizin çözümü için Cumhurbaşkanı Hadi’ye Yemen’in 6 bölgeye ayrılmasını öngören anayasa taslağı maddesinin gözden geçirilmesi, Barış ve Katılım anlaşmasının uygulanması ve Ma’rib kenti olmak üzere ülkedeki güvenlik sorunlarının[3] çözülmesi gibi hususları içeren 4 maddelik bir çözüm önerisi sundu.[4]
Ancak Cumhurbaşkanı A. Mansur Hadi, çözüm yönünde adım atmak yerine 22 Ocak’ta istifa etti.
3- Hadi’nin tüm hükümetle birlikte istifa etmesi, ağır ekonomik kriz ve güvenlik sorunları yaşayan Yemen’de otorite boşluğunun doğmasına neden oldu.
Ensarullah Hareketi’nin müttefiki olmasına rağmen ayrılıkçı Güney Yemen Hareketi’nin istifaları bağımsızlık için bir fırsat olarak değerlendirdiği[5] düşünüldüğünde Yemen’in fiili bir bölünmeye gittiği de görüldü.
Ensarullah Hareketi, istifalar sebebiyle doğan yönetim boşluğunu gidermek, ekonomik krizin ve güvenlik sorunlarının ağırlaşmasını önlemek ve ülkenin bölünmesinin önüne geçmek için tüm siyasi grupların temsilcilerinin yer alacağı bir cumhurbaşkanlığı kurulu ve geçiş süreci önerdi.[6]
BM Yemen Özel Temcilscisi Cemal bin Ömer’in de katıldığı siyasi gruplar arası müzakerelerden sonuç alınamadı ve Ensarullah Hareketi, 6 Şubat’ta askeri ve sivil bürokrasinin de desteği ile geçiş sürecini yönetecek kurumları ve yol haritasını açıkladı.
6 Şubat kararları Ensarullah’ın tek taraflı adımı mı?
Husilerle çatışmaları ile tanınan Islah Partisi, Ali Abdullah Salih’in Kongre Partisi, Nasıri Partisi, hatta Husilerin müttefiki olan Güney Yemen Hareketi, 6 Şubat kararlarına farklı gerekçelerle karşı çıktılar.
Ancak Ensarullah, iki yıllık geçiş sürecinde Yemen’i yöneteceği belirtilen yeni kurumların, Yemen anayasası, Yemen Devrim Komitesi bildirisi ve ülkenin yüksek çıkarları esas alınarak kurulduğunu belirterek atılan adımın yasallığını vurguluyor ve diğer grupları buna katılımaya çağırıyor.
Siyasi grup ortaklığı bakımından zayıf olsa da Ensarullah’ın 6 Şubat sonrası süreçte askeri bürokrasinin desteğine sahip olduğu görülüyor.
Hadi kabinesinde Savunma Bakanlığı görevinde bulunan General Mahmud Subhi’nin Yüksek Güvenlik Konseyi’nin başkanlığına atanması ve eski kabinenin İçişleri Bakanı Celal Rişavi’nin, Güvenlik Politikaları Merkezi adlı kurumun başkanlığını yapan General Halid Sufi’nin, Ulusal Güvenlik Kurulu Başkanlığı yapan Hasan el-Ahmedi’nin ve Genelkurmay Başkanı Hüseyin Hayran’ın konseyde yer alması askeri bürokrasinin desteğini yansıtıyor.
Husiler açısından 6 Şubat
Abdulmelik Husi, 8 Şubat’ta yaptığı konuşmasında ‘darbe’ olarak nitelenen geçiş süreci adımını, “siyasi boşluğun giderilmesi için sorumlukla atılmış tarihi bir adım” olarak izah etti. Abdulmelik Husi’nin konuşmasında öne çıkan hususlar şöyle:
“Bazıları siyasi boşluktan yararlanarak Yemen’i hedef alıyor. İçeride ve dışarıda Yemen halkının iradesi karşısında yenilmiş kesimler, Yemen’i ileri götürecek her adıma karşı çıkıyor, kumpaslar kuruyor.
Cumhurbaşkanı A. Mansur Hadi’nin ve başbakanın istifasından sonra bir siyasi boşluk meydana geldi. İstifa eden hükümet yetkilileri ve onları destekleyen siyasi grupların hedefi ne? Otorite boşluğu oluşmasını ve tüm devlet kurumlarının çalışamaz hale gelmesini mi istiyorlar? Bunu yaparak başka kartlar mı açmak istiyorlar?
El Kaide’nin eylemlerini yeniden arttırması, ülkenin güvenliğinin istikrarının, ulusal bütünlüğünün hedef alınması ve ülkenin çok sayıda kantona ayrılarak bölünmesi için çaba gösteriyorlar.
İşte bu çerçevede yönetim boşluğu tam anlamıyla bir komploydu. Yemen halkına yönelik zalimce bir adımdı. Cumhurbaşkanının istifası ve o yönde hareket eden grupların davranışları sorumsuzca ve insafsızca bir hareketti. Bu adımla ülke kaosa sürüklenmek ve çöküşe götürülmek istendi.
Büyük Yemen halkı bu büyük ve ölümsüz devrimi ile hiç kimsenin ülkenin güvenlik ve istikrarıyla oynamasına izin vermeyecektir. Atılan bu devrimci, halkçı ve tarihi adım, küstahça değil sorumluca bir adımdır. Bazı siyasi gruplar, yalnızca kaos çıkararak siyasi süreci bitirmek ve ülke kurumlarını yok etmek için çalışıyor. Onların akıllıca ve sorumluca hiçbir programı yok.
Onlar dışlanmadı, devrim onları hedef almadı. Devrim, sahayı herkesin katılımı için açtı; ama onlar katılımı kabul etmiyor. Onlara katılımdan başka ne istiyorsunuz dedik. Ülkede otorite boşluğu olduğunda bunun size ne faydası olacak dedik. Bu boşluk ülkenin yararına değil.
Otorite boşluğunun doğmasının ülkeyi ekonomik ve güvenlik açısından tehdit edeceği son derece açık. Onlar, otorite boşluğunun devam etmesini istiyorlardı.
Onlar tüm grupların yer alacağı cumhurbaşkanlığı kurulu oluşturulması önerisine yanaşmadılar. Doğan otorite boşluğunun, doğru bir şekilde doldurulmasına karşı çıktılar ve boşluğun sürmesinde ısrar ettiler.”
Arap Baharı’nın ilk devrimi
Yemen içinde ve dışında ‘darbe’ olarak niteleniyor olsa da Yemen’in 6 Şubat’tan itibaren gerçek bir devrime giden ilk ‘Arap Baharı’ ülkesi olduğu söylenebilir.
Çünkü 2011’de 6 ülkede başlayan ve ‘Arap Baharı’ diye nitelenen isyanlar sonrasında geçiş süreçleri sadece Tunus ve Mısır’da tamamlanabildi.
Bahreyn, Suudiler tarafından bastırıldı. Libya’daki isyan başarılı oldu; ama devrime değil iç savaşa dönüştü. Suriye’deki isyan ise hem başarısız oldu hem iç savaşa dönüştü.
Tunus ve Mısır’da isyanlar cumhurbaşkanlarını koltuklarından ettiği için başarılı oldu; ancak bu ülkelerdeki isyancılar iktidara ortak olmayı devrim için yeterli gördüler.
Geçiş süreçlerini kendileri belirleyip bürokrasiye rol vermek yerine bürokrasinin belirleyiciliğini kabul edip geçiş süreçlerinde rol almayı tercih ettikleri için de kolayca bertaraf edildiler.
Yemen’de 2011’de başlayan isyan sürecinin en önemli aktörlerinden biri olan Ensarullah Hareketi, Tunus ve Mısır’daki benzerlerinin aksine iktidar ortaklığını değil, sistemin tüm kesimlerin katılımıyla toptan değiştirilmesini savunuyor.
Geçiş sürecini devrimcilerin belirlemesini, askeri ve sivil bürokrasiye ise devrimcilerin rol tayin etmesini savunuyor.
Bu yüzden devrimci gruplara katılım çağrısı yaparken, eski statükonun korunmasından yana olan hem içerideki hem de dışarıdaki güçlerle mücadeleyi göze alıyor.
Analiz, 09 Şubat 2015 06:09
Yorumlar (0)