Suudi Arabistan Dağılmanın Eşiğinde
Gündem, 29 Şubat 2016 06:40Washington?un, Arap Yarımadası?ndaki devlet yapısında yakın zamanda değişikliklerin meydana gelmesi için Suudileri kasten her türlü maceranın içine çekiyor olması muhtemeldir. Amerikan bankalarında saklanan, 1 trilyon dolar değerinde devlet fonları ve ilave olarak yarım trilyon doları aşkın şahsi mevduatlar var. Eğer Suudi Arabistan parçalanırsa, Suudi vatandaşlarının Washington?a karşı mali iddialarda bulunmaya cesaret etmesi hemen hemen imkansızdır.
Suudi Arabistan Dağılmanın eşiğinde
Şeytani faillerinin bir dizi Arap ülkesine getirip kinik bir şekilde “Arap Baharı” adını verdiği kaosun durumu, bu sürecin henüz tamamlanmadığını ve bazı başka Ortadoğu ülkelerinin de onun kanlı yükü altına gireceğini gösteriyor. Bahar rüzgarlarından şu ya da bu düzeyde başarılı bir şekilde kaçmış olan Tunus’ta ansızın ortaya çıkan kaos, Batı’nın silahlı kuvvetlerinin desteğiyle, bir zamanlar müreffeh bir ülke olan Libya’ya yöneldi. Şu anda bir devlet olarak varlığı son bulmuş olan Libya, üç ayrı bölgeye bölünmüş durumda: Trablus, Sirenayka ve Fizan. Küresel medyanın aktardığı son haberler, İD terör örgütünün Avrupa ülkelerine saldırmak üzere kendi “sıçrama tahtası” olan Libya topraklarına geri dönmeyi planladığını ortaya koyuyor. Afrika’nın kuzeyinde yalnızca Mısır, halkının muazzam siyasi deneyimi ve ordusunun kararlılığı sayesinde kendi zeminini korudu ve Arap dünyasının kalbinde, durumu onarmayı başardı.
Fars Körfezi bölgesinde durum daha da kötü. Burada Bahreyn bir noktada Suudi askerleri tarafından işgal edilmiş ve tek başına bu durum, farklı tahminlere göre nüfusun %70 ila 80’ini teşkil eden Şiilerin güçlü ayaklanmalarının bastırılmasına yardımcı olmuştu. Fakat ayaklanmaların yangını sönmedi ve zaman zaman, yanan Manama varoluşlarını hatırlatacak şekilde kıvılcımlar çakıyor.
Durum, Afganistan, Irak ve Suriye’de korkunç. Bu devletlerden ilk ikisi ABD’nin sebepsiz saldırılarının kurbanı oldu ve bu durum ulusal kimliğin kaybıyla ve altyapının yıkılmasıyla sonuçlandı. “Bir delinin attığı taş” diye bir deyim vardır: inanılmaz servetlerinin ve bölgedeki durum hakkındaki yanlış tahlillerinin kör ettiği Suudi Arabistan liderleri, [ABD’nin açtığı yolu izleyerek] Şam’da kendilerine itaatkar olacak bir rejim kurmak istedi. Şu ana kadar Suriye halkı, sayısız paralı askerle savaşırken ve yaşama haklarını ve sorunlarını kendi topraklarında, Suriye topraklarında çözme hakkını savunurken cehennemi yaşadı. Ülke parçalara bölündü, pek çok şehir ve yerleşim alanı yıkıldı, milyonlarca Suriye vatandaşı anayurtlarını terk etti ve başka ülkelerde sığınma arıyor. Fakat Riyad’daki Vehhabi liderler bundan hâlâ memnun değil ve Şam’da, sadece kendilerine itaat edecek kendi rejimlerini kurma görevinin peşinden koşuyorlar – Suriye’nin tek bir devlet halinde mi kalacağı yoksa çok sayıda “alt bileşene” mi bölüneceği de mühim değil.
Ancak sözde “Arap Baharı”nın tarihinin mantığı şöyle işliyor: Şu anda gündemde olan mesele, Suudi Arabistan’ın önceki sınırları içinde varlığını sürdürüp sürdüremeyeceği, Emekli Yarbay Ralf Peters’ın haritasına uygun bir şekilde Suudi toprakları içinde birden fazla devletin meydana gelmesinin muhtemel olup olmadığıdır. Bu noktada hatırlamak gerekir: Haziran 2006’da, ABD Ulusal Askeri Akademisi’nde çalışan Emekli Yarbay Ralf Peters, Silahlı Kuvvetler Dergisi’nde yayınlanan “Kan Sınırları” başlıklı makalesinde, Büyük Ortadoğu’daki ulusal devletlerin muhtemel sınırlarını yayınlamıştı. Peters’ın son görevi, ABD Savunma Bakanlığı’nda İstihbarat Kurmay Başkan Yardımcılığı idi. Peters, en tanınan Pentagon yazarlarından biridir ve ABD’nin ordu ve dış politika yayınlarında pek çok strateji çalışması yayınlamıştır. Her ne kadar sözü edilen harita Pentagon’un resmi bakış açısını yansıtmasa da, NATO Savunma Koleji’nin üst düzey subaylarına yönelik eğitim programlarında kullanılmıştır ve başka haritalarla birlikte, Ulusal Askeri Akademi ve planlama alanındaki askeri uzmanlar tarafından da kolaylıkla kullanılabilmiştir.
Suudi Arabistan, varoluşunun bu son derece karmaşık döneminde, belki de Abdülaziz bin Abdürrahman bin Faysal El Suud (İbn Suud) tarafından kurulduğu zamandan beri en tehlikeli anında ve ülke liderleri bu koşullarda herhangi bir beceri, uzak görüşlülük ve siyasi düşünme emaresi göstermiyor. Dahası, geçmişte yapay bir şekilde yaratılmış olan monarşinin birden fazla parçaya bölünebilmesi için mümkün olan her şeyi yapıyor. Zihinsel geriliğinden ve ilerleyen yaşından kaynaklı olsa gerek, şu andaki Suudi Kralı Selman bin Abdülaziz El Suud ve yanısıra onun oğlu olan, dünyanın en genç savunma bakanı Muhammed bin Selman El Suud, eş zamanlı olarak üç savaşa, yahut yerinde olabilecek bir ifadeyle üç cepheli bir savaşa girmiş durumda.
Tarihten bildiğimiz, özellikle de Avrupa tarihine baktığımız zaman öğrendiğimiz bir şey vardır: bir devlet, ancak tek cephede savaşırsa başarı gösterebilir ve aynı anda iki cephede yer alırsa kaybedecektir. 1870-1871’de Prusya (Almanya) tek cephede askeri eylemlere girişerek Fransa’yı ezmiş ve ağır savaş tazminatları dayatmıştı. Ancak Birinci ve İkinci Dünya Savaşları esnasında, o tarihlerde birleşik olan Almanya iki cephede askeri eylemlere girişti ve her iki savaşta da, etkileri bugün bile görülebilen ağır yenilgiler aldı. Eğer Alman topraklarının halen Amerikan askerlerinin işgali altında olduğunu ve orada çok sayıda Amerikan askeri üssü olduğunu bilmeseydik, şimdiki Alman Şansölyesi Angela Merkel’in mantıksız davranışları karşısında kesinlikle hayretler içinde kalırdık.
Fakat Avrupa Suudi Arabistan’a çok uzak ve şimdiki Suudi liderleri tarihin temel bilgilerine sahip değil gibi görünüyor. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, tam da bu gerçek nedeniyle eş zamanlı olarak üç karmaşık ve zalim savaşın içine girdiler. Bu savaşlardan ilki, elbette, İslam Devleti, Nusra Cephesi, El Kaide vs. gibi terörist grupların yaratılmasına ve cömertçe finanse edilmesine yüzmilyonlarca dolar harcayan Suudiler tarafından kışkırtılan ve kışkırtılmaya devam eden Suriye çatışmasıdır. İlk bakışta bu terörist örgütlerin Suudi rejimini “gerçek İslam” normlarını bozmakla eleştirmesinin zaman zaman görülen bir durum olması şaşırtıcı gelebilir, ancak bundan öteye gitmemektedirler. Bazı nedenlerden ötürü teröristler Suudilere karşı herhangi bir askeri eyleme girişmemektedir; oysa savaşta kıvamına gelmiş teröristlerin Toyota kamyonlarıyla çöl bölgelerini hızla geçerek Suudi-Irak sınırına gidip Fars Körfezi kıyısındaki başlıca petrol bölgelerinden El Hasa’yı işgal etmeleri üç günden fazla sürmeyecektir. Ancak bu olmuyor ve teröristler her ne hikmetse Suriye ve Irak topraklarını terk etmeyip, Rus Ordusu’nun ve Hava Kuvvetleri’nin etkili bombaları sonucunda ölmeyi tercih ediyorlar. Suudi liderlerinin teröristlerin yalnızca askeri eylemlerini değil, ölümlerini de cömertçe finanse ettiği açıktır. Ancak düşük petrol fiyatları düşünülünce, Suudi hazinesi er ya da geç boşaldığında öfkeli teröristler ne yapacak?
Suudi Arabistan’ın ikinci cephesi, çıplak ayaklı Husi isyancılarının yalnızca Suudilere ve onun uydularına layıkıyla direnmekle kalmayıp, aynı zamanda onlara ciddi hasar da verdiği Yemen’deki başarısız askeri eylemlerden oluşmaktadır. Bu, isyancıların elinde tüfekten başka silahın olmadığı koşullarda oluyor. 26 Mart tarihinden beri Bahreyn, Katar, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri hava kuvvetlerinin desteklediği Suudi Arabistan, Amerika Birleşik Devletleri’nin tedarik ettiği en gelişkin silahlarla isyancılara karşı hava operasyonları düzenliyor. Koalisyona Mısır, Ürdün, Fas ve Sudan da katıldı. BM verilerine göre çatışmanın başlangıcından bu yana 2,795 sivil hayatını kaybetti, 5,324 sivil de yaralandı. Riyad bu savaşta yaygın bir şekilde, ABD’nin yasakladığı silahları – misket bombalarını – kullanıyor. Bu bilgiyi aktaran Amerikalı kuruluş İnsan Hakları İzleme Örgütü, bu durum hakkında düzgün bir uluslararası soruşturma yürütülmesini istiyor.
Uzmanlar hayli yerinde bir soru soruyorlar: İran isyancılara modern silahlar tedarik ettiğinde ne olacak? Bütün bir Suudi medyası bu ihtimali gözeterek alarm zilleri çalıyor. Bu, er ya da geç olacaktır. Bu durumda Yemen kolaylıkla, Necran, Cizan ve Hail eyaletlerinin parçasını teşkil eden ihtilaflı toprakları geri alacaktır. Böylelikle de modern Suudi Arabistan’ın bütün güney kısımları geçmişte olduğu gibi Yemen toprağı olacaktır ve bu, bütün krallığın dağılması için katalizör işlevi görebilir.
Suudilerin başarısız bir şekilde savaştığı üçüncü cephe ise, kötü düşünülmüş petrol fiyatlarını düşürme taktikleridir. Bu vakada, servetleri nedeniyle gözleri kör olmuş ve küresel pazarın tamamını ele geçirme arayışında olan Riyad liderleri, ABD, Rusya, İran, Venezuela, Nijerya, Norveç gibi önde gelen petrol üreticisi devletleri pazarın dışına atmaya karar verdi. Zaman ilerleyip rakipler petrol pazarını terk etmeyince, dünya kademeli olarak düşük fiyatlara alışıyor. Fakat bu ilk olarak, başlangıçta “para babası” olarak görülen Suudi Arabistan’ın maliyesine bir darbe indirdi. Şimdi ülke ekonomisi düşük fiyatların, Suriye ve Yemen’deki savaşın devasa maliyetlerinin ve geniş sosyal ödemeler ve sübvansiyon masraflarının sebep olduğu bazı zorlukları deneyimlemeye başlıyor. Ödemeler dengesinde ve devlet fonlarının harcanmasında zorluklar yaşanıyor. İşler o raddeye geldi ki, “kutsal ineğin” – ekonominin baş vericisi olan Saudi Aramco’nun – özelleştirileceği yönünde şayialar var.
Bu koşullarda, dış harcamaları ve temel olmayan masrafları (askeri operasyon harcamaları, terörist örgütlerin finanse edilmesi) kesmek ve ekonomiye odaklanmak bir çözüm gibi görünecektir. Ancak gemi azıya almış olan Suudi liderleri, çözümü yeni maceralarda arıyor. Bazı medya kuruluşları, Tümgeneral Ahmed el-Asiri’nin verdiği bilgilere dayanarak Suudi Arabistan’ın, öteki müttefiklerden gelecek desteği beklemeksizin en yakın gelecekte Suriye’de kara harekatına hazırlandığını aktardı. Suudiler Yemen’de bile başarılı olamamışken bu olacak.
Washington’un, Arap Yarımadası’ndaki devlet yapısında yakın zamanda değişikliklerin meydana gelmesi için Suudileri kasten her türlü maceranın içine çekiyor olması muhtemeldir. Amerikan bankalarında saklanan, 1 trilyon dolar değerinde devlet fonları ve ilave olarak yarım trilyon doları aşkın şahsi mevduatlar var. Eğer Suudi Arabistan parçalanırsa, Suudi vatandaşlarının Washington’a karşı mali iddialarda bulunmaya cesaret etmesi hemen hemen imkansızdır. Yeni devletlerin başında olacak kişiler şüphesiz Amerika Birleşik Devletleri’ne minnettar olacak, onların desteğine ve denetimine ihtiyaç duyacaktır. Örneğin eğer Haşimi ailesinin temsilcisi, şimdiki Ürdün Kralı 2. Abdullah atalarının yüzyıllar boyunca yaptığı gibi Hicaz’ı yönetir ve Harameyn’in Bekçisi haline gelirse, elbette Washington’a ve yöneticilerine karşı iyi hisler taşıyacaktır.
Hiç şüphe yok ki, yeni maceralar ve otoritelerin halkı sakinleştirmek için baskıya ve çok sayıda idama başvurduğu düşüncesiz iç ve dış girişimler yalnızca tarihsel sonucun ve “Arap Baharı”nın Arap Yarımadası’na gelişinin daha yakın hale gelmesini sağlamaktadır. Eski zamanlarda Suudi Arabistan’ı yaratan büyük İbn Suud’un son oğlunun, Arap Yarımadası’ndaki çöl monarşisinin son kralı olacağı bir duruma tanık olabiliriz.
Viktor Mikhin
New Eastern Outlook
medyasafak
Gündem, 29 Şubat 2016 06:40
Yorumlar (0)
Kalan karakter : 450
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!