Turan; "Zalimi Ağlatan Şiir..."
Zeynebiye, 24 Ocak 2015 21:40CABİR Kurucu Başkanı ve Zeynebniye Camii İmamı Ş. Hamit Turan, Kral Abdullah'ın ölümü dolayısıyla "Zalimi Ağlatan Şiir" adlı yazıyı kaleme aldı.
Bir keresinde yine Hannaslar, muhbirleyip vesvese soktular kalbine. “Evinde birçok kitap var, Kum şehrindeki Şîalardan gelen silahlarla dolu evi; yakında devleti ele geçirmeyi planlıyor” diyerek fitne ateşini tutuşturdular. Derhal evini kuşatıp evinde ele geçirdikleriyle birlikte huzuruna getirmelerini emir verdi.
Bir gurup asker gelip evi kuşattılar. Gece vaktiydi, bacadan girip eve indiklerinde zifiri karanlıkta nereye ilerleyeceklerini şaşırdılar. Hoş bir Kur’an tilaveti yankılanıyordu karanlığın bağrında. Birden bir ses duyuldu: “Bekleyin ışık getiriyorum.” Elinde bir mum ile yaklaşan yaşlı seyyid, önlerini aydınlattı. Hemen sağa sola saldırıp aramaya koyuldular.
Sonra Kur’ân sesinin geldiği odaya yöneldiler. Yaşlı bir seyyid, kıbleye doğru, kumlar üzerine oturmuş, Rabbi ile râz-u niyaz ediyordu. Dışarı elbisesini giymesine, sarığını başına sarmasına dahi fırsat vermeden, kabaca yakasına yapışıp o vahşi bedbahtlar, başı açık, yalın ayak saraya getirdiler Peygamber evladını.
İzin alıp içeri girdiler, kurulmuş tahtına rakkaseleri seyrediyor ve elindeki şarabı zıkkımlanıyordu Abbâsî halifesi MÜTEVEKKİL.
“Ey Emîrelmuminîn, bunu evinde kıbleye doğru oturup Kur’an okur halde bulduk, başka da bir şey bulamadık evinde!” diyerek rapor sundular.
Mütekebbir zalim Mütevekkil, İmam Ali el-Hadî(aleyhisselam)yi görünce, sarhoş olmasına rağmen, İmam’ın heybeti karşısında yerinden doğrulup yanında oturması için “buyur” etmekten kendini alamadı. Sonra küstahça elindeki kadehi İmam’a doğrulttu.
İmam- Allah’a yemin olsun, etime- kanıma asla içki karışmamıştır; beni bundan muaf tutun.
Mütevekkil- Madem öyle, o zaman hadi bir şiir oku da dinleyelim.
– “Şiir okuduğum pek az olmuştur.”
– “Başka seçeneğiniz yok, bunu yapmak zorundasınız.”
İmam Alî el-Hâdî, hidayetin 10. Yıldızı aleyhisselam hemen oturduğu yerden, hazin bir sesle şu beyitleri terennüm etmeğe başladı:
“İnsanlar, korunmak için dağ tepelerine tırmandılar;
Yiğit kişilerdi ama o tepeler fayda etmedi onlara, yenildiler.
Yüceldiler, sonra düşürüldüler; çukurlara yerleştiler;
Ne de kötü yerlerdi onlara, yerleştikleri yerler.
Gömülüp gittiler; sonra da bir feryâd eden artlarından bağırdı;
Nerde bilezikler, nerde taht-taç, nerde süsler-püsler?
Ne oldu o nâz-ü naîmle beslenen, bezenen yüzler;
Hani vaktiyle nâzlarla, nîmetlerle perdelenirdi o yüzler?
Kabir, bu soruya açık-seçik cevap veriyor da diyor ki;
Şimdi o yüzlerde kurtlar oynaşmakta, kurtlara yem olmuş o yüzler.
Nice zamandır, yediler-içtiler, geçindiler;
Şimdi ise dünyâ onları yer-içer.
Nice zaman evlerde barındılar; oturup esenleştiler;
Şimdi ise evlerinden de ayrıldılar; ehilden-ayâlden de; geçip gittiler.
Bunca zaman hazineler yığdılar, mallar biriktirdiler;
Derken mallarını-mülklerini düşmanlarına dağıttılar, bittiler.
Evleri bomboş, içindekiler ise;
Mezarlarında yatıyorlar; göçtüler, göçtüler.”
İmamın yürek okşayan şiiri öylesine bir tesir yarattı ki Mütevekkil ağladı, hem öyle ağladı ki gözyaşları sakalını ıslattı, mecliste bulunanlar da ona karışıp hüngür hüngür ağladılar, şarap meclisi bir anda matemhaneye dönüştü. Keyfi kaçan Mütevekkil, şarap kadehini yere çırpıp özür dileyerek İmam(a.s)’ı evine geri gönderdi.
Bir başka gün, halk, Mütevekkil ile birlikte atına binmiş bayram namazına gidiyordı. İmam Hâdi(a.s) ve Şiaları da bu topluluk içindeydi. İmam’a gösterilen saygılar kıskandırmış olacak ki birden Mütevekkilin aklına onları aşağılamak esti. Bütün Hâşimîlerin atlarından inerek yaya yürümelerini emretti.
Hâşimîlerle birlikte İmam da bineğinden inerek yaya yürümeye başladı. İmam eziyet çekiyor, terliyordu. Bunu izleyen dostlarından biri daha fazla dayanamayarak İmam’ın yanına sokuldu. İmam’ın elini tuttu, ona destek olup yürürken bir grup Hâşimî İmam’a yaklaştı ve içlerindeki ıstırabı şu sözlerle dile getirdiler: “Ey efendimiz! Duası kabul olup bizi şu ezilmekten kurtaracak bir Allah kulu yok mudur şu dünyada?”
İmam onlara şu cevabı verdi: Bu dünyada, kesilip atılan tırnağı, Allah katında Salih (a.s)’in devesinden daha saygın olan biri vardır elbet. Salih’in devesi öldürülünce, yavrusu Allah’a yönelip inledi. Allah da şöyle buyurdu: «Yurtlarınızda üç gün oturun; bu bir vaaddir ki yalanlanamaz» (Hûd/ 65.)
İmam’ın bu sözlerinden üç gün sonra, Muntasar ayaklanarak, Mütevekkilin sarayını kuşattı. Mütevekkil yakalanıp feci şekilde parçalanarak helâk oldu…
Her fâni gibi, nihayet Suudi Kral Abdullah b. Abdulaziz de Sarayı, tahtı, tacı terk edip bu dünyadan göçtü. Biraz daha rahat nefes almak isteyen Ehl-i Beyt Şîalarına her türlü zulmü reva gören ve büyük İslam Âlimi Ayetullah Şeyh Nimr’i vurdurarak yakalatıp hapseden, bununla da yetinmeyip kellesinin kesilerek öldürülmesine hükmeden Kral Abdullah, şimdi hâkimler hâkimi Allah’ın yüce divanında hesaba çekilmekte. Şimdi İsrail ile işbirliği yaparak Filistinli mazlumların katını döktürmenin, hesabını vermekte.
Daha birkaç gün önce kanlarını akıttırdığı ve ardından sevinemediği Hizbullah şehidler, yakasına yapışmışlardır Kral Abdullah’ın.
Onun cenazesi kalkmadan hemen onun yerine konan 79 yaşındaki kardeşi Kral Selman, ağabeyinin bu durumundan ibret aldı mı? Bunu zaman gösterecek.
“Ne kendi eyledi râhet
Ne halka verdi huzûr
Yıkıldı, gitti cihandan
Dayansın Ehl-i Kubûr”
Zeynebiye, 24 Ocak 2015 21:40
Yorumlar (0)