Fehim Taştekin: "IŞİD'e Karşı Hizbullah'tan Vahdet Merkezli İttifak"
Analiz, 10 Eylul 2014 06:06Radikal yazarı Fehim Taştekin, bugünkü köşesinde IŞİD faktörüyle birlikte bölgede değişen dengeleri ele aldığı yazısında, fiili olarak yeni ittifakların oluştuğunu belirtiyor.
Yazının Tamamı Şu Şekilde
Bekir Bozdağ’ın Başbakan yardımcısı sıfatıyla Suriye’deki iç savaşa müdahil olan Hizbullah’a ‘Hizbuşşeytan’ demesinin üzerinden 15 ay geçti. Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın eleştirilere yanıtı hep “Biz tekfirci güçlere karşı aynı zamanda Lübnan’ı savunuyoruz” oldu. Hizbullah’ın Suriye ordusu ile birlikte önce Kuseyr, sonra Kalamun’da yenilgiye uğrattığı güçlerin başında El Kaide’nin Suriye kolu Nusra geliyordu. Suriye’nin kuzeyi ve doğusunda birbiriyle çatışsalar da güneyde ortak hareket eden Nusra Cephesi ile İslam Devleti (İD) 2 Ağustos’ta Lübnan’ın Arsel bölgesine saldırdığında Hizbullah’ın stratejik tercihi sadece Şiiler değil Sünniler ve Hıristiyanlar arasında da kıymete bindi. Buna karşın Türkiye, İD’in palazlanmasındaki doğrudan ya da dolaylı sorumluluğundan dolayı projeksiyon altında. Üstüne üstlük ABD Başkanı Barack Obama’nın “Türkiye, Suudi Arabistan, BAE ve Ürdün de müdahil olmalı” diyerek yaptığı İD’e karşı çekirdek koalisyona katılma çağrısının birincil muhatabı.
Türkiye'nin Çekinceleri, Türkiye'nin Çıkmazları
Oyunda bozguna uğramış bir aktörün hissiyatıyla Türkiye, İD’e karşı Irak ve Suriye’deki operasyon planlamasıyla ilgili 49 rehinenin can güvenliğinin tehlikeye atılmaması dışında çekinceler ileri sürüyor:
- Irak hükümetinde de etkili olan Şii gruplar güçlenmemeli.
- Bölgeye sevk edilen silahlar PKK-YPG gibi Kürt unsurların eline geçmemeli.
- Suriye’de Esad yönetimine alan açılmamalı.
Türkiye İD’i desteklediği suçlamasını zinhar kabul etmiyor ama İD ve türdeşlerini besleyen müflis politikaları terk etmeye de yanaşmıyor. AKP yönetimi ‘Şii-Alevi despotizmine karşı Sünni isyanı’ güzellemelerinden kurtulup bir türlü Türkiye’nin hangi çizgiye oturduğunun farkına varamadı.
Türkiye’nin Suriye’de sırtlarını sıvazladığı cihadi gruplara karşı en etkili savunmayı sergileyen güç 2012’den beri tek başına YPG idi. YPG geçen iki yılda halk desteğini perçinlemekle kalmayıp son aylarda PKK ile birlikte Ezidilere kalkan olmak suretiyle uluslararası alanda meşruiyet kazandı. Ne var ki YPG, Türkiye için hala kırmızı çizgi!
Irak’ta Türkiye’nin çekince koyduğu Şii milisler de şu anda ABD’nin havadan yürüttüğü operasyona paralel olarak kara unsurları olarak devrede. Şii Türkmenlerin yaşadığı Emerli kasabası böylesi bir işbirliği ile kurtarıldı.
O operasyonda 2006-2007’de işgalci Amerikan güçleriyle kıyasıya savaşmış Mehdi Ordusu’nun uzantıları olan Barış Tugayları ile Ebu Ali Tugayları, İran dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’in ABD, Irak ve Kürt güçleriyle işbirliğini koordine etmek üzere yetkilendirdiği General Kasım Süleymani, koordinasyon misyonuyla Kudüs Gücü unsurları ve İran silahları vardı.
Evet, ABD çoğu NATO üyesi olan ülkelerle bir koalisyon kurmaya çalışıyor ama sahada fiili bir koalisyon var ve aktörlerin önemli bir kısmı Washington’ın ‘düşman’ ya da ‘eski düşman’ kategorisine giriyor.
‘Model ortak’ ile ‘model düşman’ın yerleri değişirken Ankara hala kendi kalesinde ağlarla buluşmuş topu çevirmenin peşinde.
Fiili Durum Ve Sahnede Söylenenler...
ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin geçen hafta NATO zirvesi sırasında “Irak güvenlik güçleri ve bölgede onlara karşı koymaya hazır olan diğerlerini desteklemeliyiz” diyerek çizdiği ittifak çemberinin AKP yönetiminin sinirlerini bozan bazı unsurları da kapsadığından şüphe yok. Hatta Batılı kaynaklara bakılırsa Suriye Muhaberatı ile de istihbarat işbirliğine gidiliyor. Görünürde Obama yönetimi, operasyonun Suriye ayağında ‘ılımlı muhalifleri’ kara unsuru olarak devrede görmek istiyor.
İD’in sahadaki en güçlü alternatifinin Nusra ve selefilerin ağır bastığı İslami Cephe olduğu gerçeğini ABD’nin bilmemesi mümkün mü? Sahada, haziranda “Esad'ı devirebilecek ılımlı bir muhalefet olduğu fikri doğru değil. Birkaç silah gönderdiğimizde cihatçıları hemen devirecekleri görüşü de bir fantezi” diyen Obama’nın görüşünü değiştirecek bir gelişme de yaşanmadı.
‘Ilımlı unsurlar’ diye öne çıkartılan grupları silah ve paraya boğup yeni bir çekim merkezi yapmayı deneyeceklerse başka. Bu da geçen 4 yıldan hiçbir ders almadıkları anlamına gelir ki Obama yönetiminin yılanın deliğine bir kez daha sokulacağına dair ‘devrim’ sevdasına takılı kalan müttefiklerin gölünü hoş tutacak laflar dışında ciddi bir işaret gelmedi.
Hele ki geçen hafta kafası kesilen ikinci Amerikalı gazeteci Steven Sotloff’un ‘ılımlı muhalifler’ tarafından en az 25 bin dolara İD’e satıldığı ortaya çıkmışken…
Obama’nın İD’e karşı İran, Şii milisler ya da Suriye rejimi gibi istenmeyen taraflarla örtülü işbirliğine gittiği aşikar. Sadece bu işbirliğinin tarafları nereye götüreceği meçhul. Elbette örtülü işbirliği ABD’nin bu aktörlere yönelik düşmanlık siyasetini bırakacağı anlamına gelmiyor.
ABD’nin ne İran’a ne gayrimeşru ilan ettiği Suriye yönetimine ne de tarihinde en büyük askeri darbeyi aldığı Hizbullah’a bu saatten sonra ‘ortağım’ diyecek hali yok. Hakeza diğerleri de ABD ile işbirliği görüntüsü vermekten kaçınacak ve hiçbir şey resmiyete dökülmeyecek. Bu girift, çelişkili ve çapraz ilişkiler sanırım Türkiye dışında kimseyi şaşırtmıyor.
Hizbullah Koalisyonu
Burada Suriye ve Irak kadar ciddi bir cephe hattına dönüşmediğinden geri planla kalan Lübnan’daki duruma bir parantez açmak istiyorum. Yeni gelişmeler mezhebi ve dini ayrımları tüm strateji ve söylemlerinin eksenine oturtanlarda belki bir dürtme etkisi yapabilir. Ağustos başında İD ile Nusra, Lübnan’ın kuzeyindeki Arsel bölgesinde güvenlik güçleri ile çatıştıktan sonra 34 asker ve polisi rehine alıp çekilmişti.
Bir kısmını bıraktığı rehinelere karşılık hapisteki 400 militanı isteyen İD, önce bir Sünni ardından bir Şii askerin başını kesti. Al Monitor’a göre Lübnan’ın bir cephe hattına dönüşebileceğini öngören Hizbullah, 1998’de İsrail’e karşı Şiiler dışında farklı mezhebi ve dini kökenden gelenlerle oluşturduğu Lübnan Direniş Tugayları’nı yeniden canlandırmaya çalışıyor.
Hizbullah’ın Baalbek’te Şii gençleri eğitmek için kurduğu askeri kamplara son zamanlarda Bekaa Vadisi’ndeki Hıristiyanlar da katılmaya başladı. ‘Halk savunma komiteleri’ adı verilen milis yapılanmaları içerisinde Sünniler de yer alıyor. Suriyeli mültecilerin de sığındığı Arsel ve Akkar gibi Sünni yoğunluklu yerlerde militan devşirmekte zorlanmayan İD’in Trablus üzerinden Akdeniz’e ulaşma planını engellemek mezhepler üstü bir koalisyonu gerektiriyor.
Bu gerçekten hareketle Hizbullah Suriye’de Şii milislerle başlattığı seferberliğin karakterini ‘ulusal direniş gücü’ne dönüştürmeye çalışıyor. Elbette yakın tarihi mezhepsel düşmanlıklarla dolu bir ülkede bunu başarmak oldukça zor. İsrail’e direniş için yapılanı Sünni damarlardan beslenen bir örgüte karşı başarmak daha da zor. Yine de bölgeden gelen haberler Hizbullah’ın yol aldığını gösteriyor.
Özetle Irak’ta havadan ABD, karadan farklı cenahlardan Kürtler, Irak ordusu, Şii milisler ve İrani unsurlar; Suriye’de PKK’nin desteğiyle YPG ve son haftalarda rejim güçlerinin yüklendiği İD’e karşı Lübnan’da da Hizbullah bir koalisyon oluşturmaya çalışıyor. Ortak düşman İD’e karşı savaş birbirine yeminli düşmanların yollarını kesiştiriyor. Ortadoğu mozaiğinin kimi kimle müttefik, kimi kimle düşman yapacağı belli olmuyor. Ortadoğu aceleyle gemileri yakanların oyun oynayabileceği bir sahne değil.
Analiz, 10 Eylul 2014 06:06
Yorumlar (0)