Basın Söylediklerimizin Tersini Yazıyor (Foto)
Gündem, 19 Ekim 2013 11:08FHA-Türkiye muhabiri Cesim İlhan, parklarda ve sokaklarda yatan Suriyelilerle görüştü; röportajlarda ilginç açıklamar ortaya çıktı:
Üç yıl önce başlatılan “vekâlet savaşı” Suriye’yi büyük bir yıkımın eşiğine getirdi. Özelikle El Kaide ve benzeri grupların kontrolüne geçen yerlerde din kisvesi altında tecavüz sıradan bir yaşam haline gelmiş.
Yabancıların derhal ülkelerinden çıkmasını isteyen Suriyeliler, Türkiye’nin de muhaliflere destek vermemesini talep ederken, güvenli bir şekilde ülkelerine dönmek istiyorlar. Basına da güvenleri kalmadığını belirten Suriyeliler, “Basın,bizim söylediklerimizin tersini yazıyor” diyorlar.
Suriye’de sürdürülen “ vekâlet savaşı” ülkeyi elli yıl geriye götürürken, yerinden yurdundan edilen halk ise, sefaletin pençesinde hayat mücadelesi veriyor. Zengin aileler Suriye’de olduğu gibi Türkiye’de de lüks bir hayatı yaşarken, fakir aileler başını sokacak bir yer bulamıyor. Elde avuçta ne varsa tüketen Suriyeliler, ya dilenciliğe ya da fuhuşa sürükleniyor. Yağmurların yağması ve havaların soğumasıyla birlikte parklarda ve sokaklarda yaşamaya mahkûm olan halk, korku ve belirsizlik içinde.
“Bize destek olmazsanız sonuçlara katlanacaksınız!”
“Ben Haseke’de öğretmenlik yapıyordum. Ülkemizde herhangi bir çatışma ortamı yoktu ve herşey normal seyrinde devam ediyordu. İlkin Suud ve Ürdün'den vaizler geldi. Halka cihattan bahsediyorlardı. Yakında Baas rejimine karşı bir ayaklanmanın olacak, buna hazırlıklı olun ve mutlaka destekleyin diyorlardı. Bu vaizler özelikle gençlerle diyalog halindeydiler. Çalışmayan gençleri maaşa bağladılar. Ailelerine para veriyorlardı. Daha sonra bu Arap vaizlerle birlikte Arap olmayan kişiler de bölgede bulunmaya başladılar. Bunların arasında Türkçe, İngilizce, Fransızca ve anlamadığımız başka dillerle konuşanlar vardı. 4-5 ay sonra Suriye’nin farklı yerlerinden toplatılan gençleri getirdiler. Bizim gençlerle birlikte Türkiye’ye götürdüler. Orada eğitim verilecekmiş. Henüz çatışma ortamı yoktu ve silahlı bir grup merkeze yakın köylere girdiğini ve kendilerine destek olunmasını istedikleri söylentileri yayıldı. “Bize destek olmazsanız bunun sonuçlarına katlanacaksınız” tehdidinde bulunmuşlar. Daha sonra bu grup “Özgür Suriye Ordusu” olarak varlığını ilan etti. Bu grup geceleri asker ve polise ait yerlere operasyon yapıyordu.”
“… Giderek çatışmalar yükseliyordu. Biz halk olarak da ikiye bölündük. Kimimiz ÖSO’yu, kimimiz de rejimi, yani ülkemizde bir savaş ortamına dönüşmesin diye bu düşünceyi savunuyorduk. Daha sonra kendilerine cihatçı diyen gruplar geldi. Bunlar Suriyeli değildi. Aralarında Rusça konuşanlar da vardı. Daha sonra bunların Çeçenistanlı olduklarını öğrendik. Bu gruplar rejimle savaşmaktan ziyade, halka baskı uyguluyordu. Kendilerine destek çıkmayınca, bu kez işkenceye başvurdular. Sokak ortasında infazlar başladı. Bu uygulama bütün bölgelere yayıldı. Maalesef ÖSO değil de, bu gruplar hakim oldu.”
Hayatta kalmak istiyorsanız Türkiye’ye gidin!
Hasan K: “Çatışmalar giderek artıyordu. İşe gitmekten korkuyorduk. Kırsal kesimde savaşamayan bu gruplar şehir merkezine yerleştiler. Ağır silahları camilere yerleştirdiler. Aralarında keskin nişancılar vardı. Bunlar evlerin çatılarında duruyorlardı. Halka ateş etmiyorlardı. Ne zaman asker şehir merkezine girdi, işte o zaman bu keskin nişancılar sokakta dolaşan sivilleri vurmaya başladı. Bazı silahsız kişiler bu infazları kameraya alıyordu. Daha sonra öğrendik ki, bu infazlar internet üzerinden yayınlanıyor ve bu infazların rejim askerleri tarafından yapıldığı söyleniyordu. Halbuki halka ateş edenler Esad'ın askerleri değil, daha önceden şehre yerleşen ve damların üzerine konuşlanan bu keskin nişancı yabancı teröristlerdi. Biz halk olarak çok geç uyandık, fakat iş işten geçmişti. Türkiye’de kamplar kuruldu ve bu kamplara yerleşmemiz istendi. Can güvenliğimiz olmadığı için evlerimizi terk ettik. Boşalan köylere ve şehir merkezine cihatçılar yerleşti. Bizim yerimize onlar artık oranın sivil halkıydı. Türkiye’deki kamplara yerleştirildik. Ancak daha sonra o kamplardan çıkarıldık. O kamplara silahlı ve askeri üniformalı insanlar yerleştirildi. Biz ise kimsesiz bir şekilde sokaklara atılıp Türkiye’nin dört bir yanına dağıldık. Geldiğimiz yer burası, düştüğümüz durum ortada. Ne yapacağımızı bilemiyoruz ve çaresizce bekliyoruz…”
Zenginler lüks evlere, bizler sokaklara…
Rahime hanım: “Suriye’de zengin değildik ama kendi evimiz vardı. Kimseye muhtaç değildik, buraya geldik ve elimizde avucumuzda ne varsa harcadık. Kimse bize ev vermiyor, sokaklarda kaldık. Çocuklarımızın eğitimi aksıyor. Ekmek alacak paramız yok ve dilenmekten başka bir seçeneğimiz kalmadı. Ne kadar zelil bir durum, bunu anlayamazsınız. Bizim bu sefil halimizi fırsata çevirmek ve bedenimizden faydalanmak istiyorlar. Fuhuş şebekeleri bizim namusumuza göz dikmiş durumda. Kızlarımız bu şebekelerin tuzağına düşüyor. Bize vaat edilen hiçbir şey yapılmadı. Bizi bizimle baş başa bıraktılar. Allah bütün bunların hesabını soracak.”
Said R: “İş için birçok yere başvurdum. Bana göre iş yok, eşim ve çocuklarım çalışıyor. Muhtaç olduğumuz için çok ucuza çalıştırıyorlar. Eşim ve üç çocuğumun toplam aylık aldıkları ücret 700 liradır. Konfeksiyonda çalışıyorlar. Aybaşı geldiğinde para yok diyorlar ve 200 lira veriyorlar. Bu parayla nasıl ev tutacağım?”
Hüseyin C: “Ben ve ailem 2 yıldır Türkiye’de yaşıyoruz. Önce bizim için hazırlanan kamplara yerleştirildik. Türkiye halkı bize yardım gönderiyordu. Herhangi bir sıkıntımız yoktu. Sadece geleceğimiz ne olacak endişesi vardı. Evimiz, hayvanlarımız ve arazilerimiz ne olacak diye... Bizi kamplardan çıkardılar, yerimize silahlı insanları getirdileri. Bize gönderilen yardımlar bu kez onlara verildi. Biz şimdi ortada kalmış durumdayız. Türkiye Devleti bizi çok kötü kandırdı. Bizi zorla getirdiler, ülkemizde olsaydık daha izzetli bir hayatımız olurdu. En kötü ihtimal ölürdük, ama şerefimizle ölürdük. Şimdi ne şeref kaldı ne de dönmeye yüzümüz. “
İslami Dernekler bizim üzerimizden şöhret kazanıyor…
“…İsimlerini vermek istemiyorum, ancak ilk başta bize her türlü imkânı sağlayacaklarını söyleyen İslami dernekler ne yazık ki bizim üzerimizden reklam yapıyorlar. Adımıza bağış topluyorlar, kurban topluyorlar, ama bu yardımlar bize verilmiyor. Götürüyorlar, bizim ülkemizi cehenneme çeviren çetelere veriyorlar. Bu kadar parayı Suriye'yi yıkmak için harcadılar. Oysa o parayla yeni bir Suriye kurmak mümkündü. Şimdi tek arzum ülkeme dönmek ve bu yabancı çetelere karşı savaşmaktır. Bizim ülkemizi nasıl yıktılarsa Allah da onların evini yıksın!..
Kimsenin yurdunun bize vatan olamayacağını anladık
Süleyman T: “En büyük hatamız size demokrasi getireceğiz diyenlere inanmak oldu. Baas rejimi iyi değildi ama hiçbir zaman bize karşı şiddet uygulamıyordu. İnanç ayrımı yoktu. Herkes inandığı gibi yaşıyordu. Fakat şimdi öyle değil. Sünnilerin de, Alevilerin de, Mesihilerin de can güvenliği yok. Herkesi sokak ortasında öldürüyorlar. Ne acıdır ki bu infazları yapanlar Suriyeli değil, bunların tamamı dışarıdan gelen kiralık katillerdir. Korkumuzdan onları destekler gibi görünüyoruz. Burada da muhalifler kötü, El Kaide kötü dediğimizde bizi dışlıyorlar. Dışlanmamak için içimiz kanayarak El Kaide ve çetelerin savunuculuğunu yapıyoruz. Bir parça ekmek için vatanımızı kiralık katillere pazarlıyoruz. Bu onursuzca bir tercihtir. Bize kapılarını açan bir Türkiye var, fakat bu bizim vatanımız olamayacağını anladık. Bizi sığınmacı, mülteci ve sefil bir hayata mahkûm edenler Allah’a hesap verecekler.
Hedef üç ay idi, üç yıla yayılınca hesaplar değişti
“Bizi Türkiye’ye getirdiklerinde üç aylık bir süre kalacağımızı ve bu süre içinde her türlü imkânın sağlanacağına dair söz verdiler. Bize söylenen Esad’ın üç ay içinde devrileceği ve Suriye’nin geleceğinin Suriyelilerin eline verileceğine dair idi. Savaş uzadıkça imkânlar da kısıtlandı. Geldiğimiz nokta şimdi bu: sefalet ve perişanlık!!!. Üç yıl oldu kazanan olmadı, kaybeden ise, Suriye ve Suriyeliler oldu. Türk Devletine sesleniyoruz; o muhalif denilen Lübnanlılara, Suudilere, Çeçenistanlılara, Türkiyelilere, Ürdünlülere ve ne kadar yabancı gruplar varsa hepsine sağladığı yardımları kessin. Bizi artık bizimle bıraksın, biz taleplerimizi ve irademizi ortaya koyalım. En kötü şartların bugünkü şartlardan daha iyi olacağına inanıyoruz.”
Eskiden hepimiz kardeşçe yaşıyorduk, şimdi düşmanız…
Davud E: “Ben makine mühendisiyim, Halep’ten geldim. Kürtler, Aleviler ve Hıristiyanlarla bir arada yaşıyorduk. Aramızda hiçbir sorun yoktu. Ama şimdi her şey değişti. Ben Sünniyim, bizim adımıza katliamlar yapılıyor, din adamları kaçırılıp öldürülüyor. Kürtlere karşı cihat ilan ediliyor, oysa bizim böyle bir düşüncemiz yok. Şimdi bu yabancılar gitse bile biz birbirimize düşman olarak kalacağız. İnşallah yapılanlardan sorumlu tutulmayız. Bu cihatçıların ülkemizi terk edeceklerine inanmıyorum. Irak’ta olduğu gibi mezhep çatışması daha da tırmandırılacak, Sünniler adına Aleviler, Aleviler adına Sünniler, Kürtler adına Araplar, Araplar adına da Kürtler öldürülecek. Canlı bomba korkusundan halk hep tedirginlik içinde yaşayacak. Birbirimize düşman gözüyle bakacağız. Ne yazık ki biz artık kardeş değil, düşmanız…”
Suriye halkının gözlerinde derin bir pişmanlıkla birlikte, umutsuzluk hâkim. Ne muhaliflere güvenleri var, ne de bu saatten sonra rejime yaranma gibi bir durum söz konusu. Onların gözünde artık Suriye ikinci bir Irak’tır.”
Evet, Türkiye’de sefil halde yaşayan Suriyelilerden birkaçıyla yaptığımız konuşmalar böyle.. Yabancıların derhal ülkelerinden çıkmasını isteyen Suriyeliler, Türkiye’nin de muhaliflere destek vermemesini, güvenli bir şekilde ülkelerine dönmek istiyorlar.
Basına da güvenleri kalmadığını belirten Suriyeliler, “Basın nedense bizim söylediklerimizin tersini yazıyor” diyorlar kızgın ve çaresiz bir dille.
Cesim İlhan / FHA
Gündem, 19 Ekim 2013 11:08
Yorumlar (0)