Özgündüz'ün Aşura Mesajları
Ehl-i Beyt, 25 Kasım 2012 05:42Türkiye Caferileri Lideri Selahattin Özgündüz, İmam Hüseyin ve Aşura'yı gözyaşlarıyla anlattığı konuşmasında camiamızın güncel meselelere ilişkin görüş ve değerlendirmelerini kamuoyu ile paylaştı.
24 Kasım Cumartesi günü Halkalı Aşura Meydanı'nda yüz binler, Cem Tv ekranlarından milyonlar İmam Hüseyin yasında buluştu. Törende konuşan Özgündüz, ilgiyle dinlenen konuşmasında ulusal ve uluslararası meselelere ilişkin önemli mesajlar verdi.
Türkiye Caferileri Lideri Selahattin Özgündüz'ün konuşmasının tam metni:
"Bismillahirrahmanirrahim
Sayın protokol, değerli basın mensupları, sivil toplum örgütlerimizin değerli temsilcileri, burada Aşura Meydanı’nı dolduran yüz binlerle birlikte, Cem Tv ekranlarından bu programı izleyip, bu mateme gönülden katılan Ehlibeyt dostları, Hüseyin aşıkları. Hepinize selam olsun!
Allah’ın en sevgilisi Muhammed Mustafa ve Hanedan-ı Celilesine başsağlığı verip, dert ve kederini paylaşmak, Onlarla hemhal olmak, Onlardan ders almak, Onların tarafında olduğumuzu aleme ilan etmek için buradayız. Emevi Ebu Süfyan ve Âl-i Ebu Süfyan’ın tarafında değil, Haşimi Muhammed ve âl-i Muhammed’in tarafında olduğumuzu ilan için buradayız.
Bedir’den Kerbela’ya, Kerbela’dan Çanakkale’ye, Çanakkale’den günümüze kadar tüm şehitlerimizi, bu şehitler gününde, Şah-ı Şehidan İmam Hüseyin’in şahsında selamlamak için buradayız.
O şehitler ki, kanlarıyla bu al bayrağa, Hira’dan, Seniyyet-ül Veda’dan doğan Şah-ı Enbiya ayla birlikte, Kabe’den doğan Şah-ı Evliya velayet yıldızını nakşederek başımızda dalgalandırdılar. Böylece bize istiklal, eşitlik, adalet ve hürriyeti, dünyaya da o ayla yıldızın ilim ve irfanını müjdelediler.
Evet, bugün Aşura...
“Aşura” erdemli, ilkeli, dürüst, şefkatli, mert ve yiğit bir kahramanın, zamanının zalim diktatörü tarafından altı aylık süt emer çocuğuna varıncaya kadar, bütün yakınlarıyla birlikte acımasızca, susuz olarak şehit edildikleri günün adıdır.
Bu facianın vuku bulduğu, Hicretin 61. yılının Muharrem ayının onuncu gününün adıdır “AŞURA”
Bu kahramanın, zalime dalkavukluk yaparak onursuzca yaşamaktansa, hayatı pahasına ona boyun eğmeyerek, onurluca ölmeyi seçtiği günün adıdır “Aşura”
Mazlumun zalime, öldürülenin öldürene ve kanın kılıca galebe çaldığı günün adıdır “Aşura”
Ve zalim karşısında mazlumların ölümcül suskunluk ve durgunluğunu, zalimi kahredici bir çığlığa, yok edici bir volkana çeviren bir özgürlük destanının adıdır “Aşura”
Kerbela, bu destanın yazıldığı çölün adıdır.
Hüseyin, bu destanı, asil kanıyla yazan erdemli, ölçülü ve ilkeli kahramanın adıdır.
Bugün yüzbinleri bu meydan ve çevresindeki cadde ve sokaklara çeken ve milyonları ekrana kilitleyen cazibe, işte o Hüseyin’in aşkıdır. Sevgili peygamberimiz: “Hüseyin’i seveni Allah sever.” buyurarak siz Hüseyin aşıklarının, aynı zamanda Allah sevgilisi olduğunuzu müjdelemiştir.
Kendi biricik oğlu İbrahim’i O’na feda ettikten sonra, “Oğlumu feda ettiğim Hüseyin’e kendim de kurban olurum” buyururken, Hüseyin’i ne kadar sevdiğini ortaya koymuştu. Acaba Hüseyin’i en çok sevenin kendisi olduğu için mi Peygamberimiz “Habibullah”, Allah’ın en sevgilisi lakabını almıştı? Zira herkes Hüseyin’i sevdiği ölçüde Allah’ın sevgilisi olur.
Değil mi ki kıyamet gününde herkes sevdiğiyle beraber olacaktır. Arşın küpesi, cennetin ziyneti, cennetlilerin efendisi Hüseyin’le birlikte olmaktan daha büyük saadet ne olabilir?
Hiç düşündünüz mü, şehitler ölümü yenmiş, ebedi dirilişe ermiş, keramet sofrasından rızıklanmak üzere Allah katına yücelmişse, Seyyid-üş Şüheda, şehitler şahı tacını takan Hüseyin’in ulaştığı makamı kim tarif edebilir?
Allah’ın arşından daha yüce bir makam olmadığına göre, abisi Hasan’la birlikte arşın küpesi olmak nasıl bir makamdır, kim izah edebilir? Allah’ın sonsuz rahmet ve rızasının tecelligâhı, mecazi değil, gerçek güzelliklerin ebedi yurdu cennettir.
Cennetten daha güzel olup, cennetin ziyneti, süsü olan Hasan’la Hüseyin’in güzelliğini tarif etmeye kimin gücü yeter?! Cennet kötülerin değil, iyilerin yeridir değil mi? Cennetlilerin Efendisi, yani iyilerin en iyisi olan Hasan’la Hüseyin’in ihlas, takva, erdem ve şerefine laf edebilecek bir vicdan sahibi olabilir mi?
Bu dediklerimiz Rasul-i Ekrem’in buyurdukları… Dolayısıyla Müslümanların, özellikle de necip milletimizin müşterek inançları değil midir?
Sevgili Peygamberimiz; “Canımı kendi canından, evladımı da kendi evladından daha çok sevmeyen kimse mümin olamaz.” buyurmamış mıdır? Öyleyse, Hüseyin’i kendi evladından daha çok seven bu millet, O’nun çektiği bunca musibet karşısında kan ağlamaz mı?
Üstad Şehriyar’ın dediği gibi:
“Hüseyin’e yerler ağlar, gökler ağlar,
Betül-u Murtaza, Peygamber ağlar…
Hüseyn’in nuhesin Dilriş yazanda,
Değil ki Müslüman, kafir ağlar…”
Ehl-i Sünnet ulemasından İbn-i Hacer (Tehzîb’üt-Tehzîb C.2 S.347)’de, Hakim (Müstedrek’üs Sahihayn C. 4 S. 798)’de, Heytemi (Mecma’uz Zevaid C.9 S. 189)’da, Taberi (Zehâir’ül-Ukba S.147)’de ve İbn-i Hacer (Es-Sevaik’ul Muhrika S.115)’te, Peygamberimizin, Hüseyin’e doğduğu günden beri ağladığını kaydeder.
Hüseyin doğduğu gün, Peygamberimiz O’nu bağrına basmış, sevincin tam zirvesindeyken, Cebrail nazil olup, “Ya Resulallah, çok sevdiğin bu torununu, ümmetin Kerbela’da susuz şehit edecekler.” diye haber vermiş ve oradan aldığı bir miktar toprağı, “İşte Hüseyin’in şehit olacağı Kerbela türbeti” diye Peygambere sunmuştu. Peygamberimiz o toprağı bir süre öpüp kokladıktan sonra, anamız Ümmü Seleme’ye vermiş, ve ağlar gözlerle “Bu toprak kana dönüştüğünde, bil ki oğlum Hüseyin şehit olmuştur” buyurdular.
Daha doğarken Peygamberimizin ağladığı Hüseyin’e yaş ne ki, gözlerimizden kan akıtsak yeridir.
Ve ibadetimizde secdegah olarak kullanmak üzere, Peygamberin öpüp kokladığı bu türbetten daha uygun ne olabilir ki?
Yine Ehl-i Sünnet ulemasından Tirmizi (Sahih-i Tirmizi C.2 S.306)’da, Hakim (Müstedrek’üs Sahihayn C.4 S.19)’da, İbn-i Hacer (Tehzîb’üt-Tehzîb) ve Taberi (Zehâir’il Ukba S.148)’de, anamız Ümmü Seleme’den ve İmam Ahmed bin Hanbel (Müsned-i Ahmed C.1 S.242)’de, Hatib Bağdadî (Tarih-i Bağdad C.1 S. 142)’de, İbn-ül Esir (Üsd’ül-Ğabe C.2 S.144)’te, İbn-i Abd’il Berr (El-İsti’ab C.1 S.144)’te, İbn-i Hacer (El-İsabe C.2 S.17)’de ve Hakim (Müstedrek’üs-Sahihayn C.4 S.397)’de Abdullah bin Abbas’tan nakletmişler, tam da Aşûrâ günü Medine’de Resul-i Ekrem’i rüyalarında görüyorlar. Mübarek saçı, sakalı toz toprak içinde. “Aman Ya Resûlellah, bu ne haldir?” diye sorunca, “Kerbela” buyurdu, “Gözümün önünde Hüseyin’imi katlettiler…”
İbn-i Abbas diyor, Resulallah’ın beraberinde içi kanla dolu bir şişe gördüm, (dehşet içinde) “Bu da ne ya Resulallah!” diye sorduğumda, “Hüseyin ve yareninin kanıdır” buyurdu, “Gün boyunca Onların kanlarını toplamakla meşguldüm.”
Aman Ya Resulallah! Bizden sana salat-u selam olsun. Canımız canına, evladımız evladına feda olsun!
Demek Kerbela’daydın Ya Resulallah! Hüseyin’in gözünden bir damla yaş akmasına kalbin dayanmaz, muzdarip olurdun. O Hüseyin’in boğazını kurbanlık koç gibi kesip kanını akıttıklarında mübarek gönlün ne kadar incindi, ne kadar kırıldı, ne kadar ızdırap çekti?!!! Kim bilir…
Ya Habiballah! Sevgili yavrun Hüseyin, susuzluktan, yalnızlıktan ah çekerken sen orda mıydın? Elinin üstüne aldığı süt emer yavrusunun körpe boğazını ok parçaladığında…
Simasıyla, ahlakıyla ve mantığıyla seni andıran civanmert torunun Ali Ekber’in gül bedeni doğram doğram doğrandığında…
Hüseyin’in vefalı kardeşi, cihana bedel Alemdar Abbas’ın, amcası Cafer-i Tayyar gibi kolları kesildiğinde orada mıydın?
Ya Resulallah! Hüseyin’in yetimlerinin yuvasını başlarına yaktıklarında, o yetimlerin çığlık çığlığa çöllere dağıldıklarında, Hüseyin’in minnacık yetimi Rukayye’nin başına kırbaçla vurduklarında, körpe kulağını parçalayarak, abisinden hatıra küpeleri koparıp aldıklarında sen orda mıydın?
Peygamberimizin kızları ve gelinleri esir edilip Şam’a götürülürken, Onların azizlerinin mübarek başları mızraklara takılarak gözleri önünde taşınıyordu. Bir gece vakti deve üzerinde babası Hz. Hüseyin için ağlayan 3 yaşındaki Rukayye’yi, Yezit askerlerinden birisi devenin sırtından çekip çöle bıraktı. Çölde gece vakti yalnız kalan o yetim kızın zeban-i halinden bir katresini sizinle paylaşmak istiyorum.
Benim yaşımda her kızın, barındığı yuvası var,
Yanı başında nazlanıp, sığındığı babası var,
Kimsenin yavrusu Allah, ben gibi yetim olmasın.
Ana kucağından ırak, çöllerde yalnız kalmasın,
Yaşamadan anlayamaz kimse, kalbimin derdini,
Yaşamasın, anlamasın, hiç kimse benim derdimi.
Abbas gibi amcası olan, böyle dövülmez,
Ekber gibi abisi olan, esir edilmez,
Hangi suçtan ötürü dövüldüm, aç, susuzum?
Kimseyi incitmedim, vallahi ben suçsuzum.
Bu kimsesiz kızını terk edip gitme baba,
Bağrı yanık yetimi, gözünden atma baba.
Babacığım, alırdın beni sinen üstüne,
Öpücük kondururdun, iki didem üstüne.
Artık sinene çıkmam, yaralıdır bilirim.
Elimden tutmasan da, ben arkanca gelirim.
Sevgili Peygamberim! Senin o büyük elem ve ızdırabını paylaşıp bir nebze olsun hafifletmek, seninle hemhal olmak için bu meydanda toplandık.
**************************************
1-Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, bugünkü yapısıyla Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının tüm kesimlerini temsil kabiliyetinden çok uzak olduğunda herhalde herkes hemfikirdir. Ama kullandığı bütçe ve devlet imkanatının, bütün kesimlerin ortak malı olduğunda da şüphe yoktur. Öyleyse bu işte bir terslik vardır. Ne İlahi hukukla bağdaşır bu durum, ne de beşeri hukukla. Bu durumda hukuk devletine düşen görev, bu hukuka aykırılığı gidermeye yönelik, bütün kesimleri tatmin edecek yasal düzenlemelere gitmektir.
Bu kurumun lağvedilmesinin doğuracağı olumsuz sonuçları göz önünde bulundurunca, lağvetmek yerine, hukuka ve eşitlik ilkesine aykırı yönlerinin revize edilmesinin, her açıdan daha faydalı olacağını düşünmekteyim. Bu sözlerimin hedefi Sayın Diyanet İşleri Başkanı ve Diyanet mensupları değil, yanlış giden sistemdir.
2-TRT ve Milli Eğitimin de durumu, dînî yayın, müfredat ve programlarla ilgili kısımlarında sadece bir kesime hizmet etmesi bakımından, Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan farklı olmadığı ortadadır. Bu kısımlarında hukuka aykırılığının giderilmesi gerekmektedir.
3-Yapılması düşünülen yeni anayasada farklı etnik ve dînî kimlikler üzerinden hak paylaşımı olacaksa, bu camianın göz ardı edilip yok sayılmasını asla kabul etmeyiz. Ama böyle bir anayasanın milli birliğimiz ve toprak bütünlüğümüz açısından yarardan çok zarar getireceğini düşünmekteyiz.
En doğrusu, “Temsilde ve paylaşımda ADALET”, “Fırsatta ve kanun karşısında EŞİTLİK”, “Fikir ve inançların ifade, öğrenme, öğretme ve yaşanmasında ÖZGÜRLÜK”. Bu özgürlük, kamu düzenini bozma veya başkalarının özgürlük alanına tecavüz, veya genel ahlaka aykırı davranma hakkını vermez.
Bütün diğer anayasa ve yasa maddeleri, adalet, eşitlik ve özgürlükten ibaret olan bu üç madde esas alınarak düzenlenirse, hiçbir kesimin hukuki sıkıntısının kalmayacağını, böylece birlik ve dirliğimizin de halel görmeyeceğini düşünmekteyim.
Yani birliğimizi örseleyecek etnik ve dini kimliği esas alan değil, eşit vatandaşlığı esas alan bir anayasanın daha sağlıklı olacağına inanmaktayım.
4-Kendisi terör mağduru olan bir devletin, başka ülkelerin terörist başını himaye etmesi, akla çok korkunç sorular getirmektedir.
Oluşturduğu terör örgütleriyle İslam coğrafyasını kan gölüne çeviren Suud Krallığıyla, ABD emperyalizminin bölge İFSAD komutanlığına ev sahipliği yapan Katar Krallığının maiyetinde, en azından bu iki krallıktan daha demokrat olan bir ülkeye demokrasi(!) götürme gayreti de, inandırıcılıktan ziyade kaygılandırıcıdır.
Bu gayret daha çok İngiliz, İsrail ve ABD’nin, kuzey doğusunda Hristiyan İsrail “Ermenistan”, ortasında etnik Müslüman İsrail, güneybatısında Yahudi İsrail’den oluşacak, İsrail hilalini oluşturma planını kolaylaştırmaya yarayacaktır.
Şii hilal, Sünni eksen safsatasını, bu meş’um planlarını dikkatlerden kaçırmak amacıyla ortaya atmışlardı. Türkiye Cumhuriyeti bu oyunlara alet edilemeyecek büyüklük, deneyim ve dirayete sahiptir. Ülkemiz ve bölgemizde kavmiyet ve mezhep tefrikasını körükleyenler, sadece Siyonizm ve emperyalizmin ekmeğine yağ sürmektedirler.
Hepimizin birinci önceliği olması gereken milli birliğimiz, toprak bütünlüğümüz ve devletimizin bekaıdır. Buna zarar verebilecek hiçbir politika ve davranış, bu ülkenin ve bu necip milletin hayrına olmayacaktır. Bu meyanda, bu büyük devlet ve bu necip milletin yöneticilerinden beklenen, Suriye’de kanı durdurmaya ve barışçıl çözümlere öncülük etmesidir.
Ayrıca Peygamberimizin kucağında büyüttüğü, adını kendisinin koyduğu, sevgili torunu Hz. Zeyneb’in, ve Hz. Hüseyin’in, zalim Yezit askerlerinin işkencesiyle can veren 3 yaşındaki yetimi Hz. Rukayye’nin, Şamda’ki mezarlarının, tekfirci Selefiler tarafından hedef alınmasının önlenmesini beklemekteyiz.
Orası bir hükümet binası ya da askeriye kışlası olmadığına göre, orayı vurmak hangi hedefe hizmet edebilir ki? Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin, bu nahak saldırıları durdurabilecek güç, konum ve etkinliğe sahip olduğundan eminiz. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti bunu yaparak, Peygamberimizin mübarek gönlünü şad edecek ve büyük bir fitneyi önlemiş olacaktır.
5-İsrail’in Filistinlilere karşı, kendi deyimiyle soykırım girişimini şiddetle tel’in ediyoruz. Filistinli kardeşlerimizin Fecr-3 ve Fecr-5 füzeleriyle İsrail’i mağlup ederek, kazandıkları zaferi tebrik ediyoruz.
Ve bu günkü kan bağışlarımızı, Kızılayımız aracılığıyla, bu zaferi kanlarıyla tescil eden Filistinli yaralılara ihda ediyoruz. Kızılay'ımız ister kan olarak, ister bedelini tıbbi malzeme olarak gönderebilir, bu, Filistinli kardeşlerimizin hakkıdır.
Allah ülkemizin, milletimizin, bölgemizin ve İslam aleminin birliğini bozmasın, bozmak isteyenlere fırsat vermesin, nadan dost ve şeytan düşmanın şerrinden korusun.
Bu duygu ve düşüncelerle cümlenizi saygıyla ve sevgiyle selamlıyor, mateminizin Allah katında ve Resul-i Ekrem nezdinde kabul olmasını diliyorum.
24 Kasım 2012
Selahattin Özgündüz"
Ehl-i Beyt, 25 Kasım 2012 05:42
Yorumlar (0)