Çamurcu: Maslahat, İlkelerden Üstün Tutulamaz
Gündem, 03 Kasım 2012 21:21Ehdav tarafından Antakya'da düzenlenen Gadir-i Hum Programında konuşan Araştırmacı-Yazar Kenan Çamurcu, "İmam Ali ve Ehlibeyt sevgisini romantizme çevirdiler." dedi.
Bundan 46 yıl önce Sivas'ta Sünni bir aile sobadan zehirlendi. Anne ve çocukları yere yığılmıştı. Annenin çıkarmayı başardığı gürültü üzerine komşu Alevi aile kapıyı kırıp eve girdi. İçerisini havalandırdı, zehirlenen Sünni aileye müdahalede bulundu.
Alevi anne, yerde yatan 6 yaşındaki erkek çocuğunu kucağına alıp dışarı çıktı. Ona nefes aldırdı, yoğurt yedirdi ve hayata döndürdü.
İşte o çocuk bugün karşınızda Gadir Hum bayramında size hitap ediyor...
Kıymetli Antakyalılar, değerli dostlarım
Gadir Hum bayramı münasebetiyle Antakya'da aranızda olmaktan şeref duyuyorum.
...
Allah'ın Rasulü, İmam Ali'ye kendisinin vefatından sonra üç grupla savaşacağını söylemişti.
Nâkisin, kâsıtin ve mârıkin.
Yani Hz. Ali'ye biatlerini bozanlar (Cemel savaşı), Hz. Ali'ye isyan edip yoldan sapanlar (Sıffin savaşı) ve dinden dönenler (Nehrevan savaşı).
Nehrevan savaşı, İslam'ın tarihsel tecrübesinde “hariciler” dediğimiz aşırılıkçı ve tekfirci grupla yaşandı.
Hariciliğin belirleyici niteliği 'aşırı yorum' cemaati olmasıdır. Kur'an'ı akıllarına estiği gibi yorumluyorlardı.
Kendi yorumlarını tek doğru sayıyor, bu doğruyu kabul etmeyeni de öldürüyorlardı.
Bu damar Hanbelilik içinde gulat (aşırılıkçı) bir kol kuran İbn Teymiyye ile devam etti.
Günümüzdeki haricilik olan el-Kaide'nin ideolojisi İbn Teymiyyeciliktir.
Suudilerin Vahhabiliği bu kategorinin politik tezahürü sayılabilir.
...
Vahhabizm, Anglo-Frank “ortadoğu” rejiminin ikiz jandarma karakolundan biridir. Diğer karakol, Avrupa tipi Yahudi ulus devletini kuran Siyonizmdir.
İngilizler, Vahhabizmle Hicaz'ı, Siyonizmle de Bilad-ı Şam'ı kontrol eden iki karakol inşa etti.
Bugün Suriye'de Amerika'nın özelleştirilmiş savaşında görev üstlenen çokuluslu lejyonerler Vahhabizm karakolundan geliyor.
Hanbeliliğin gulatı olan İbn Teymiyyeciliğin nasıl bir din anlayışına sahip olduğunu anlamak için meşhur boğaz kesme sahneleri fazlasıyla yeter.
Yahut Irak başta olmak üzere dünyanın birçok yerinde cami, türbe, çarşı pazar bombalayıp tek kalemde yüzlerce insanı çoluk çocuk demeden katletmesine bakılabilir.
Aşırılıkçı ve tekfirci akımın ahlaki sınırları yoktur.
...
Aşırılıkçı ve tekfirci akım, Nehrevan'da Hazret-i Ali'ye karşı başlattığı iç savaşı Suriye'de ve başka yerlerde sürdürüyor.
Geçmişte Ali'ye karşı savaşın aktüel biçimi, bugün Alevilere karşı savaş olarak cereyan ediyor.
Her yerde çoluk çocuk demeden Alevi öldürüyor ve bunu sevap sayıyorlar.
(Kuşkusuz kendilerine itiraz eden Sünnileri de öldürüyorlar. Onları da Alevilerden ayırmıyor ve kanlarını helal görüyorlar!)
Çünkü Amerika, Suriye'deki özelleştirilmiş savaşı İslam'ın iç savaşı olarak planladı.
Nehrevan'dan bakiye bir iç savaş olmalıydı ve mümkün mertebe bu teşhir edilmeliydi.
Tekbirler eşliğinde kafa kesme görüntülerinin servis edilmesinin bir amacı da budur.
...
Aşırılıkçı ve tekfirci akım için iç savaş stratejiktir, dış savaş ise taktik. Amerika ile savaşmaktan çok, Alevilerle savaşmayı daha önemli buluyorlar.
Aşırılıkçı ve tekfirci akımın Amerika ile çelişkisi iktidar meselesidir. Afganistan'da iktidarı onlara vermediği için Amerika ile sorunları var.
Ama Suriye'de Amerikan sancağı altında kıyasıya Müslümanları öldürüyorlar. Daha fazla Müslüman katletmek için NATO'yu acilen yardıma çağırıyorlar.
Amerika ile ilişkilerinin, İngilizler ile Suud saltanatı arasındaki yakınlığın simetrisi olduğunu söyleyebiliriz.
Yahut şöyle diyelim:
Amerikalıların “ortadoğu” nöbetinde Vahhabizm ve Siyonizm karakolları lojistik sağlıyor, buna karşılık tekfirciliğin mobil güçleri sistemi tehdit eden unsurlara saldırıyor.
Suriye saldırısı bundan başka bir şey değildir.
Keza, Hizbullah ve İran'ı da aynı nedenle düşman biliyorlar.
Saddam sonrası Irak'ın da listeye eklendiğini söyleyebiliriz.
...
Dikkat edilirse bu haritada gördüğümüz şey, soğuk savaş yıllarındaki anti-komünist faaliyetinin ta kendisidir.
İran lideri Seyyid Ali Hamenei'nin tabiriyle “kapitokrasi” dünyası, yani kapitalist demokrasi, geçmişteki komünizm düşmanının yerine bugün adına “Direniş” dediğimiz mukavemet haritasını koydu.
Geçmişte kapitokrasi havzası namına komünizme karşı mücadele eden Müslümanlık türü, bugün batı emperyalizmine geçit vermeyen Direniş'i düşman kabul ediyor.
Dostlarım, değerli Antakyalılar
Bildiğiniz gibi, İslam'ın ilk iç krizi Peygamber'in vefatından sonra yaşandı.
Allah Rasulü, İslam'ın kendisinden sonraki tarihsel akış yönünü Gadir Hum'da tarif etmişti.
Müminler Gadir Hum'da velayetin sırrından ve hikmetinden haberdar edilmişti.
Fakat ne yazık ki Peygamber'in vefatından sonra, Sakife toplantısında gündeme getirilen maslahatla Gadir Hum'daki talimat ertelendi.
Maslahatın ilkeden ve kuraldan üstün tutulduğu ilk olay budur.
Maslahatın ilkeyi iptal edebileceği varsayımı, Sakife olayıyla birlikte İslam'ın içine girdi.
İmam Ali'ye Peygamber'in haber verdiği o üç dahili savaş; Cemel, Sıffin ve Nehrevan, hep bu ilkeden cesaret aldı.
Müslümanların neden İmam Hüseyin'in yanında Yezid'e karşı savaşmadığı sorusunun cevabı da buradadır.
Kerbela faciasının neden yaşandığının cevabı da buradadır.
Peygamber'in vasiyetini uygulamanın maslahata uygun bulunmadığı o “gölgelik”te başlayan tarih Kerbela'da son buldu.
Bu tecrübeyi yaşadıktan sonra Müslümanların Sakife'deki maslahatı sürdürmelerinin manası kalmamıştır.
...
Peygamber, Veda Hutbesi'nde kendisini dinleyen binlerce sahabeye Kur'an'ı ve Ehl-i Beyt'ini iki ağır emanet olarak bırakmıştı. Bu iki emanete sahip çıkarlarsa sapmayacaklarını ikaz etmişti.
Birçok kereler, Kur'an ve Ehl-i Beyt'in birbirinden ayrılmaması gerektiğini hatırlattı.
Bu iki ağır emanet, birbirinden o kadar ayrılmayacaktı ki ahirette bile kevser havuzunun başında birbirinden ayrılmadan Peygamber'e kavuşacaktı.
Bu kadar çok vurgulanmış, bu kadar dikkat çekilmiş, bu kadar önemle hatırlatılmış ilke maslahata kurban edildi.
Bugün muhafazakarların hakikati maslahata kurban etmesinin, hakikate sadakat göstermemesinin işte böyle güçlü bir tarihsel arka planı var.
...
İmam Ali, Veda Hutbesi'nde kendisine hitap edilen yüzbin kişiden biri değildi. O yüzbin kişiye emanet bırakılan kişiydi.
İmam Ali, kendisine tâbi olunursa sapkınlıktan sakınılacak korunaktı.
İmam Ali, ilkeyi maslahattan üstün tutanlar için sığınaktı.
İmam Ali, eleştirel aklı korumak ve hakikate sadakat göstermek için barınaktı.
İmam Ali, Kur'an'ın oluşmasını Peygamber'in yanında, tek bir fotoğraf karesini bile kaçırmadan izlemiş kişiydi.
Peygamber'in ifadesiyle, “Peygamber ne gördüyse görmüş, ne işittiyse işitmiş, ne biliyorsa bilen” biriydi. Tek fark şu ki, Ali peygamber değildi.
İmam Ali (a), Kur'an'ı, kendine has tarihiyle kayda geçmiş kişiydi. Kur'an'ın sahih tarihinin taşıyıcısıydı. Konuşan ve yaşayan Kur'an'dı.
İmam Ali'ye karşı çıkanlar arasındaki şer niyetliler, O'nu, Kur'an'a yeni bir tarih yazmanın önündeki engel görüyorlardı.
Kur'an'ı sahih tarihinden koparabilmek için Ali'den kurtulmalıydılar.
Bu sebeple Ehl-i Beyt'e ve İmam Ali'ye tabi olma ilkesini, romantik bir mesele haline getirdiler.
Ehl-i Beyt'i sevmekten ibaret bir romantizm...
...
Kur'an'ın sahih tarihini ve yorumunu taşıyan Ehl-i Beyt'ten kurtulmanın bir diğer yolu da, “Kur'an bize yeter” sloganıydı.
“Kur'an bize yeter” sloganıyla, Kur'an metnini Rasulullah'a (s) indiği tarihten kopardılar.
Vahyi kendilerine inmiş farzettiler.
Onu diledikleri gibi, kuralsız, yöntemsiz ve tarihsiz yorumlayarak yeni, türedi, aslına yabancılaşmış bir Kur'an tarihi icat ettiler.
Tarihsiz, geleneksiz, mensubiyetsiz, aidiyetsiz, rehbersiz, kılavuzsuz bir Kur'an ve İslam...
Oysa Kur'an ve İslam, tarihli, gelenekli, kılavuzlu ve rehberliydi. Peygamber, hayattayken bütün bunları tarif etmişti, emanete riayet edilmesini ikaz etmişti.
Sakife toplantısında sanıldığı gibi ortada bir karmaşa yoktu. Telaşa gerek yoktu.
...
Kur'an ve Ehl-i Beyt'in arası açıldığında, İslam namına geriye büyük bir boşluk kalır.
Büyük bir belirsizlik, kara delik, anlaşılmazlık...
Kur'an ve Ehl-i Beyt'in arası açıldığında geriye ne kalır?
Hayattan, tarihten, nüzul sebebinden, olaylardan, kişilerden ve şartlardan soyutlanmış kuru bir metin...
Manası, mahiyeti ve muhtevası gözardı edilmiş bir suret...
Bâtını iptal edilmiş bir zâhir...
Bunun adına batılılar fundamentalizm adını verdi.
İslam'ın içindeki fundamentalizm de “bize Kur'an yeter” diyordu. Hala da böyle diyor.
“Bize Kur'an yeter” deyip Kur'an'ı tarihten, hayattan, gelenekten kopardıklarında metne bakıp soruyorlar:
Ali'nin velayeti hangi ayette yazıyor? İmam Mehdi'den nerede bahsediliyor?
...
İyi de, Peygamber, Kur'an ve Ehl-i Beyt'in kıyamet günü bile birbirinden ayrılmayacağını bunun için söyledi işte!
Kur'an bu paradigma üzerine nazil olmuşken ondan bahsetmesine gerek var mı?
Kur'an, atıflarda bulunarak meramını anlattı.
Ama Kur'an'ın tarihini, yaşayan ve konuşan Kur'an'ı, yani Ali'yi bertaraf ederseniz geriye işte böyle büyük bir belirsizlik kalır!
...
Bu bir yöntem meselesidir ve yöntem hatası yapanın Kur'an'ı ve İslam'ı doğru anlama ihtimali hiç yoktur.
Emevi sarayının Peygamber'in getirdiği dine tam zıt bir dini anlayışı varedebilmesi işte bu soyut Kur'an anlayışı sayesinde mümkün olabildi.
El-Kaide aşırılığı da bu mecrada akan politik maceradır.
...
El-Kaide, siyaset yapmanın yöntemi olarak terörist faaliyeti benimsemiş bir ideolojik cereyan olarak da nitelendirilebilir.
Irak'ta, Pakistan'da, İran'da, Afganistan'da türbelere, camilere, masum insanlara, çarşı pazara en vahşi saldırıları düzenleyen parçalanmış ruhlar, Kur'an ve Ehl-i Beyt bütünlüğünü parçalayanlardır.
...
Sponsorluğunu Suud, Katar ve Erdoğan'ın üstlendiği Suriye kampanyası, geleneksel Sünniliği vahyin indiği evin mirasına yabancılaştırmaya çalışıyor.
Ehl-i Beyt muhabbetinin esas olduğu geleneksel Sünnilik, tekfirci akımın saldırısı altındadır.
“Ehl-i kıble tekfir edilmez” prensibine sıkı sıkıya bağlı geleneksel Sünniliğe cami bombalayan vahşiliği onaylatmaya çalışıyorlar.
“Müslümanlar kardeştir, Amerika kalleştir” diyenler, ne yazık ki NATO'ya nefer olacak kadar başkalaşabildi. Bunun sebebi, Suud ve Katar diktatörlüğünün eline bakar hale gelmeleridir.
Muhafazakar kapalı rejim, Ehl-i Beyt takipçilerine düşmanlığı tahrik ve teşvik ediyor.
Burada sorulması gereken soru şudur: Aşırılık ve tekfirciliğin nihilist şiddet dünyası nasıl oldu da bu insanları bu kadar kolay ele geçirebildi?
İktidar partisindeki dostlarımız, vicdanlarına ve dindarlıklarına inandığımız insanlar, nasıl oldu da terörü destekleyen hissizler haline gelebildi.
Muhafazakarlar, nasıl oluyor da Suriye'de binlerce insanın nihilist terörün kurbanı olmasını kutlayabiliyor? Masum insanları katleden terör eylemlerinden mutluluk duyuyor?
...
Tekfircilik, İslam'ın içinde kontrolsüz büyüyen niteliksiz, kof, amaçsız, hedefsiz, ilkesiz, sadece yokeden, yokettikçe azmanlaşan kanserli kitle gibidir.
NATO'nun Suriye'yi istila kampanyasına tereddütsüz katılanlar, işte bu tümörün vicdanlarında metastaz yaptığı insanlardır.
Silahların susmasına, kanın durmasına, kardeşçe ve barış içinde sorunların tartışılmasına itiraz ediyorlar.
Suriye krizinde NATO kampanyasının peşine takılmış, silahla hükümet darbesi yapma projesine destek veriyorlar.
Milli iradenin yapması gereken işi, dış güçlerin müdahalesine havale ediyorlar.
Suriye'nin işgal edilerek rejimin değiştirilmesi ezberinden başka bir sözü dinlemeye tahammülleri yok.
Suriyelilerin kanları arasında ayrım yapıp tercihte bulunuyorlar. Güvenlik siyaseti kan döküyorsa ayağa kalkıyor, terörist kan döküyorsa bundan sevinç duyuyorlar.
Suriye krizi bahanesiyle Alevilere, İran'a ve Hizbullah'a yakası açılmadık hakaretler ediyorlar.
Irkçı ve ayrımcı nefretle sistematik Alevifobia faaliyeti yürütüyorlar.
Sünni halkların siyasi ve dinî elitleri emperyalizmle işbirliği yaparak vahyin indiği evin mirasçılarına karşı kuralsız kampanyayı sürdürüyor.
Bu ayıptır, günahtır, haksızlıktır, insafsızlıktır...
Değerli dostlarım
İslam'ın iç krizini iki döneme ayırabiliriz.
Sakife olayı ve ilk iki halife dönemlerindeki kriz, kontrol edilebilir ve yönetilebilir bir krizdi.
Üçüncü halife dönemi ve sonrasındaki kriz ise kontrolsuz, kuraldışı, yönetilemez, yıkıcı krizdi.
Sünniler de, Aleviler de bunu böyle görüyor.
Geleneksel Sünnilik popüler kültür olarak da, mezhep imamları düzeyinde de Ehl-i Beyt kültürüne yakındır.
Bu kimliği nedeniyle kelam kitaplarına konu olan Şii-Sünni ihtilafı genellikle entelektüel ihtilaf olarak kalabilmiş, ikinci tür krize dönüşmemiştir.
Fakat Suriye bunalımı sırasında Sünni toplumların elitleri geleneksel Sünniliği tekfirci akıma boyun eğmeye zorladılar. Tehlikeli ayrışmanın başlangıç noktası olmuştur.
Bu nedenle, emperyalizme karşı Ehl-i Beyt dünyasıyla birlikte mücadele eden Sünni ulema ve siyasi liderler, Ehl-i Sünnet'i istilaya yönelen tekfircilik tümörünün bünyede yolaçacağı metastazı sürekli ikaz ediyor.
Dostlarım, değerli Antakyalılar
Nübüvvet, sırra ulaşmanın imkanı, mecrası ve yoluydu. Velayet ise o sırrı korumanın vesilesi ve vasatı.
Sır, muhabbetin sırrıdır ve Peygamber'in öğrettiği sırrı Ali'nin velayetiyle koruyabiliriz.
Müminler kendi aralarında sırdaştır ve birbirinin velisidir. Bu nedenle müminler zalimlerle sırdaş olmaz, olamaz.
Gadir Hum'da tüm zamanlara ilan edilmiş velayet, müminlerin birbiriyle sırdaş olduğunun seremonisiydi. O ana tanık olanlardan nicesi velayetin mirasını canları pahasına korudular.
Bizim gibi yüzyıllar sonra o anı kutlayanlar da, maslahatın değil, velayetin gölgeliğini tercih etmelidir.
Sözlerime son verirken, velayet bayrağını tekrar göndere çeken, mazlum ve mustazaf halklara onurla yaşama cesareti aşılayan velayet sırrının muhafızlarından Seyyid Ruhullah Humeyni'yi rahmetle ve minnetle yadediyorum.
Velayet sancağının büyük kahramanı, Bilad-ı Şam'ın yiğidi Seyyid Hasan Nasrallah'a selam gönderiyorum.
Salat ve selam Allah'ın Rasülü'ne, tertemiz ve pâk Ehl-i Beyt'ine, necip ashabına olsun.
Hepinizi saygıyla, sevgiyle ve muhabbetle selamlıyorum.
Gündem, 03 Kasım 2012 21:21
Yorumlar (0)