Yanlış Hesap Bağdat?tan Döner
Analiz, 20 Ocak 2012 06:09YDH Genel Yayın Yönetmeni Alptekin Dursunoğlu, Türkiye'nin Irak politikasını eleştirdiği makalesinde önemli tespitlerde bulunuyor:
Ankara, krizlerde arabuluculuk rolü kapmak ve belirleyici olmaya çalışmakla sınırlı dış politika etkinliğini, “oyun kuruculuk” diye nitelendiriyor ve gözüken o ki Suriye konusunda denediği “oyun kuruculuk” tarzının bir benzerini Irak’ta da tekrar etmek istiyor.
Ankara’nın son dönemde Bağdat’a karşı kullandığı dil, Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık Haşimi hakkında verilen tutuklama kararının, Irak’ın iç sorunu olmaktan çıkıp bölgesel ve uluslar arası bir krize dönüşeceği öngörüsüne sahip olduğunu düşündürüyor.
Bundan olsa gerek ki, Türkiye’deki resmi ve gayri resmi çevreler, Haşimi hakkında verilen tutuklama kararının hukukiliğini sorguluyor, Irak Başbakanı Nuri el-Maliki’yi mezhebi gerekçelerle siyasi rakiplerini tasfiye etmekle suçluyor ve Maliki’nin bu cesareti İran’dan aldığını ima ediyor.
Ankara’nın Irak’taki bir iç meseleye, mezhep faktörü ve İran müdahalesi argümanlarıyla karışma tarzı, öyle gözüküyor ki Amerika’nın ve Bağdat’la sorunlu olan Arap ülkelerinin bunalıma müdahale edeceği ve bunun bir bölgesel ve uluslar arası krize dönüşeceği öngörüsünden kaynaklanıyor.
Ankara, krizlerde arabuluculuk rolü kapmak ve belirleyici olmaya çalışmakla sınırlı dış politika etkinliğini, “oyun kuruculuk” diye nitelendiriyor ve gözüken o ki Suriye konusunda denediği “oyun kuruculuk” tarzının bir benzerini Bağdat’la ilişkilerini bozma pahasına Irak’ta da tekrar etmek istiyor.
Ancak Irak üzerindeki etkisi herkesçe bilinen ülkelerden Amerika’nın yaşanan son bunalımla ilgili olarak Maliki ile koordineli olduğunu düşündüren tutumu, Arapların ilgisizliği ve İran’ın gizli memnuniyeti dikkate alındığında Ankara’ya umduğu rolün düşmeyeceği söylenebilir.
Ankara, Irak’taki son siyasi bunalımla ilgili tutumunu şu yanlış argümanlar üzerine kuruyor:
1- Irak Başbakanı Nuri el-Maliki, Amerikan askerlerinin çekilmesinden doğan boşluktan yararlanarak, İran’ın cesaretlendirmesiyle Tarık Haşimi ve Salih Mutlak’ı tasfiye etmek istemektedir.
Halbuki, Irak Yüksek Yargı Şurası Tarık Haşimi konusunda tutuklama kararı verdiğinde Başbakan Nuri el-Maliki Washington’da bulunuyordu ve Washington aradan bir aya yakın bir zaman geçmesine rağmen hala Maliki’yi bu “tasfiye operasyonundan” caydıracak bir açıklama dahi yapmadı.
2- Tarık Haşimi hakkında verilen tutuklama kararı hukuki değil, siyasidir.
Halbuki Tarık Haşimi hakkında verilen tutuklama kararı, Haşimi’nin kişisel korumalarının verdiği ifadelere dayandırılarak 10 üst düzey yargıçtan oluşan Irak Yüksek Yargı Şurası tarafından verilmiştir.
3- Maliki, mezhepçi davranarak Irak siyasetinden Sünnileri tasfiye etmektedir.
Halbuki Irak Yüksek Yargı Şurasını oluşturan 10 yargıcın 8’i Sünni 2’si Şii’dir. Öte yandan bunun gerçekten bir tasfiye operasyonu olduğu varsayılsa bile burada tasfiye edilenler Sünniler değil, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık Haşimi ve Başbakan Yardımcısı Salih Mutlak’ın şahsından ibarettir. Çünkü Irak hükümet sistemindeki ulusal uzlaşmaya dayalı siyasi yapı Kürt olan cumhurbaşkanının yardımcılarından birinin Şii, diğerinin de Sünni olmasını; yine aynı şekilde Şii başbakanın yardımcılarından birinin Kürt, diğerinin Sünni olmasını zorunlu kılmaktadır.
Dolayısıyla da Tarık Haşimi ve Salih Mutlak tasfiye edilmiş olsa da onların yerine yine birer Sünni politikacı atanacağı için bu, Sünnilerin tasfiyesi anlamına gelmemektedir.
4- Türkiye dışında Irak’la ilgili olarak herkes (nedense İngilizce olarak) sekteryan (taifeci) davranmaktadır ve bu da Irak’ın ulusal bütünlüğüne yönelik bir tehdittir.
Halbuki İran’ın Şiileri, Arap ülkelerinin Sünnileri desteklediği gibi Türkiye de Türkmenleri desteklemektedir. Türkmen Cephesi’nin Türkiye tarafından kurulduğu ve yönlendirildiği bilinmektedir ve Türkiye’nin özellikle Irak anayasasının 140. Maddesi çerçevesinde Kerkük’ün Kürdistan Bölgesine bağlanmaması için öne sürdüğü argümanların en önemlisini de Türkmen varlığı oluşturmaktadır. Öte yandan Türkiye’nin Irak hükümetinde Türkmenlere bakanlık verilmesi konusunda yaptığı girişimler de herkesin malumudur.
Dolayısıyla İran’ın 8 yıl savaştığı Irak’ta nüfusun yüzde 65’ini oluşturan Şiilerin, yine aynı şekilde Sünni Arap ülkelerinin nüfusun yüzde 17’sini oluşturan Sünni Arapların kazanımları için çaba göstermesi ne ölçüde taifecilikten kaynaklanıyorsa, Türkiye’nin Irak’taki toplam nüfusun yüzde 2’sine tekabül eden Türkmenlerin kazanımları için çaba göstermesi de o ölçüde taifecilikten kaynaklanmaktadır.
(Kuşkusuz bunların hiçbiri taifecilikten değil, devlet olarak jeopolitik çıkarlarını korumaya çalışmaktan kaynaklanmaktadır.)
Ankara, Irak’taki son siyasi bunalımın bir bölgesel ve uluslar arası soruna dönüşeceği öngörüsüyle ve bu yanlış argümanlar doğrultusunda kullandığı müdahaleci ve buyurgan dille Irak’la ilişkilerini tamiri güç bir şekilde bozuyor.
Irak’taki bir yargısal süreci Irak hükümetinin taifeci tasfiye operasyonu diye niteleyen Türk yetkililer, Iraklılara Türkiye’deki “Ergenekon”, “Balyoz”, “İnternet andıcı” vs gibi yargı süreçlerini aynı üslupla kullanma imkanı vermiş oluyorlar.
Elbette şu da unutulmamalıdır ki Türk ve Irak hükümetlerinin taraftarlarının dışındaki üçüncü çevreler açısından her iki iddianın inandırıcılık düzeyi de aynıdır.
Altı ay önce Suriye konusunda en belirleyici ülke konumunda olan Ankara, müdahaleci ve buyurgan dili ve aceleci ve fırsatçı tutumu sebebiyle bu konudaki belirleyiciliği Arap Birliği’ne kaptırdı.
5-6 ay önce Suriye’den büyükelçilerini çeken ABD ve Fransa, elçilerini yeniden gönderdi; Katar ve Suudi Arabistan elçilerini çekmesine rağmen Arap Birliği üzerinden girişim öncüsü oldu. Ama elçisini çekmeyen Türkiye, Beşşar Esed’e sömürge valisi muamelesi yapmaya kalkışarak kendini Suriye konusunda sessizliğe mahkum etti ve Arap Birliği ve ABD’den kendine düşecek role razı olmak zorunda kaldı.
Geçen dört yılda “itfaiyeci” metaforuyla bölgesel krizlerde aldığı arabuluculuk rolü sayesinde edindiği göreceli nüfuzu ve başarıyla yürüttüğü kamu diplomasisini fazlaca abartan Ankara, 2011 yılının ikinci yarsından itibaren bölgeye tutum dikte eden süper güç edaları takınıyor.
Halbuki Türkiye, bölgedeki etkisini bölge ülkelerinin boğuşmak zorunda kaldığı sorunların büyüklüğüne borçludur ve kendini çaresizleştiren sorunlardan kurtulan her ülke, Türkiye’ye borç verdiği gücü de geri almaktadır.
Dolayısıyla Ankara’nın artık işgal altındaki bir Irak’la değil, ABD’nin tek bir askeri üs bile alamadan çekilmek zorunda kaldığı bir Irak’la muhatap olduğunu kabullenmesi gerekiyor.
Ankara ise Şam’daki yanlış hesabını Bağdat’ta tekrarlamakta ısrar ediyor.
Analiz, 20 Ocak 2012 06:09
Yorumlar (0)