Mavi Marmara'nın Kalbi, Suriye'yi Yazdı
Analiz, 23 Aralık 2011 05:55Mavi Marmara şehidi Çetin Topçuoğlu?nun eşi Çiğdem Topçuoğlu, Suriye meselesini değerlendirdi:
Dünya hızla değişiyor. Değişmeyen, değiştirilmeyen, daha doğrusu değiştirilmek istenmeyen şeyler; hala mevcudiyetini muhafaza ediyor.
Oynayanlar, oynananlar.. Bir de oynamaya çalışanlar.. Burası Ortadoğu...
Bölge ile ilgili karar vericilerle oyuncuları dikkatle ayrıştırmak lazım. Karar verildiği anda barış, karar değiştirildiği anda savaş ortamı oluşabiliyor.
“Komşularla sıfır sorun” politikasıyla hızlı ve isabetli ilişkiler kuranlar, her ne olduysa bu gün en uzun sınır komşumuzla ciddi kriz politikalarını yönetir oldu. Maşayı tutan el değil de, maşalaşan bir politikanın, bölgede kime hizmet edeceği aşikardır. Söz konusu Türkiye, Mısır, Suriye, İran olunca ortadoğuda herhangi bir ülkeden bahsediyor olmazsınız. Hassas dengelerden,olmazsa olmazlardan bahsediyor olursunuz.
Birileri önceliği yeniden değiştirdi. Biz de takip ediyoruz... İran'ın yeniden hedef alınmasına ve Gazze'ye saldırı hazırlığına dikkat!
Bahane: Suriye.
Söylem: “Kan dökülüyor.”
Bayrak yakmadan tutun, hacıları taşıyan otobüsün taşlanmasına kadar varan nefret dolu hareketlerin sorumlulukları kime ait olacaktır? Baba Esad döneminden, oğul Esad dönemine kadar olan süreçte Turkiye ile Suriye arasında hiçbir zamanda böylesine bir kopuş, halklar arasında bir uçurum oluşmamıştır. Ortadoğuda oyun kurmak isteyenlerden, oyun kuruculuk kapmaya çalışanlar, bu gün maalesef maşa olmaktan öteye gidememiştir.
Suriye'de yönetimin kıyımları ile; merkez güçlerin hesapları arasına sıkışanların neleri düşünmesi gerekiyor? Yarın Şam'a bombalar düşerken; rejim / iktidar değişikliklerinin ne tür ağır bedellerinin olacağının iyice hesaplamaları, gerekmiyormu?
“Arap Baharı” üzerine hesap kuranların bu ülkelerde ne tür örtülü operasyonlar yapıldığını, kan üzerinden proje uygulayanların, sadece rejimlerle sınırlı olup olmadığı gibi kaygıların ve soruların cevabını bulmamız gereken pek çok soru / konu ve başlık var... Aslında bunların büyük çoğunluğunun cevabını biliyoruz. Biliyoruz ama, soğukkanlı analizler yapmak bile saf belirlemek anlamına geldiği için; doğru algılamalı ve isabet kaydetmeliyiz. Hata etme lüksümüzün olmadığı bir konjonktürün tam orta yerindeyiz.
Dikkat edin; Türkiye nereye uzanmışsa, derhal bir sorun çıkmış, Türkiye'nin hesaplarını bozucu bir durum oluşmuştur. "Oyun bozucular" derhal harekete geçmişlerdir. Türkiye’nin hesapları altüst edilmiş/ edilmek istenmiştir. Ama ne hikmetse; Suriye söz konusu olunca, alkışlarla övülen, takdir edilen, destek verilen bir ülke oluveriyor.! Amerikan gücünün artık aynı anda birkaç ülkeye müdahale edecek kapasitesini gittikçe kaybettiği gerçeğini bundan sonra daha çok hatırlayacağız. Bu tespiti bir kenara not ettikten sonra, ortadogu için "Türkiye'nin liderliğine daha çok ihtiyaç duyulduğu" gibi kulak okşayıcı sözlerle ne yapılmak istendiği ortadadır.
Eğer gerçekten İran'ın nükleer gücüne karşı bir askeri saldırı düşünülüyorsa; bunun için, İran ve Suriye'nin birbirinden koparılması gerekiyor. Suriye'de kan akmaya devam ettikçe ilginç biçimde İran'ı sorumlu tutan bir propaganda makinesi çalıştırılarak, İran saldırısı temenni edilir bir ortam oluşturulmaya çalışılıyor.
Bu süreçte Ortadoğu ve özelde İsrail, İran gibi doğrudan Amerika'nın stratejik ilgi alanına giren bölgede, Suriye konusunda adeta zamana oynayan bir tavır takınılması çok iyi yorumlanmalı. Bu denklemde Türkiye'nin yerinin ne olduğu sorusu, Türkiye'nin Suriye karşısında aldığı tavrın izahını da mümkün kılacak bir yüzleşmeyi gerektiriyor.
Türkiye Amerika'nın itelemesiyle, Suriye'ye karşı tavır alarak ser tleşti. Açık biçimde şunu teyit etmek gerekir ki; Türkiye, ne Suriye'de kan dökülmesini, ne de diplomatlarını ve görevlilerini çekecek kadar sertleşmeyi hiç istemezdi. Suriye'deki olayları iç meselesi olarak gördüğünü ilan edecek kadar sürece dâhil olan Türkiye, artık olayın askeri boyutuna müdahil olacak kadar da ileri gitti. Dikkat edilirse hem İran üzerinde kurulan baskı konusundaki hem de muhaliflerin kurduğu ordunun Türkiye'den örgütlendiği ve Türkiye’nin kullanıldığı görülür. Artık geri dönüş yolu kapandı. Türkiye-Suriye ilişkileri bitti. İki ülke bundan sonra karşıt cepheler olacak. Çünkü Türkiye, Arap ülkeleriyle birlikte, Suriye yönetiminin değişmesi için kapsamlı bir çalışma yürütüyor. Bu noktanın ötesi savaştır. İç savaştır, dış müdahaledir, bölgesel gerilimdir.
Buna paralel olarak İran karşıtı kampanyanın birden bire artması, hatta nükleer tesislerin ne zaman vurulacağına dair tarih bile verilmeye başlanması hayli dikkat çekicidir. İlginçtir, Suriye'de gerilimin yükselmesi ile İran üzerindeki baskının bir anda artması arasında hiç de tesadüf olmayan bir eşzamanlılık var.
İsrail başta olmak üzere, Amerika ve İngiltere; İran üzerine her anlaşmada baskıyı artırırken, Türkiye'nin de Suriye karşısında benzer baskıları uygulama moduna girmesi elbette bir tesadüf değildir. Bir yanda İran'ı vurmaktan bahseden Batı, diğer yanda her gün göstericilerin öldürüldüğü sürecin çoktan geçilip iki tarafın da silahlı çatışamaya doğru hızla ilerlediği bir Suriye görüntüsü.
Suriye'de kan akıtıldıkça aslında İran üzerindeki baskı daha da artıyor ve adeta İran'ı İsrail eliyle vurmayı meşrulaştıracak bir ortam oluşturuluyor. Suriye üzerinden bölgede muhtemel tehlikeli gelişmeleri mümkün kılacak ortamın olgunlaşması isteniyor adeta. Bölgenin en önemli ülkesi olan Türkiye, bu oyuna asla alet olmamalıdır. Türkiye asla Suriye'ye girmemeli, fiili müdahalede bulunmamalıdır.
Türkiye kimsenin borazanlığını yapmamalıdır. Mutlaka bir yolunu bulup, kendine zarar vermeden bu yanlıştan kurtulmak zorundadır. Aksi takdirde birilerinin gitmesi için alkış isteyenler, kendi gidişlerine çalınan alkışları duyarlar. Komşuda pişen, bize de düşer!
STK’larımız en azından sağduyu sahibi olup, devlet nazarında görülmek istenmeyen halkımızın kardeşlik hassasiyetini, bu halka yakışır şekilde ifade etmelidir. Hele ki kendilerinden İsrail’e karşı açılmamış davaların, hesabını sormasını beklediğimiz kuruluşların, suskunluğunu İsrail’e karşı devam ettirip, Suriye’yi bahane ederek “Hüseyn’i” adaletten bahsetmeleri hem gülünç olacak, hem de Risâlet’in asli unsurunu bir tarafa bırakma anlamına gelecektir.
Günü birlik yaşamak,yarın esaret getirir.Yarını yaşıyacaksak bu gunden özgür olmalıyız.Onun için her düzeyde bağımsız özgür politikalar üretmeliyiz. Kimsenin sözcülüğüne soyunulmaması dileğiyle..
Unutulmamalıdır ki; hepimiz hesap verilene hesap vereceğiz.
Analiz, 23 Aralık 2011 05:55
Yorumlar (0)