Mısırlı Generaller "Demokrasi Maskesi"ni Kaldırdı
Analiz, 07 Kasım 2011 18:30Mısır'da Hüsnü Mübarek'in devrilmesinden sonra yönetimi ele alan generallerin ülkedeki despotizmi sürdürdükleri belirtildi.
Mısır’daki devrimin ardından, büyük ölçüde ordunun demokrasiye geçişe müsaade etmesi beklenmekteydi. Fakat Middle East Times International editörü César Chelala; “sistematik işkence gerçeği, olağanüstü halin genişletilmesi ve ordunun despot tutumunu eylemcileri bastırmak için kullanması ordunun ülkede demokrasiye geçişe müsaade edip etmeyeceği konusunda ciddi endişelere yol açtı” diyerek durumun pek de beklendiği gibi olmadığını belirtti.
Kahire’deki en güvenli cezaevinde işkenceden dolayı hayatını kaybeden 24 yaşındaki Mısır vatandaşı Essam Ali Atta’nın ölümü, Mısır ordusunun “Yeni Mısır”daki rolü hakkındaki endişeleri arttırdı.
Atta’nın ölümü, tıpkı geçen yıl İskenderiye’de dövülen, Halid Said’in ölümüne benziyor. Atta’nın ölümünde önemli olan nokta şu ki; eski başkan Hüsnü Mübarek döneminde işlenen rejim suçları halen işlenmeye devam ediyor ve gerçek demokrasi veya insanların haklarına saygı gösterilmesi durumu Mısır’dan hala çok uzaklarda.
Atta, geçtiğimiz Şubat ayında ‘cinayetten’ tutuklanmıştı ve iki yıl hapse mahkûm edilmişti. İçişleri Bakanlığına göre ayrıca ruhsatsız silah da taşıyordu. O, ülkedeki insan hakları aktivistlerine göre sivil mahkemede yargılanması gerekirken, askeri mahkemede hüküm giyen 12.000 kişiden yalnızca biriydi. Fakat buna karşın Hüsnü Mübarek sivil mahkemelerde yargılanıyor ve yargı süreci aylarca sürüyor; hatta yıllarca daha sürmesi bekleniyor.
Uluslar arası Af Örgütü’nden yapılan bir açıklamada şu ifadelere yer veriliyor: “Askeri yargı sistemi, sivilleri ne sorgulayabilir ne de yargılayabilir. Askeri mahkemeler temelde zaten adaletsizdirler, çünkü sanıkları adil mahkemelerde yargılanma hakkından alıkoyarlar”. Bu bağlamda George Clemenceau’nun şu sözünü hatırlayabiliriz: “Askeri müzik, müzik olduğu gibi; askeri adalet de adalettir”.
Atta’nın durumunu özel kılan durum ise her halükarda Mısır hapishanelerinde zulüm, işkence ve katliamların devam ettiğini kanıtlamasıdır. Atta, gardiyanlar tarafından içine su enjekte edilmek üzere vücuduna hortumlar sokularak kan kaybetmesine sebebiyet verilerek hayatını kaybetmiştir. Atta’nın ölümü üzerine askeri yönetimden gelen açıklamada ise; ölümün “sebebi bilinmeyen zehirlenme” olduğu ve gardiyanların onu kurtarmak için çaba harcamasına rağmen bunu başaramadığı söylenmiştir.
Atta’nın babasının aktardıklarına göre ise diğer mahkûmlar, Atta’ya bir saatten fazla işkence edildikten sonra gardiyanlara engel olmaya çalışmışlar. Gardiyanlar işkenceye son verince onu hastaneye sevk etmişler ve bir saat sonra ise Atta hayatını kaybetmiş.
Morgda Atta’nın kanlı cesedini gören ve gardiyanların hakaretlerine maruz kalan, el-Nedim Şiddet Kurbanları Rehabilitasyon Merkezi yetkilisi, Aida Seif al-Davla, Atta için “ikinci Halid Said” dedi.
Ordunun Tahrir meydanındaki ılımlı tavrı, birçok kişinin ordunun Mısır halkına karşı takındığı siyasi tavrın değiştiğine dair bir takım düşüncelere meyletmesine sebebiyet vermişti. Hatta gerçek demokrasiye geçiş için ordunun kapıları sonuna kadar açacağını düşünenler bile olmuştu.
Fakat tarih gösteriyor ki; ordu iktidarı doğrudan devralınca onu bırakması için ya zor kullanmak gerekir ya da ulusal bir kriz; Arjantin, Şili ve yeryüzündeki diğer bazı ülkelerde olduğu gibi.
Mısır hapishanelerinde devam eden işkenceler, Tahrir eylemcilerinin askeri cuntadan şikâyetçi oldukları konulardan yalnızca bir tanesi. Eylemciler, ordunun ya uzunca bir müddet daha ya da en azından ordunun göstereceği adayın başkan olabilmesi için bütün yolları açtıktan sonraya kadar, yönetimde kalmakta ısrar edeceğinden endişe ediyorlar.
Son zamanlarda Kahire ve İskenderiye’de birkaç yüz kişinin meydanlarda, Yüksek Askeri Konsey başkanı Mareşal Hüseyin Tantavi’yi başkanlığa adaylığını koymaya çağırması, halkın ordunun iktidarda kalacağı konusunda korkuya düşmesine sebebiyet verdi.
Askeri konsey üyelerinden iki kişinin verdiği bilgiye göre, askerin planı Kasım ayında parlamento seçimleri yapıldıktan sonra yeni başkan seçilinceye kadar geçen süreçte hükümette tam yetkiye sahip tek merci olma yönünde ki; bu süreç 2013’e hatta daha da ötesine kadar uzayabilir.
Bir taraftan da Kahire’de İsrail büyükelçiliğine gerçekleştirilen saldırı sonrasında Yüksek Askeri Konseyin olağanüstü hal ilan etmesi durumu var. Mesele bununla da sınırlı değil; konsey bu süreçte yasa yetkilerini de genişletmişti. Mesela şu anda ordunun “çalışma hürriyetine tecavüz etme, fabrikaların çalışmasını durdurma ya da ulaşımı engelleme ve yolları kapatma, yanlış haber ve dedikodu yayma” gibi yasal hakları var.
2010 yılında yalnızca terör ve uyuşturucu kaçakçılığıyla başa çıkmak için çıkarıldığı söylenen yasa, güvenlik güçlerine geniş bir teftiş, tutuklama ya da alıkoyma hakkı tanıyor. Bu durum, halkın talepleri ile ordunun eylemleri arasında büyük bir uçurumun olduğunu gösteriyor.
Sistematik işkence gerçeği, olağanüstü halin genişletilmesi ve ordunun despot tutumunu eylemcileri bastırmak için kullanması ordunun ülkede demokrasiye geçişe müsaade edip etmeyeceği konusunda ciddi endişelere yol açtı.
Mısır ordusu, yavaş ve kendinden emin bir şekilde demokrasi maskesini çıkarmaya başladı.
Analiz, 07 Kasım 2011 18:30
Yorumlar (0)