Müslüman Doğu'da ABD-Suud-İsrail İttifakı
Analiz, 04 Kasım 2011 06:30Crescent International sitesinde yayınlanan Yusuf Dhia-Allah imzalı analizde, İslam dünyasındaki ABD-Suud-İsrail arasındaki ilişki gözler önüne seriliyor.
ABD-Suudi ilişkileri ne kadar sıkı? İşte size bir ipucu. ABD başkanı George Bush, halkın karşısında Kral Abdullah’la samimi bir şekilde el sıkışırken, onun varisi Obama ise, 4 Haziran 2009 tarihinde, bir konuşma için Kahire’ye gitmeden öneki ilk denizaşırı gezisini, Suudi Arabistan’a yaptı.
Suud Ailesi ile Bush ailesinin arasındaki derin bağ, zaten biliniyordu fakat Obama’nın Riyad’a gerçekleştirdiği “hac” ziyaretine ne demeli? Herhalde bunun sebebi, “Hüseyin” Obama’nın, Müslüman oluşu değildir.
Suudi-ABD ilişkilerinde bu denli özel olan ne? Amerika, süper güç olmak isteyen bir ülke. Suudi Arabistan ise, yöneticilerinin, kendi gölgelerinden bile korktuğu bir monarşi. İlk bakışta, bu iki ülkeyi birbirine bağlayan, çok fazla şeyin olmadığı görülse de, bu, yanlış bir analiz olur. Amerika için Suudi Arabistan, sadece bir sağmal ineği değil, aynı zamanda, orta doğu politikaları için bir kilit faktördür. Suudiler için Amerika, onların meşru olmayan yönetimlerine karşı gelişen iç ve dış tehditler karşısında bir garantidir. ABD hükümetleri, demokrasiyi desteklediklerini iddia etmelerine rağmen, bu gayrimeşru rejimin yaşam sigortası oldular.
ABD, Ortadoğu ülkelerindeki halk hareketlerini destekledi fakat Suudi Arabistan’daki halk hareketleri karşısında gözlerini yumuyor. Geçen Mart ayında, Bahreyn halkının önünü kesmek için Bahreyn’e saldıran Suudi güçleri karşısında ABD, hiçbirşey yapmadı. Suudi Arabistan ve ABD, Bahreyn’deki Şiî nüfusun temel haklardan mahrum bırakılması konusunda aynı fikirdeler.
ABD, Suudi Arabistan ve Siyonist İsrail arasında zehirli bir bağ gelişti. Eskiden olsa Suudiler, İsrail ile olan ilişkilerini gizli yürütürlerdi fakat şimdi bu ilişkilerini, ısrarla teşhir etmeye uğraşıyorlar. Suudilerin, Siyonist İsrail’e karşı tutumlarındaki bu değişimin sebepleri üzerine düşünmemiz gerekir ama önce Riyad’ın son zamanlardaki siyasi hamlelerini ve bölgedeki Suudi politikasını, neyin şekillendirdiğini görmemiz gerekir.
Hüsnü Mübarek’in devrilmesi, Orta Doğu’da şok etkisi yarattı. Özellikle Suudiler, Hüsnü Mübarek gibi ABD tarafından desteklenen birini bile devirebilecek güçteki bir rüzgar karşısında, neye uğradıklarını şaşırdılar. Fakat, saraylarına saklanmakla bir şey kazanamayacaklarını ve dolayısıyla harekete geçmeleri gerektiğini düşündüler. 2009 Aralık ayında, Yemen’de Houşi kabilesi mensuplarının yüzünden rezil olmalarından dolayı bir askeri hamleden çekinseler de, rejimlerini kurtarmak için fazla seçenekleri yoktu. Birliklerini Bahreyn’e göndererek, büyük bir kumar oynadılar fakat bedelini –en azından kısa vadede- ödediler. Amerikalılar ve İngilizler de, ‘ödünç’ destek vermeye hazırdılar.
O zamandan beri, Suudiler, daha radikal adımlar atmaya başladı. Faaliyetsizliğin, rejimin sonunu getirebileceği düşüncesiyle Kral Abdullah, vatandaşlarına bir ‘rüşvet’ mahiyetinde 37 milyar dolar vereceğini duyurdu. Suudi nüfusunun 3’te 2’si, 30 yaşın altında ve 18 ile 40 yaş arası Suudilerin %40’ından çoğu işsiz. Suudi Arabistan, bunun, elinde tuttuğu bir bomba olduğunu bilmiyor. Nasıl ki işsiz gençler Zeynel Abidin bin Ali’yi devirdiler, Suudi Arabistan’ın elinde tuttuğu bu bomba da birgün onların elinde patlayabilir.
Abdullah, yaklaşık üç aydır ülkesinden uzaktı. Önce bir ameliyat için ABD’ye gitti, sonra da iyileşme dönemini Fas’ta geçirdi. Şuan 87 yaşında olan Kral’ın, bir ayağı zaten çukurda. 37 milyar dolarlık rüşvetin ardından, 500.000 konut inşa edilmesi için 60 milyar dolarlık teşvik verileceğini açıklayan kralın amacı, rejime, rahat bir nefes aldırmaktı. Aynı zamanda, Suudi medyası, büyük bir anti-Şia kampanyası başlattı. Suudiler, orta doğu’daki ayaklanmaların, İran’ın eseri olduğunu iddia ediyorlardı. Elbette ki bölgedeki bu değişikliklerin, İran’a büyük faydaları olacaktır fakat İran’ın, bu değişikliklerde, doğrudan etkisi yoktur. Eğer bölge halkı İran örneğinden etkilendiyse, bu takdir edilecek bir durumdur. Bu ayaklanmalar, yıllarca Batı tarafından desteklenen bölge bekçilerinin gücünü zayıflattı.
Mezhepçilik kartı, ülkedeki genel hoşnutsuzluğun giderilmesinde de kullanılabilir; özellikle Şiî nüfusun çoğunlukta olduğu doğu vilayetlerinde… Burası, yıllık 300 milyar dolar kazandıran petrol üretim bölgesidir fakat bölge halkı bu zenginlikten hiç faydalanamıyor. Suudi soyluları, bu zenginliğin sahipleri olduklarını ve istedikleri gibi kullanabileceklerini iddia ediyorlar. Bu yılın başında kral Abdullah tarafında açıklanan yardımlar, bölge halkına bir jest gibi sunuluyor ama zaten bütün bu zenginliğin sahibi, aslında bu halktır.
ABD-Suudi ilişkilerinin elbette ki başka sebepleri de var. Öncelikle Suudi Arabistan, Amerika’da 1 trilyon dolarlık yatırımın sahibidir. Ayrıca, OPEC’in en çok petrol üreten ülkesi Suudi Arabistan, petrol fiyatlarını belirleme gücüne sahiptir. ABD için, genellikle fazla petrol arzı gerçekleştirmek suretiyle petrol fiyatlarını ucuz tutar. Amerika’nın tükettiği petrolün %12’si, Suudi Arabistan’dan işal edilir.
Ayrıca, bazı silah anlaşmaları da mevcut. 1945’ten beri, Suudi Arabistan, Amerika’dan 100 milyar doların üzerinde silah satın almış. Ayrıca geçen yıl, gelecek 30 yıl içerisinde 60 milyar dolarlık silah alımı gerçekleştireceğine dair bir anlaşmaya da imza atmış bulunuyor. Suudi Arabistan’ın, bu silahları kime karşı kullanacağı belli değil. Fakat, Siyonist İsrail’e karşı kullanmayacağı açık. Suudi Arabistan, bu silahların bir kısmını, 2009 Aralık ayında, Yemen’deki Houşi kabilesine karşı kullanmıştı. Fakat Suudi birliklerinin beceriksizliği dolayısıyla bu silahlar, beklenen etkiyi yaratmadı.
Geçen aylarda Suudiler, bu öldürücü silahları, Bahreyn’deki barışçıl göstericilere karşı kullandılar. Görüyoruz ki bu silahlar, Müslümanlara karşı kullanılıyor. Ve daha da ötesi, İran’dan gelecek bir tehdide karşı kullanılacağı açık. Fakat geçen 200 yıl boyunca İran, hiçbir ülkeye saldırmadı. Fakat sürekli olarak, vahşi saldırıların hedefi oldu. En son örneği de 1980 yılında, Saddam Hüseyin’in gerçekleştirdiği saldırıdır.
Ülke içinde, Suudi rejimi 3 tehditle yüz yüze. Birincisi, doğu’daki bastırılmış Şiî gruplar. İkincisi, sesleri Batı’da yankı bulan kadınlar. Üçüncüsü ise yaş faktörüdür. Suudi prenslerin birçoğu 70 li ya da 80 li yaşlardalar. Ufukta, ciddi veraset kavgaları görünüyor.
Hangi tehdidin önce su yüzüne çıkacağı kesin değil fakat bir şey kesin. Olası bir iç savaş karşısında, ABD bile yardım edemeyecek. Abdullah gömülür gömülmez, taht kavgaları başlayacak ve Suudi “soyluları” birbirlerinin sırlarını ifşa edip çamur atarken, biz heyecanla izliyor olacağız.
Amerika’nın ya da onun Siyonist çocuğunun, Suudi silahlı kuvvetleri içine birkaç subay yerleştirmiş olması mümkündür. Suudi Arabistan gibi bir sağmal ineğini, kolay kolay kaptırmazlar. Ve bu, İslam ümmetinin cevaplaması gereken bir sorudur. Bu kutsal topraklar, Amerika, İsrail ya da aynı derece suçlu olan Suudilerin insafına bırakılabilir mi?
Analiz, 04 Kasım 2011 06:30
Yorumlar (0)