Obama'dan Hollywood'luk Senaryo!
Analiz, 14 Ekim 2011 05:57Habertürk yazarı Ceyda Karan ABD'nin yeni planladığı ve bölge ülkeleri ile İran arasında çatışma çıkarmaya çalıştığı yeni oyununu ayrıntılarıyla inceledi ve yazdı. İşte o yazı. . .
Biz ‘yeni Ortadoğu şekilleniyor’ diye düşünüp ‘sevindirik’ olurken, Amerika ve İran arasında doğrusu insanı ‘işkillendiren’ gelişmeler yaşanmakta. Biri Amerikan vatandaşlığı da bulunan iki İranlı hakkında Suudi Arabistan’ın Washington Büyükelçisi Adil el Cübeyir’e suikast komplosu yapmakla ilgili iddianamenin New York Bölge Mahkemesi’ne sunulması eşliğinde; Amerikan Adalet Bakanı Eric Holder ile FBI Başkanı Robert Mueller sahneye çıktı, aleme cihana parmakla İran’ı gösterdi. Dünya medyası bir parça alttan aldı, özellikle Irak’la ilgili kitle imha silahları yalanı hiç aklından çıkmayan bizim coğrafyadakiler... Lakin iş Amerikan Başkanı Barack Obama’nın, İran’ı bir parça ‘tuhaf’ bir lisanla işam etmesine kadar vardı. Eh Obama da artık konuştuysa ve ortada bir New York Times yazarının ‘Quentin Tarantino’nun reddettiği senaryolardan birisine benzettiği’ bir vaka varsa, etraflıca bakmakta fayda var. Senaryo biraz uzun olacağından şimdiden okurlardan sabır diliyorum. Ama merak etmeyin, casus filmlerini aratmıyor.
İRANLI ‘SCARFACE’ SAHNEDE
Baş kahramanın lakabı ‘Scarface’, yani ‘Yaralı yüz’... Hani şu ünlü Al Pacino’nun başrolünü oynadığı, senaryosunu Oliver Stone’un yazdığı, yönetmenliğini de Brian De Palma’nın yaptığı filmdeki gibi... Uyuşturucu işiyle iştigal eden bir mafya babasının trajik öyküsünün anlatıldığı ‘Scarface’ filminde baş kahraman Küba asıllı bir Amerikalıdır. Bizim senaryodaki baş kahraman ise İran asıllı ‘Scarface’ Mansur Erbabsiyar. 30 yıl kadar önce Amerika’ya göçmüş. ‘Scarface’ lakabını Teksas’ta makina mühendisliği okurken, 1981’de bir kızla flörtüne öfkelenenlerin Houston’da bir gece vakti kurduğu pusuda aldığı bıçak yaraları sebebiyle ‘kazanmış’. Bugün 56 yaşındaki bir ikinci el otomobil satıcısı olan Erbabsiyar, artık New York’ta tutuklu. Meksika’dan Tahran’a uzanan küresel çapta bir ‘terör komplosu’ iddiasının baş zanlısı… Yakınları ve arkadaşlarına bakılırsa, tek derdi para olan, anahtar ve cep telefonlarını mütemadiyen kaybeden bir nevi derbeder.
İLK ADIMDA FBI İHBARCISINA TOSLAMAK…
İşte Tahran; Wikileaks belgelerine göre Amerikalılara Kralı Abdullah’ın ‘Yılanın başını ezin’ talebini ileten, AIPAC’la pek sıkıfıkı olan Suudi elçisi el Cübeyir’i, hem de Amerikan başkentinde yok etmek için bula bula İranlı ‘Scarface’i buluyor. İranlı ‘Scarface’, Devrim Muhafızları’nın dış operasyonları yürüten Kudüs Gücü’nün elemanı Gulam Şakur’dan talimatları alıp mayısta harekete geçiyor. El Cübeyir’i Suudi büyükelçiliği binasını patlatarak, hadi olmadı Amerikalı Kongre üyeleriyle dolu bir restoranı bombalatmayı da göze alarak ortadan kaldırmaları için de pek ‘güvenilir’ bir yere başvuruyor. Latin kökenli eski karısı vasıtasıyla tanıdığı ve Meksikalı eski komandoların kurmuş olduğu ünlü uyuşturucu karteli Zetas’tan bir elemana… Heyhat! İranlı ‘Scarface’in ilk adımında tosladığı bu şahsiyet, kartele sızmış ve liderliğe yakın bir FBI ihbarcısından başkası değil!
KIZIL KOALİSYON OPERASYONU
Eh olayı haber alan Washington, derhal harekete geçiyor. Haziran ortasında Başkan Obama haberdar ediliyor ve Amerikan Uyuşturucuyla Mücadele İdaresi ile FBI, ‘Kızıl Koalisyon Operasyonu’nu başlatıyor. Tabi bizim ‘Scarface’ her şeyden bihaber. İranlılar da öyle. Erbabsiyar, 17 Temmuz’da Meksika’daki buluşmada ihbarcıya, ne pahasına olursa olsun el Cübeyir’in yok edilmesini söylüyor. Muhatabının sivil kayıp ikazlarına, “Bir restoranı havaya uçurmanız ve 100 Amerikalıyı öldürmeniz bile gerekse, canları cehenneme!” yanıtını veriyor. İş 1.5 milyon dolara bağlanıyor, İran’daki Kudüs Gücü, FBI’ın açtığı hesaba yabancı bir bankadan 100 bin dolara yakın ön ödemeyi gönderiveriyor. Yaptırımlarmış, İran bankalarının para transferlerinin takip altında olmasıymış, kim takar! Hem zaten İranlılar, birkaç trafik cezası, delil yetersizliğinden aklandığı bir hırsızlık vakası, bir de eski karısına yaklaşmama cezası olan acemi çaylak ‘Scarface’e güvenmişler bir kere.
12 GÜNLÜK SORGUYLA BÜLBÜL GİBİ ÖTMEK
Sonra bizim ‘Scarface’ anavatanına gidiyor, 20 Eylül’de ihbarcı telefon konuşmasında Erbabsiyar’dan 1.5 milyon doların yarısını ödemesini istiyor. Erbabsiyar bu işi elden yapmayı münasip görüp, Meksika’ya uçuyor. Heyhat! Meksikalılar kendisini ülkeye sokmayıp New York uçağına bindiriveriyor. İranlı ‘Scarface’imiz 28 Eylül’de JFK’de kıskıvrak yakalanıyor. Rivayet o ki, 12 günlük sorgu sonucunda ‘bülbül gibi’ ötüyor ve talimatları İran hükümetinin üst düzey yetkililerinden aldığını ‘itiraf ediyor’. Amerikalıların izni ve tabi ki dinlemesi altında 5 Ekim’de Tahran’daki Gulam Şakuri ile telefonda görüşüyor. Kızıl Koalisyon Operasyonu’ndan bihaber Şakuri kendisine “Çabuk yap, çok geç kaldık” diyor.
Velhasıl Holder’ın da aktardığı 21 sayfalık iddianamede, komplo ile ilgili Kudüs Gücü’nden üç İranlının daha isimleri geçiyor: Kasım Süleymani, Hamid Abdüllahi ve Abdul Rıza Şahlai… Elbette İran, suçlamaları reddedip küçümsedi. Amerika’yı ‘çocukça komplolar kurmakla’ işam etti. Ve BM Genel Sekreteri Ban ki Mun’a bir mektupla olayı protesto etti.
GEREKÇE ARAMAYA NE HACET
Detayları ıncık cıncık okuduktan sonra Quantin Tarantino olmasa bile bu senaryoyu kabul edebilecek bir Hollywood’cunun çıkabileceğini teslim etmeli. Eğlenceli bir kere! Nitekim Amerikan kamuoyu ve ana akım medyası şüpheleri dile getirse de kabule meyilli. İran’ın acemi birini dikkat çekmeyeceği için seçmiş olabileceğini söyleyen çok. Haberlere İran’ın ‘kötü sicilinin’ serpiştirilmesi ihmal edilmiyor. İslam Devrimi sırasında 1979’daki Amerikan elçiliğindeki rehin olayına bile atıf yapılıyor. Bunun devrimin ‘özgün koşullarının’ ürünü olduğu akıllara getirilmiyor. Amerika’nın Beyrut’taki elçilik ve donanma hedeflerine saldırılardan söz ediliyor, ‘Hizbullah=İran’ kurgusuyla Lübnan’ın yıllar önceki ‘özgün koşulları’ da akıllara getirilmiyor elbette. Oysa İran’ın İslam Devrimi sonrası Avrupa’daki sürgünleri hedef alan birkaç eylemi ve İsraillilerin ispatlanmamış iddialarının ötesinde ülke dışında benzeri bir suikastı yok. Bu noktada Arjantin’de 1992’deki İsrail elçiliği saldırısı ve 1994’teki Yahudi toplumu merkezi saldırıları anımsatılsa da, açılan davada kanıt yokluğundan hiç bir sonuç çıkmadığı ihmal ediliyor. Tabi haberlere İran’ın ve Hizbullah’ın Latin Amerika’daki Arap toplumundaki ‘derin örgütlenmesine’ dair istihbaratlar da ekleniyor. CIA analistlerinin aslında bir kaç fonlamanın ötesinde çok ciddi kanıt bulunmadığı ikazları şüphe niyetine konuluyor.
NE FAYDA SAĞLANACAK?
İran’ın böylesi bir eylemle ne sağlayacağına dair gerekçelendirmeler de çok basit aslında. İran’ın baş düşmanı Suudi Arabistan’a Bahreyn’i işgalinden beri iyice diş bilediği; Suudi elçisini temizlemeyi pek arzulayacağı; ‘Arap Baharı’yla Ortadoğu’daki etkisinin azaldığı ve kilit müttefiki Suriye’nin üzerine fazla gidilmesinden rahatsızlık duyduğundan ‘gövde gösterisi’ yapmak isteyebileceğine uzanan bir dizi görüş… Diğer yandan komploya inanmayı arzulayanlar bundan Amerika’nın Suudi Arabistan’la ‘Arap Baharı’ sebebiyle bozulan ilişkilerini düzeltme çabasını da çıkarıyorlar. Amerikalılar ile Suudların petrolün ana unsurunu oluşturduğu 11 Eylül’le bile kopamayan göbek bağının zayıfladığı iddiasına ikna olanlar da çıkabilir elbette. Ama koca komploya böyle izahatlar doğrusu güdük kalıyor.
‘CHENEY VE RUMSFELD BİLE UYDURAMAZDI”
Neyse ki, Ortadoğu’da daha sessiz ve derinden çalıştığı söylenen, istihbarat çevrelerinde iç denetiminin sıkılığıyla namlı İran istihbaratının nasıl olup da böylesi bir acemi çaylağı kullanmayı düşüneceği; Amerikan topraklarına saldırıdan ve Suudilerin üzerlerine atlamasına vesile yaratmaktan ne gibi bir kazancı olacağı; Meksika uyuşturucu kartellerinin hadi ‘tonlarca afyonu’ anladık, 1.5 milyon dolar gibi küçük bir paraya neden tenezzül edeceği; ‘İslam bağlantılı bir terör’ olayıyla anılmaya ve Amerikan hükümetinin tüm şimşeklerini üzerlerine çekmeye nasıl olup da razı gelebileceğini soranlar da var elbette. Devrim Muhafızları’na dair çalışmalarıyla tanınan İran asıllı Amerikalı Resul Nafisi, “İran’ın suikast yapmak için kullandığı yollara benzemiyor. Normalde bu türden bir operasyonda grup planlaması yaparlar. Hedef seçimi, zamanlama ve kullanılan yönteme bakınca bunun İran rejiminin işi olduğundan şüpheliyim” diyor örneğin. CIA’nın Ortadoğu’da 25 yıl görev yapmış eski örtülü operasyonlar yetkilisi Robert Baer, “Küdüs Gücü hiç bilinmeyen kuklalar kullanıp, Meksika uyuşturucu kartelleriyle temas kurup, New York’taki banka hesaplarına para görderecek kadar baştan savma işler asla yapmadı. Kudüs Gücü çok daha beceriklidir” görüşünde. Yazar Pepe Escobar ise Amerikan federal silahlarının Meksikalı uyuşturucu kartellerinin eline geçmesine yol açan başarısız bir operasyonu örtme çabasının da Amerikan senaryosunda rol oynadığını iddia ederek, "Altın çağlarındaki Cheney ve Rumsfeld bile böyle bir şey uyduramazdı" diyor.
ASIL ÜRKÜTÜCÜ OLAN
Senaryo eğlenceli olmasına eğlenceli ama ürkütücü olan yanı, Amerikan hükümetinin son yıllarda ortaya çıkmış en tuhaf terörizm davasını İran hükümetini resmen suçlamak için kullanması… Dün nihayet isimlerini vermeyen bir takım Amerikalı yetkililer, dini lider Ayetullah Ali Hamaney ve Kudüs Gücü’nün bu plandan haberdar olmasını ‘epey muhtemel’ bulsalar da bu konuda somut kanıtları bulunmadığını fısıldadı. Ahmedinecad’ın ise haberi olmayabileceği görüşü eşliğinde... Fakat bu Amerika’daki tepkileri değiştirmiş görünmüyor. Netikem neoconlar, İsrail lobisi ve Suudi kokuları eşliğinde ‘şeytani İran’ algısını pekiştirmek üzere düğmeye basıldı.
Ilk anda “Suudi büyükelçisini öldürmek için Meksika uyuşturucu karteline gitmeye kalkışma fikrine kim inanır ki” tepkisini vermiş olan ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, dün “Bu türden bir eylem uluslararası kuralları ve uluslararası sistemi ayaklar altına alıyor. İran eylemlerinden ötürü sorumlu tutulmalı” dedi. Başkan Yardımcısı Joe Biden, Amerika’nın şu anda İran’a karşı dünya kamuoyunu bir araya getirme sürecinde olduğunu söyleyip, “Her ihtimal masada” çıkışı yaptı. Suudi istihbaratının eski şefi Prens Türki el Faysal da çok sertti: “Kanıtlar çok güçlü ve İran’ın açık sorumluluğunu gösteriyor. Bu kabul edilemez. İran’da birileri bunun hesabını vermek zorunda kalacak.”
AKILLARA POWELL GELİYOR
Anlaşılan ‘komplo’nun ilk sonucu Suudi-İran ilişkilerinin kopması olacak. Amerikalılar da ilk iş İran’ın Mahan havayollarını Amerika uçuşlarından men etti. BM’nin 1978 tarihli diplomatların korunmasına dair sözleşmesinin ihlal edildiği teziyle zanlıların iadesini talep edip, olayı BM Güvenlik Konseyi’ne taşımak ve hatta baskıyı yoğunlaştırıp Lahey’e taşımaya çalışmak Amerika için olası seçenekler olarak sunuluyor. Tabi bu tür seçenekler ‘adamına göre’ değişiyor olsa gerek. Misal Amerika 1976’da eski Şili büyükelçisi Orlando Letelier ve asistanı Ronni Moffitt Washington’da Şili gizli polisi tarafından öldürüldüğünde BM sözleşmesi kimsenin aklına gelmemiş. Zira fail ABD’nin tercihi olan Şili diktatörü Agusto Pinochet. Nitekim suikastı organize eden CIA ajanı Michael Townley hala Amerika’da bir yerlerde koruma altında yaşıyormuş… Eee Pinochet’nin Şili’si başka, İran başka…
Amerikalı yetkililerin beyanlarından anladığımız ‘komplonun’ dünyada İran’ı ‘kuşatma operasyonuna’ mihenk taşı yapılacağı. Eh malum, İsrailliler ne kadar bağırsa İran’un nükleer silah ürettiği iddiası artık pek gündem olamıyor. Yaptırımlar Çin, Rusya ve Hindistan filan varken, bu haliyle hedeflenen sonuçları vermiyor. Bu olayla ise ‘terör destekçisi ülke’ tezi işlenebilir. Hem neme lazım, Irak savaşı öncesi Amerikan Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın komik kamyon çizimleri eşliğinde sergilediği Irak’ın kitle imha silahları yalanı pek güzel tutmuştu. Powell nedamet getirdiğinde zaten iş işten geçmişti. Tabi şimdilik Çinliler henüz yorum yapmadı, Rusya’nın BM temsilcisi Vitaly Çurkin “Daha ziyade tuhaf” demeyi seçti. Lakin Amerikalılar iki ülkeye de soruşturmanın detaylarını paylaşmak üzere heyet yolluyormuş.
OBAMA’NIN İLACI MI?
Aslına bakarsanız bütün bu olup bitenler Obama için ilaç misali. ABD Başkanı işbaşına geldiğinden bu yana genel manada İran ile ipleri fazla germeme politikası izledi. Amerikan askerlerini Irak ve Afganistan’dan büyük ölçüde çekme yönünde adımlar atarken, Amerikan ekonomisinin belini doğrultamaz ve Wall Street’i işgal eylemleri ‘ekonomik demokrasi’ talepleriyle yavaş yavaş ülkeye yayılırken üçüncü bir savaşın içine düşmek istemesi pek akıl karı görünmüyor. Ama diğer yandan Cumhuriyetçiler ve neocon kanat tarafından İran’a karşı hiçbir şey yapmamakla suçlanıyor. Nitekim, ‘komplo iddiası’ Amerika’daki malum siyasileri harekete geçirmekte gecikmedi. Amerikan Enterprise Enstitüsü ve neoconlar “Söylemiştik” diye bağırmakta. Temsilciler Meclisi’nin Cumhuriyetçi Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Ileana Ros-Lehtinen, “İran’ın oluşturduğu çok yönlü tehdit her geçen gün artıyor. Tahran bize anavatanımızda saldırmaya çalışıyor ve dünya çapında bizim ve müttefiklerimizi tehdit ediyor. Daha fazla vakit harcayamayız. Sorumlu uluslar bu tehdide karşı birleşmeli ve İran rejimine karşı gereken baskıyı yapmalı” dedi. Bush yönetimi döneminin de önde gelen necon figürlerinden Elliot Abrams, “Başkentimizdeki bu terör eylemi planının pervasızlığı bize Tahran’daki rejimin nükleer silah sahibi olmaması gerektiğini öğretmeli. Şimdi böyle davranabiliyorlarsa, nükleer silah sahibi olduklarında kim bilir nasıl davranacaklar” nidasını attı. Tabi Amerika’da daha ‘serinkanlı’ sesler de var. Ulusal İran Amerikan Konseyi’nden Trita Parsi, “Eğer iddia edilen şey, Amerika’yı kışkırtmayı hedefliyorsa, Obama yönetimi böylesi bir tuzağa düşmemek için daha dikkatli olmalı. İran’la savaş Amerikan çıkarları ve İran halkı için felaket olabilir” dedi. Parsi, Suudi Arabistan ve İran’ın kırılgan ‘Arap Baharı’ sürecinde Ortadoğu’da etki yarışında olduğunu da anımsattı.
AMERİKA İRAN’LA ‘DOĞRUDAN TEMAS KURDU’
Obama da komplo iddiasının dünyaya duyurulmasından iki gün sonra dün akşam nihayet ses verdi. Amerika’da bu kadar gürültü koparken, davanın ikna ediciliği konusunda bu kadar şüphe ortaya konulmuşken, doğrusu bana biraz da tuhaf kaçan bir tonlamayla. İran hükümetini ‘pervasızca davranmakla’ suçladı Amerikan Başkanı, “Şimdi bu bulgular herkesin gözü önünde. İddianamedeki suçlamaları nasıl destekleyeceğini bilmeseydik, davayı ortaya sürmezdik” dedi. Dava sayesinde ABD’nin nadir bir yola başvurup ‘doğrudan’ İran’la bağlantı kurulduğunun bizzat Amerikan Dışişleri Bakanlığı kanalıyla duyurması da bir başka çarpıcı nokta.
BU DA BENİM SENARYOM
Doğrusu Amerika 2012 seçimleri için geri sayarken, İran’a yüklenmesi için vesile çıkması Obama için Yahudi lobisinin yeniden desteğini kazanması açısından bulunmaz fırsat. Eh madem komplolardan gidiyoruz… Aklıma John F. Kennedy’nin Amerikan derin devletiyle nasıl cebelleştiğini ve nasıl öldürüldüğünü anlatan Oliver Stone’nun JFK filmi geliyor. Öyleyse benim senaryom da şöyle olsun. “Amerikan derin devletinin komplosunu haber alan Obama, bu hiç de ikna edici durmayan senaryoyu dünyaya duyurdu. Bunun üzerinden bir taşla iki kuş vuracak. Hem İran’a retorik yüklenme fırsatı ile seçim öncesi puan kazanacak, hem de olayı karikatürize kılıp etkisini sınırlandıracak…” Sizce senaryo böyle olsa Quantin Tarantino kabul eder miydi?
Habertürk - Ceyda Karan
Analiz, 14 Ekim 2011 05:57
Yorumlar (0)