Kur'an, Ehlibeyt'i Sevmeyi Emrediyor
Ehl-i Beyt, 01 Ağustos 2011 06:16'Kurtlar Vadisi'nin senaristlerinden Ahmet Turgut'un yeni romanı 'Aşkın Şehidi', raflardaki yerini aldı. Turgut'la, Hazreti Hüseyin'in Kerbela'da katledilmesinin anlatıldığı romanın ayrıntılarınının yer aldığı Akşam Gazetesi röportajı:
'Bozkır'ın Sırrı Türk Peygamber' romanıyla, pek dokunulmayan bir alana, insanların kutsalına giren Ahmet Turgut, yeni eserler vermeye devam ediyor. Yeni kitabı 'Aşkın Şehidi' Callisto Yayınları'nda çıkan Turgut, bu sefer İslam'ın yaralı Hz. Hüseyin'i ve dramatik öyküsünü anlattı. Biz de içine girdiğimiz Ramazan ayını da fırsat bilerek, 'Kurtlar Vadisi', 'Ekmek Teknesi', 'Ayrılık', 'Eşref Saati' gibi birçok sevilen dizinin senaryo ekibinde bulunan yazarla, ikinci kitabı 'Aşkın Şehidi'ni konuştuk:
Hazreti Hüseyin'i ve dramatik sonunu anlattığınız 'Aşkın Şehidi' sizin ikinci kitabınız...
Evet, bir de 'Bozkır'ın Sırrı Türk Peygamber' adlı bir romanım var.
Böylesi tarihi kişiliklerle ilgili yazmak cesur bir giriş değil mi?
Her ikisi de ilk roman. Yani Türk edebiyatında başkarakter itibarıyla bir ilk. 'Bozkır'ın Sırrı Türk Peygamber'de kurgu bir peygamber var. Üç bin yıl önce Türklere bir peygamber geldi. Tamamen hayal mahsulü bir roman. Meşruiyetini Kur'an-ı Kerim'de ayetlerden ve hadislerden alıyor. Kur'an-ı Kerim'de her topluma bir peygamber geldiği duyuruluyor. Mesela bir Hadisi Şerif'te Peygamber Efendimiz der ki; '124 bin Nebi geldi'. İşte onlardan biri Türklere gelmiş olsaydı, Türk tarihi nasıl şekillenirdi üzerinden bir hayal, bir sorunun cevabını arama çabasıydı. Genel olarak beğenildi. İlk yıl 18 baskı yaptı.
İtiraz eden oldu mu?
Romanı okumayan kişiler tarafından bir miktar geldi. Onların itiraz noktası, peygamberlerin genelde bozuk toplumlara geldiği yönündeki algı nedeniyleydi. Bazı kişiler de Türk peygamber kelimesinden milliyetçilik ve ulusal gurur çıkarma derdine girdi. Her iki algılayışın da tarihi realiteyle çok örtüşür tarafı yok. Eski Yunan'a bakıyoruz Sokrates, mevcut tanrıları reddedip sonunda ölümü göze alabilen ve arkasında birçok ilke bırakan bir kişi. Çok rahatlıkla Sokrates'in bir peygamber olduğunu söyleyebiliriz. Elimizdeki ilahi kitaplardaki peygamber listeleri 20-30'la sınırlı. Ama 124 bin nebi geldiyse, Budha'nın da peygamber olma ihtimali çok yüksek ya da Zerdüşt'ün. Ama o dinlerin hepsi bozuldu ve bozulmak zorunda ki Hz. Muhammed gelsin. Sürekli bir peygamber geliyor toplumu uyarmaya.
'Aşkın Şehidi' de kurgu mu?
Hikayenin kendisi gerçek bir olay. Kerbela malum Hz. Hüseyin'in şahadetiyle nihayetlenen tarihi bir trajedi. Birçok kimlik, yani Aleviler, Şiiler, Caferler, Kerbela üzerinden kendilerine bir kimlik edindiler. Acısı bitmeyen, 1330 yıldır devam eden bir vak'a. Tarih kitapları konuyla ilgili çok şeyler yazdı ama neticede biz birçok şeyi bilmiyoruz. Tarih size belli şeyler gösteriyor. Verdiği aralıklarda boşlukları doldurmanız gerekiyor. Bunu kurgulamak gerçekten çok zordu. İlk kitap Nebilik üzerineydi, bu velayet üzerine. Resulullah Muhammet Mustafa (SAV) dünyasını değiştirdikten sonra velayet devam etti. Peygamberimizin şahadetinin ardından kulların bilgiye ihtiyacı elbette vardı ama 632'de peygamberlik bitti, velayet başladı. 1370 küsur yıl boyunca insanlığın yine o bilgiye, aydınlığa ihtiyacı var. Dini terminoloji der ki 'Nebiden sonra velayet başladı'. Velayetten nebi çıkar biz evliya deriz ya, evliya 'veliler' demektir. Velinin çoğulu. Yani artık peygamberler eliyle değil evliyalar eliyle insanlık şekillenir.
UZMANLARLA ÇALIŞTIM
Bütün bu teknik bilgileri toparlamak kolay değil... Konuyla ilgili yüzden fazla eser okudum. Kimlikler Kerbela üzerinden var oldu demiştim. Bu noktadan çıkışla; Caferiler ve Şiiler konuyla ilgili çok fazla analiz kitabı yazdılar. İşin bilgi kısmı daha çok Caferi kültürde kaldı. Anadolu'da Aleviler bu konuyu sürekli sözlü edebiyatla bir tuttular. Türkülerde ağıtlarda ve işin duygusu da Alevi gelenekte sürekli harmanlandı. Bizim Sufi geleneğimiz de sürekli Ehlibeyt ve Hz. Hüseyin, Hz. Hasan'a atıflar yapar. Yani işin irfani kısmını Sufiler, duygu boyutunu Aleviler, bilgi tarafını da Caferi gelenek diri tutmuş. Kerbela ile ilgili bir şey yazacağınız zaman üç ekolü de bu konuda tanımak zorundasınız. Marmara İlahiyat Fakültesi'nden Doç. Dr. Gülbin Uyar ve Cem Vakfı'ndan İzzettin Doğan Dede yardımcı oldu. Caferi alimlerle konuştuk. Hüseyin Hatemi ile mükerrer toplantılarımız oldu. Yine Türkiye Caferilerinin lideri Selahattin Özgündüz'le görüş alışverişlerimiz oldu. 20'ye yakın uzmanın karşılıklı mülakat, görüş alışverişi hazırlık süreci oluşturdu. Ondan sonra böyle bir romana giriştik. Biraz uzun ve sancılı bir süreçti. 15 kilo verdim bitene kadar.
Sizi en çok zorlayan ne oldu?
İlk defa bir roman ortaya koyuyorsunuz ve objektif olmak zorundasınız. Bir tarafın görüşleriyle yürüyüp, düşmanlık üzerine yeni düşmanlıklar ekleyeceksiniz en kolayı bu. Amiyane tabiriyle tam bir amigoluk. Bir taraf sizi çok beğenecek, diğer taraf beğenmeyecek. Bu hem yazar kalemin namusuna uymaz hem de Kerbela'nın ahlakına uymaz. Cem Vakfı'nda dedelerimize imza günü yaptık. Dedeler benim Sünni kökenli olduğumu bilmiyordu. Okumuşlar çok beğenmişler. Bu konuda yazılan ilk romanın bir Sünni tarafından kaleme alınmasını anlamlı buldular.
Bu konuda başka roman yok mu?
Hikayeler var. Fakat onlar yazılmasa bugün bu roman da yazılamayacaktı. Bu konuya girmekten hep çekinmiş insanlar. Bu konuda çok kan akıtıldı.
Alevi Sünni ayrımı için ne düşünüyorsunuz?
Kur'an-ı Kerim bize Ehlibeyt'i sevmemiz gerektiğini söylüyor. Peygamber Efendimiz bunu sözleriyle tekrarlıyor. Sünni ile Alevi'nin ortak paydası, ortak geçmişi çok fazla. Hepsinden önemlisi ortak bir geleceğimiz var. Birbirimizden ayrılamayız, ayrılmamalıyız. Ortak geleceğimizi şekillendirirken, birlikteliklerimize vurgu yapmalıyız. Sanatta, edebiyatta bunun tekrarlanması lazım. Belki de bu roman o açıdan da güzel bir noktaya geldi. İnsanların çok dikkat etmesi lazım. Her zamankinden daha çok Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'i anlamaya ihtiyacımız var.
HZ. HÜSEYİN'LE ORUÇ TUTUP İFTAR AÇTIM
Kendinizi savaşın içinde bulduğunuz oldu mu?
Şöyle söyleyeyim, geçen sene bu vakitlerde romanda Hz. Hüseyin'in Ramazan'ı başlıyor. Ramazan'da Hz. Hüseyin nasıl niyet eder diye düşünmeye başladım. Aklınıza ilk gelen, 'Niyet ettim Allah için Ramazan orucu tutmaya'. Bu çok klasik. Ben bunu söyleyebiliyorsam Hz. Hüseyin'in başka bir şey söylemesi lazım. Roman tıkandı, sadece bir niyet cümlesi. O niyet cümlesi bulunursa roman devam edecek yazılmaya. O niyet cümlesi oturduğu zaman roman devam etti.
Nasıl niyet etti?
Sanırım yüzüncü sayfalarda ortaya çıkıyor. Orada Hz. Hüseyin karakteri der ki, 'Allah'ım açlığımı senin sevgine, susuzluğumu da senin ilmine adıyorum'. Her bir bardak suyu gördüğünde Allah'ın ilmini, bir lokma yiyecek gördüğü zaman da Allah'ın sevgisini hatırlayan bir kişi var. Yani mesele akşama kadar aç kalıp, iftar vakti son 24 saatte her şeyi yiyebilme üzerine kurulu olmuyor. İnsan aklı ve gönlü başka bir şekilde çalışıyor. Hz. Hüseyin ile beraber oruç tuttuk beraber iftar yaptık.
Dinç Çoban - Akşam
Ehl-i Beyt, 01 Ağustos 2011 06:16
Yorumlar (0)