Endişeliyim!...
Analiz, 21 Temmuz 2011 18:20Ortadoğu ile ilgili araştırmaları, kitap çevirileri ve yazıları ile bilinen yazar Kenan Çamurcu'nun Suriye isyanı üzerine tespitleri:
ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'ın, Libya Temas Grubu toplantısı için geldiği İstanbul'da çok titiz ve yoğun bir planlama olduğu besbelli kapsamlı bir halkla ilişkiler faaliyeti yürütmesi kimsenin dikkatinden kaçmamış olmalı. Clinton, katılımcılarını Türk-Amerikan değişim programının tezgahından geçmiş konukların oluşturduğu bir televizyon programında da seçimden yeni çıkmış AK Parti'ye ve onun güçlü iktidarına, Türkiye'nin kalkınmasına, bölgesel liderliğine ve muhafazakar modernleşmeye iltifatlar edip payeler dağıttı. Bütün bunlar yaşanırken adeta Türkiye'nin plato olarak kullanıldığı ama Amerikalıların evsahipliğinde Libya ve Suriye toplantıları gerçekleştirilerek her iki ülkede de yeni rejim kurma çalışmaları yapıldı.
Bu hızlandırılmış fotoğraf karelerine İsrail'in Mavi Marmara için özür dilemeye hazırlandığı bilgisini de eklemek gerek! Öyle anlaşılıyor ki İsrail, Mavi Marmara için Türkiye'den özür diler ve tazminat öderse ABD Suriye meselesine abanmak için en önemli kamburdan kurtulmuş olacak.
Hükümeti ve sokağıyla tüm Türkiye'yi Suriye'ye karşı seferber etmenin hayati adımlarının birbiri ardınca ve hızla atıldığını gözlemliyoruz.
Sanki Türkiye'de kollektif halet-i ruhiye yüksek bir gerilime, yahut bir savaşa hazırlanıyor!
Bir ülkenin yönetimini tanımayıp onun yerine başka yönetim kurulmasına evsahiliği yapmanın uluslarararası siyasette hükmü nedir? Türkiye acaba Suriye ile bağını mı kopardı, savaş koşulları mı geçerli halihazırda? “Suriye'de rejim çökerse yerini almak üzere geçici konsey toplantısı” düzenlenmesine Amerikalıların kendi ülkelerinde evsahipliği yapmak yerine bu operasyonu İstanbul'dan yönetmeleri eğer meşruiyet krizini halletmeye dönük bir manevra değilse acaba Ankara'nın istek ve talebi mi sözkonusu bu işte? Hani Türkiye Esed'in yönettiği bir reform sürecinden sözediyor ve dış müdahaleye karşı olduğunu söylüyordu?
İstanbul'daki devlet yıkıp devlet kurma organizasyonlarına ait fotoğrafın komik öğesi ise “Suriye'ye demokrasi getirilmesi” gerektiğini kararlaştıranlar arasındaki Arap sultanlarıdır! Arap saltanatlarında demokrasi, milli irade ve serbest seçim namına yaprak kımıldamamasına rağmen, onlar, kimsenin kendilerine bunu hatırlatıp keyiflerini kaçırmadığı ciddi toplantılarda “Arap baharı”nın mucizevi etkilerinin Suriye'yi de içine almasından duydukları memnuniyeti her hal ve hareketleriyle yansıttılar. Daha da acaibi, Suriye'deki “Alevi yönetim”i devirmek için sokaklara akmaya ve sınırlara dayanmaya hazır olduğu anlaşılan heyecanın da bu (Sünni) sultanlara herhangi bir lafının olmamasıdır. Nitekim Haziran 2011'de İstanbul'da Fatih Camii'nde IHH, Özgür-Der gibi çevrelerce düzenlenen Suriye protestosunda en önde, Bahreyn'deki isyana “Şii fitnesi” diyen Kuveyt sultanlığının temsilcilerinin bulunduğu biliniyor.
İstanbul, geçen haftayı hiçbir şey olmamış gibi davranılan ama gerçekte gözleri faltaşı gibi açması gereken kritik toplantılara tanıklıkla geçirdi. Cevap verilmesi gereken soruların hiçbiri ne Başbakan, ne de Dışişleri Bakanı tarafından cevaplanmadı.
Türkiye, bir kez daha “batı ile birlikte hareket etme” siyasetinin yıkıcı teslimiyetini tecrübe ediyor. Sivil toplum cehanında ise muhafazakar kesim, iktidarın içine sürüklendiği politik tutumu caydıracak protestolarla yeri göğü inletecekken, aksine USrail'in hedef tahtasına atış yapan eylemlerle hakikati göremeyen kör uçuşları tercih ediyor.
Bütün bu gelişmeleri çok önceden öngörmüş savaş karşıtı bir avuç vicdanlıya; gerçek olmadığını, yalan söylediklerini, kara propaganda yaptıklarını, böyle davranmakla siyonizme ve ABD emellerine hizmet ürettiklerini bildikleri halde vicdansızca “Baasçı” iftirası atanlar, kimbilir belki İstanbul'da olgunlaştırılan fitneden mutluluk bile duyuyorlardır! O halde sormak zorundayız: Kendini Baas tek particiliğine karşıtlıkla tanımlamanın sütresi gerisinde her türlü şaibeli siyasi ilişki, oluşum, organizasyon ve emeli gözardı edenler acaba Suriye'ye yönelik İstanbul buluşmalarını kutlayıp “ABD ve Arap sultanları Suriye rejimini değiştiriyor” coşkusuyla sokaklarda şenlik düzenler mi? ABD ve Arap sultanlarının desteğiyle oluşan “Suriye'de rejimi değiştirip yenisini kurma” heyetine sokakta destek olmayı düşünüyor mu bu kesimler ve bir süredir yardım adı altında siyasi faaliyetlerin odağı haline gelmiş IHH?
Türkiye'de kollektif algı yoğun bir propagandayla ve muhtelif provokasyonların desteğiyle Suriye ile savaşı makul görecek düzeye tesviye ediliyor. Bu girişimin muhtelif örneklerini görmeye başladık bile. Polis Akademesi'nde öğretmenlik yapan bir yazar, Zaman gazetesi mecrasını kullanarak 14 Temmuz'daki PKK saldırısını İran'ın üzerine yıkıverdi! Aynı anda Avrupa'dan yükselen bir ses de Mayıs'taki Etiler bombasını Hizbullah'ın patlattığını tamamen tesadüfen(!) dünyaya duyurdu. Muhafazakar dünyanın marjlarındaki radikal unsurların da, TSK'nın Suriye'yi işgal etmesine davet çıkarıp bir süredir ellerinden “ordu göreve” çağrısını düşürmediklerini, “Suriye sınırına dayanma” türünden milis davranış modelini çağrıştıran eylemlere nasıl istekli olduklarını hatırlayalım.
USrail'in sancağı altında Alevi/Şii seferine hazırlandığı izlenimi uyandıran bu hissiyat ve heyecanın, Lübnan'da Hariri'nin milislerinin bizim diyardaki uzantısı gibi hareket etmesine yatırım yapılabileceğine dair ikazımızı yapmaya devam edeceğiz!
Taşlar birer birer diziliyor. Bu kargaşada tek eksik olan sokak desteğidir. O eksiği de öfke ve nefretin güdümündeki aklı tutulmuş kalabalıklarla kapatacaklardır.
İran ve Suriye'nin kendi arasında İsrail'e karşı oluşturduğu stratejik savunma ilişkisinin belli kesimlerce Şii-Alevi ittifakı biçiminde tanımlanması ve bunun bir söyleme dönüştürülmesinin neden icat edildiğini şimdi daha iyi anlıyor muyuz?
Savaşın ne kadar yakın olduğunu ve muhtemel hedeflerini propagandanın öğelerinden ve yoğunlaşma alanlarından çıkarabiliyoruz. Gerilim adım adım tırmandırılıyor. Şu sıralar, İran ve Hizbullah suçlaması içeren bütün haberleri dikkatle izlemeliyiz. Çünkü hepsi Suriye savaşının cehenneme götüren kilometre taşları olacak.
Afganistan'daki işgal güçlerinin komutanlığından CIA başkanlığına atanan generalin daha Kongre'den onay almadan Ankara'ya gelmesinin, Clinton'un yoğunlaştırılmış halkla ilişkiler ve organizasyon gezisi kadar büyük önemi var. Ortada bir acele bulunduğunu açıkça görebiliyoruz.
Bu vesileyle, farkında olmadan USrail'in emel hedefine atış yapan kör uçuşçu muhafazakar sokak gücünü uyarıyoruz: Sosyalistler ve ülkücüler olarak, 70'lerdeki ideolojik keskin ferasetimize rağmen büyük oyunu bozmaya güç yetiremediysek gözümüzün önündeki düzeyde çırpınan muhafazakar sokak gücü büyük oyunun el kuklası olur!
Hillary Clinton, yerküreyi şer mahsülü için tohumlayan kötülük mümessili adeta. Türkiye'yi yaka paça savaşa sürüklüyor. İstanbul'da devlet yıktırıyor, devlet kurduruyor. Türkiye'yi sömürgeciliğin menfaatlerini korumaya memur ediyor, emrivaki yapıyor. Bütün bunlara ancak insaf duyarlılığını sokağa taşırarak mani olabiliriz. Öyleyse yeni bir 1 Mart ruhu için davranmalı, harekete geçmeliyiz.
Şimdi savaşı önlemenin zamanıdır. Bu sebeple bir süredir “insaf hareketi” oluşturulması çağrısı yapıyoruz. Suriye rejiminin sokaklarda insan öldürmeye son vermesi ile Suriye'nin siyonizme karşı stratejik savunmanın cephesinde kalması aynı şeydir. Bunu Suriyelilere, Hizbullah'a, Hamas'a, İran'a ve Türkiye'ye anlatacak bir “insaf hareketi”ne ihtiyacımız var. AK Parti'yi de, Suriye'yi siyonist yayılmacılığa karşı kurulmuş barikattan çekip almaya dönük fitnenin içinde yeralmaktan menedecek bir insaf duyarlılığı lazım bize.
İnsaf duyarlılığı muhtemel savaşı önlemede başarılı olamaz da USrail'in beklentisi doğrultusunda Suriye halkası koparılarak siyonizmin yayılmacılığını engelleme stratejisinin güçlü zinciri dağıtılırsa sadece Lübnan, İran ve Filistin değil, Türkiye de güvende olmayacaktır.
Baas zulmüne karşı hissiyatın mutlaka düşünmesi gereken, neden siyonist yayılmacılığa karşı mücadelenin iki temel ve asli gücü İran ve Hizbullah'a hakaret yağdırmak zorunda hissettiğidir. Bunun, Alevi/Şii nefretini propaganda eden mezhepçi/tekfirci kişi veya grupların etkisiyle ya da o kesimlerin insan kaynağının, sahih fikirli gruplar içinde çürütücü etkiye yolaçmasıyla mümkün olabildiğini herkesin görmesi gerekir. Baas zulmüne karşı yükselen hissiyat ve heyecan, Türkiye'de Alevilik ve Şiilik nefretini gizlemeyen çevrelerin manipulasyonuna kapılmamalıdır, bu nefretin oluşturmaya çalıştığı koalisyona katılmaya istekli olmamalıdır.
Endişeliyiz, çünkü AB(D) politik mahfillerindeki aşırı ısınma, hareketlilik ve ziyaret trafiği Afganistan ve Irak'tan sonra Suriye savaşının da eşikte olduğunu, üstelik bu kez Lübnan, Filistin ve İran'ı da içine alacak derin girdapta tüm bölgenin cayır cayır yanacağını ihbar ve ikaz ediyor.
Analiz, 21 Temmuz 2011 18:20
Yorumlar (0)