İsrail-Hizbullah Savaşına Doğru
Analiz, 19 Temmuz 2011 05:54Temmuz 2006 savaşının 5. yıldönümünde, siyonist rejim ile Hizbullah arasında yeni bir savaşın kaçınılmaz olduğu analizleri yapılıyor.
Washington Güvenlik Merkezi Ortadoğu uzmanı Caroline B. Glick "The paş to şe next Lebanon War" "Yeni Lübnan Savaşına giden yol" başlığı altında Jerusalem Post'ta yayınlanan analizinde, İsrail ile Hizbullah arasında çıkacak yeni bir savaşın neden ve sonuçları üzerinde durdu:
İkinci Lübnan Savaşı'ndan çıkardığımız üç ders bize hem buradaki hem de ABD’deki yatıştırıcılara karşı uyanık olmamızı öğretti.
Beş yıl önce bu hafta, İran’ın Lübnan vekili İsrail’e karşı savaş açtı. Hizbullah’ın İsrail’e, 4000’den fazla füze fırlattığı savaş, 34 gün sürdü. Şimdi beş yıl sonra, Başkan Obama yönetimi altında ABD, yakın gelecekte İsrail ile İran’ın Lübnan ordusu arasındaki bir savaşın patlak vermesi ihtimalini arttıran bir politika yürütüyor.
2006’da, Hizbullah’ın saldırılarına karşı İsrail’in tepkisi hızlı fakat yetersizdi. Her ne kadar İsrail, İran yanlısı güce birkaç darbe indirmeyi başardıysa da, savaş bittiğinde, Hizbullah’ın İsrail’e açtığı ateş sürmekteydi. İsrail, terörist güçleri çökertmeyi başaramadı. Ve Hizbullah hayatta kalmayı başardığı için, savaşı da kazanmış oldu.
Bu gerçek, beş yılda, siyasi ve askeri realiteler tarafından tü. Çirkinliğiyle ifşa edildi. Bugün, Hizbullah, sadece İsrail’in Güney Lübnan’daki eski güvenlik bölgesini işgal etmiş değil.
Hizbullah, tüm Lübnan’ı işgal etmiş durumda. Hizbullah kontrolündeki hükümet, Lübnan devletindeki, istediği her alanı kontrol ediyor. Bunların içerisinde ordu, telekomünikasyon şebekeleri, uluslar arası sınırlar, havaalanları ve deniz limanları da var.
Bugün Hizbullah, sadece boşaltılmış füze cephaneliklerini yeniden doldurmadı; füze cephaneliklerini hacmini üç katına çıkardı. 2006 yılında, “IAF” darbeleri, savaşın ilk 24 saati içerisinde Hizbullah’ın tüm uzun menzilli füzelerini etkisiz hale getirdi. Bugün, yalnızca bu stoklar yeniden doldurulmakla kalmadı, Hizbullah’ın cephaneliği, tüm İsrail’i kapsayacak derecede uzun menzilli füzelere sahip – birçoğu ‘rehber sistemine sahip’ (bir insan tarafından kontrol edilmesine gerek olmayan) büyük roketlerdir.
Savaştan çıkarılacak dersler açık. Ve bunları beş yıl önce öğrenmiş olan İsrail halkı, hala unutmadı.
Genel olarak konuşmak gerekirse, savaş bize üç şey öğretti. Birincisi, sadece bölgeyi terk ederek, teröristleri, silah bırakma konusunda ikna edemezsin. İsrail, güney Lübnan’daki güvenlik bölgesinden 2000 yılında çekildi. Bu çekilme, 2005 Gazze çekilmesinin bir habercisiydi. 2006 yılında, İsrail, bu iki bölgeden saldırıya uğradı.
Bu iki çekilmeye karar verirken, İsrail’in ulusal yönetici kadrosu halka, bölgedeki teröristlerin onlara saldırmasının yegâne sebebinin, İsrail’in bölgede bulunması olduğunu söyledi. Eğer uzaklaşırsak, bizden nefret etmekten vazgeçebilirler ve biz de güvende oluruz. Problem biziz, onlar değil, bu yüzden onlara istediklerini vererek, sorunu çözebiliriz.
Her ne kadar dönemin Başbakanı Ehud Olmert ve Dışişleri Bakanı Tzipi Livni, İsrail’in Judea ve Samaria’dan çekilmesi konusunda ısrar ederek, bazı tavizler verilmesi gerektiğini savunduysalar da, 2006 savaşı halka, bu planın ahmaklığını gösterdi. Ve ilk fırsatta halk, yeni hükümetin kurulması için, taviz vermeye karşı olan Likud’u ve diğer sağ partileri seçti.
Halkın öğrendiği ikinci şey şudur: bir millet, kendisini parçalamak isteyen bir düşmana karşı savaşa girerse, kazanmak için savaşmalıdır. Acımasız bir düşmana karşı yarım savaşmak olmaz. Ve eğer kazanmayı başaramazsan, kaybedersin.
İsrail, 2006 savaşında, bu felsefeyle savaşmadı. Kısmen dönemin Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın baskıları ve kısmen de kendi stratejik anlayışsızlığı yüzünden Olmert, kaybetmeden, ‘berabere kalmak üzere’ bir savaşın mümkün olduğuna inanıyordu.
Bu olayda, İsrail için Hizbullah’ı çökertmenin sadece bir yolu vardı – güney Lübnan’ın kontrolünü geri kazanmak.
Savaşın herhangi başka bir sonucu, Hizbullah’ın varlığını sürdürmesini sağlayacaktır. Ve hayatta kaldığı takdirde, Lübnanlı Dürzî lider Walid Jumblatt’ın o zaman uyardığı gibi, Hizbullah için Lübnan’ı devralmaya giden yol gayet elverişli olacaktır.
Fakat Olmert – ve Livni – Güney Lübnan’ın kontrolünü yeniden ele geçirmeyi hiç düşünmeyebilirler bile. Bu seçenek, İsrail’i, tekrar “Lübnan batağına” geri dönme konusunda zorlamak için hayali bir çözüm olduğu gerekçesiyle elendi. Lübnan’ı terk ettikten sonra “Lübnan batağının” varlığını İsrail’de devam ettirdiği ve ancak İsrail’in, Hizbullah’ı çökertmesiyle bu durumun sona ereceği gerçeği, tamamen görmezden gelindi.
Olmert ve Livni’nin, İsrail’i zafere ulaştıracak stratejiyi reddetme gerekçesi, savaşın bize öğrettiği üçüncü ders ile açıklanabilir. Bu ders şudur ki; bir lider ideoloji olarak bir ‘taviz’ politikasına bağlanırsa, rasyonel düşüncelerin, zihnini etkilemesine izin veremez.
Olmert hükümeti 2006 yılında, Lübnan ve Gazze’deki çekilmeleri Judea ve Samaria’da da tekrar edeceği konusundaki planına dayanarak seçildi. Savaş boyunca Olmert, taraftarlarına, Lübnan’daki zaferin, kendisine, Judea ve Samaria’dan çekilme planını tamamlaması konusunda yardımcı olabileceğini anlattı. Ve bu doğruydu. Fakat tavizciliğin dairesel mantığından dolayı, Olmert’in kazanmak için savaşması mümkün değildi.
Eğer İsrail, güney Lübnan’ın kontrolünü tekrar elde etmiş olsaydı, Olmert, halkını, tek taraflı çekilmenin tutarlı bir strateji olduğuna ikna etmesi konusunda bir şans yakalamış olurdu. İsrail Savunma Kuvvetlerinin güney Lübnan’ın kontrolünü yeniden ele geçirdikleri gibi, Judea ve Samaria’nın da kontrolünü yeniden ele geçirebileceklerini (eğer Filistinliler, boşaltılmış toprakları, ülkenin geri kalan kısmına saldırmak için kullanırlar ise) iddia edebilirdi.
Fakat taviz politikasına bağlı kaldığı için Olmert, Lübnan’da kazanmak için savaşamadı. Taviz gündemi, askeri zafer fikrinin tanınmaması ve “askeri bir çözüm olamaz” tuzağına sıkı sıkıya sarılma esasına dayanıyordu.
Eğer zafer bir seçenekse, o zaman Olmert’in bahsettiği Judea ve Samaria’daki sınırlardan vazgeçmek de bir seçenektir.
Yani, kendisini de iddia ettiği gibi, vazgeçmek bir seçenektir, bir zorunluluk değil. Ve eğer zafer bir seçenekse, şu çok açık ki zaferi tavsiye etmek, çöküşü tavsiye etmekten çok daha mantıklıdır.
Fakat taviz gündemlerinin üst-düzeyde geçerliliği dolayısıyla – taviz gündemlerinin daima olduğu gibi – kazanmak için savaşmak yerine, Olmert ve Livni bir ateşkes talebinde bulundular. Yani, askeri bir soruna diplomatik çözüm aradılar. Ve savaşı kabetmediği için Hizbullah, askeri mücadeleyi kazanmış oldu. Ayrıca, ateşkes şartlarını belirleyen BM üvenlik Konseyinin 1701. maddesi konusunda da zafer elde etmiş oldular.
1701. madde Hizbullah için, büyük bir zaferdi. Bu madde, İran tarafından yönetilen bir uluslar arası terör örgütünü, bir egemen devlet olan İsrail ile eşit seviyede tuttu. Madde kapsamındaki güvenlik düzenlemeleri, Hizbullah için, yeniden silahlanma konusunda bir davetti. Hizbullah’ın baskısı altındaki Lübnan hükümetinin, Hizbullah’ın yeniden silahlanmasını engelleyeceğine inanmak, tamamen bir fanteziydi. Ve, Avrupa askeri güçlerinin, Hizbullah’ın İsrail sınırının yeniden tam kontrolü için iddiada bulunmasını engelleyeceği düşüncesi, tam bir delilikti.
Fakat yine, eğer ispat yükümlülüğünden, daima saldırgan olmayan tarafı sorumlu gören taviz politikasının dairesel mantığını kabul ederseniz, bunları ve diğer hiçbir dersi öğrenemezsiniz. Ve sonuş olarak, tavizciler, barış adı altında sürekli olarak savaşı körükleyeceklerdir.
İsrail halkı bu durumdan ders çıkardı ve bu dersleri anlayan bir hükümet seçti. Belki, eğer Amerikan halkı 2008 yılında, George W. Bush yerine Senatör John McCain’i seçmiş olsaydı, ABD hükümeti de bu dersleri öğrenmiş olurdu. Ve belki de o zaman İsrail ve ABD hükümetleri, savaşın iki tarafta da bıraktığı hasarları gidermek için işe girişirlerdi.
Fakat Amerikan halkı, aklınca Beyaz Saray’da Bush’un yerini alması için Obama’yı seçti. Ve Obama, geçen savaştan hiçbir ders çıkarmadı. Sonuş olarak Obama’nın bugünkü politikaları, yakın gelecekte, İsrail ve “İran’ın vekili” arasında yeni bir savaşın çıkma ihtimalini arttırıyor.
Hizbullah’ın doğasını tanımak bir yana, Obama hükümeti Hizbullah’ın acımasızlığına göz yumdu. Geçen Mayıs ayında, Obama’nın anti-terörizm konusundaki danışmanı John Brennan, hükümetin, İran tarafından yönetilen mücahit örgütün içerisindeki “ılımlı unsurların” geliştirilmesi konusundaki planı hakkında konuştu.
Obama hükümetinin, ABD’nin terör örgütlerine karşı az daha farklı bir yaklaşım edinebileceği konusundaki fikri, Hizbullah’ın Lübnan hükümetini devralması, Hizbullah’ın batı yarımküredeki artan gücü, İsrail’in yok olması için gösterdiği çaba, Suriyeli rejim karşıtı protestocuların öldürülmesine katkıda bulunması ve İran’ın, örgüt operasyonlarının her safhası üzerindeki tartışılmaz kontrolü ile önemini kaybetti. Ve fakat, söylenenlere bakılırsa yönetim, Hizbullah’a karşı farklı bir yaklaşımın olamayacağını kabullenmeyi reddediyor.
Obama’nın bu temel gerçekleri reddetmesinin tehlikeleri bu hafta açığa çıktı. Pazar günü hükümet, İsrail karasularının Lübnan sınırı boyunca sınırlandırılmasını onayladı. Sınırlar, BM’ye sunulacak.
İsrail’in hamlesi, Obama yönetimi tarafından belirlendi.
Deniz sınırıyla ilgili sorun, İsrail’in 2009 yılında kendi karasularında önemli miktarda doğal gaz bulmasından sonra ortaya çıktı. Bunun üzerine, Hizbullah ve İran’ın emirleriyle hareket eden Lübnan hükümeti, suların, Lübnan’a ait olduğunu iddia etti. Geçen Ağustos ayında Lübnan, bu iddiasını Birleşmiş Milletlere taşıdı.
İsrail kendi deniz sınırları konusunu, 2007 yılında Kıbrıs ile müzakere etti. Aynı yıl, Kıbrıs da kendi deniz sınırlarını Lübnan ile müzakere etti. O zaman Lübnan, ne İsrail’in doğalgaz kaynakları bulduğu alanda, ne de farklı doğalgaz kaynakları barındırdığı düşünülen bitişik alanlarda hak iddia etmedi. Bugün Lübnan, 2009 yılında İsrail’in gaz kaynaklarını keşfettiği bölgeye bitişik olan diğer alanlarda da hak iddia ediyor.
2000 yılında Golan Tepelerindeki Shaba Çiftlikleri konusunda da yaptığı gibi Lübnan, bu yalan yanlış iddialarla, İsrail’e karşı bir savaş için sebep yaratmaktadır.
Bu şartlar altında ABD’nin uygulayabileceği tek rasyonel politika, yüksek sesle ve gayretle İsrail’in iddiasını savunmak ve Lübnan’ın tüm karşı iddialarını reddetmektir.
ABD yalnızca Lübnan’ın iddialarını reddederek Hizbullah ve İran’ın, savaşı meşrulaştırmak adına İsrail karasularındaki doğalgaz kaynaklarını kullanma yetkisini inkâr edebilir.
Bunu yapmak yerine, taviz ideolojisinin rehberliğinde Obama yönetimi, taraf tutmayı reddetti. İsrail’e, kendi karşı-tezini BM’ye sunmasını tavsiye etti – böylelikle İsrail’in, eskiden beri İsrail karşıtı tavır takınan BM’nin hakemliğinden gözünü korkutabilir.
Daha genel anlamda taraf tutmayı reddederek ABD, düşmanı olan İran ve Hizbullah’ın yanında, müttefiki olan İsrail’in ise karşısında durmuş oluyor.
Medya raporlarına göre Obama yönetimi, düşmanlıkların alevlenmesini önlemek amacıyla bu şekilde hareket ettiğini iddia ediyor. Yani yönetim, İsrail’in haklı iddiasını, Lübnan/Hizbullah/İran’ın haksız iddiasıyla eşit tutmak suretiyle Hizbullah’a karşı iyi niyetini gösterdiğinde, Hizbullah’ın, İsrail’e savaş açmasını önleyeceğine inanıyor.
Fakat yine, geçen savaş bize öğretti ki bu tarz davranışlar, saldırganları, harekete geçmeleri konusunda cesaretlendirir. Bir ABD düşmanının yine bir ABD müttefikine saldırısı konusunda Obama’nın gösterdiği adil tavır, İsrail ve Lübnan’ı yeni bir savaşa giden yola sürüklemektedir.
Analiz, 19 Temmuz 2011 05:54
Yorumlar (0)