Suriye ve Hizbullah'a Kurulan Tuzakların Perde Arkası
Analiz, 24 Haziran 2011 17:47Ortadoğu Uzmanı Mehdi Darius, Global Research'de yayınlanan analizinde, Suriye üzerinden Hizbullah'a kurulan tuzakları anlatıyor.
Lübnan’da Lübnan hükümetinin kurulması konusunda çözümsüzlük sürüyor. Lübnan’da devlet başkanlığını elinde bulunduran Michel Sleiman ve yeni Lübnan başbakanı, Özgür Yurtsever Hareketi lideri Michael Aoun ile gerçekleşen siyasi çekişme içerisinde, kabinenin kurulmasını ertelemeyi sürdürüyorlar. Belki de yeni Lübnan hükümetinin kurulması, Lübnan’ı dış siyasi cephede etkisiz kılmak amacıyla kasten geciktiriliyor.
BM Güvenlik Konseyi ve muhtelif BM organları ABD ve AB tarafından, Lübnan üzerinde baskı oluşturmak amacıyla kullanılıyor. BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon’un kendisi ABD ve NATO’nun saldırılarını meşrulaştırmak için her şeyi yapmış olan bir ABD kuklasıdır. Ve bu yüzden, Moskova açıkça Ban Ki-Moon’u, 2008 yılında NATO ile gerçekleştirdiği gizli anlaşmalarla ilgili olarak hainlikle suçladı. İşte bu çerçevede BM, yerel bir sorun olan Lübnan Direnişi’nin silahlarını uluslararasılaştırmak ve direniş güçlerini silahsızlandırmak amacıyla gerçekleştirilen sinsi girişimler için kullanılan bir forumdur. BM’nin 1559 no’lu kararının artık geçerliliğini yitirmesine rağmen, 1559 no’lu kararın yürütülmesiyle ilgili özel temsilcisi olan Terje Roed-Larsen hala aktif durumda ve Hizbullah aleyhine raporlar yayınlamaya devam ediyor.
Birleşmiş Milletlerin Lübnan elçileri, Beyrut’ta davetsiz fermanlar okuyan sömürge figürlerini andırıyor ve Washington’un, Brüksel’in ve Tel Aviv’in ajanları gibi çalışıyor. ABD Devlet kademesinde kendine ait bir bölümü olan Lübnan Özel Mahkemesi de ayrıca Washington’un Lübnan ve Suriye’ye karşı kullanmayı düşündüğü politik silahlarla yüklüdür. Rafik Al-Hariri suikastıyla ilgilenecek bir uluslar arası mahkeme kuruldu.
Hariri ördürüldüğünde herhangi bir resmi devlet kademesinde bulunmuyordu, fakat sadece bu mesele için uluslar arası bir mahkeme kuruldu. Diğer taraftan, uluslar arası toplum Lübnan’daki binlerce insana karşı yapılan cinayet ve suikastlerin araştırılması için herhangi bir mahkemenin kurulması konusunda duyarlılık göstermedi. Peki bu durum Lübnan Özel Mahkemesi ve aranan adaletle ilgili ne anlatıyor?
Lübnan’daki Geçici Birleşmiş Milletler Gücü de İsrail’in Lübnan’a karşı uyguladığı ihlallere suç ortaklığı yapmaktadır. İsrail’in, Filistin ve Lübnan’lılara karşı uyguladığı suçları destekleyen resmî görevliler Birleşmiş Milletler Filistinli Mürteciler İçin Yardım Çalışmaları Ajansına bile sızmış durumda. Bu durum, BM Yardım Çalışmaları Ajansı sözcüsü Christopher Gunnes tarafından, İsrail askeriyle yaptığı bir görüşme de dile getirildi. Tel Aviv’in, 2011 Nakba Gününde silahsız sivil göstericiler tarafından ateşe verilmesiyle eş zamanlı olarak Gunness, Yardım Çalışmaları ajansının İsrail’in çıkarları için çalıştığını ve yine Yardım Çalışmaları Ajansı tarafından bir terörist eylem olarak görülen Filistin roketlerinin konumuna karşı olduğunu deklare etti. İsrail’in Gazze Şeridi’ne uyguladığı abluka bile Yardım Çalışmaları Ajansı sözcüsü tarafından örtbas edildi.
Lübnan’da yeni kabinenin yokluğu, Said Hariri’ye ve 14 Mart İttifakına Lübnan meselelerini uğusuz bir el ile yönetmeye devam etmelerine izin verdi. Bu durum ayrıca Lübnan Özel Mahkemesine, Beyrut’ta, kendisine düşmanca tavır takınabilecek bir Lübnan hükümeti tarafından hiçbir itiraza uğramadan rahatça hareket edebilmesi konusunda zaman kazandırdı. Beyrut’taki yeni bir hükümet, mahkemenin Lübnan tarafından tanınmasına karşı olacak ve mahkemenin meşruluğunu feshetmek için çalışacaktır.
Ayrıca, Lübnan’ın Yerel Güvenlik Güçleri, Hizbullah ve Saad Hariri’nin siyasi karşıtlarına karşı kullanılıyor. Hatta bu yerel güvenlik güçleri Şam aleyhine çalışabilir ve Suriye’deki şiddeti körüklemeye yardım edebilir. Bu yerel güvenlik güçleri, emirleri Lübnan hükümetinden değil Hariri ailesinden alıyor ve onlar tarafından kontrol ediliyor.
Beyrut’ta işler haldeki bir kabinenin yokluğundan ötürü Hariri ve arkadaşlarına istediklerini rahatça yapabilme imkanı verildiği için, Lübnan’ın fiili içişleri bakanı Ziad Baroud, kendi bakanlığından gönderilen belgeleri imzalamayı reddetti. Baroud yerel güvenlik güçlerinin, kendisinin izni ve denetimi olmadan, gizlice hareket ettiğini düşündüğü için bu yolu seçti. Bu bağlamda, yerel güvenlik güçleri, Lübnan fiîlî İletişim Bakanı Charbel al-Nahhas’ın, yerel güvenlik güçlerinin merkez bürolarına rutin olarak girerek denetlemesine izin verilmesi konusunda Baroud’un emirlerini takip etmeyi reddetti. Yerel güvenlik güçleri açıkça operasyonlarını gizliyordu ve Al Nahhas’la ekibinin merkez büroların belli katlarına çıkmasını engellemeye çalışıyordu.
Lübnan’ın, ABD, AB, İsrail, Ürdün, ve Suudi Arabistan’dan gelen ve Hizbullah ve koalisyonlarını zaptetmek amacını taşıyan casuslar için bir yuva olduğu aşikârdır. 2006 yılında İsrail’in Lübnan’a uyguladığı bombardıman süresince AB elçilikleri de Hizbullah aleyhine bilgi toplamak için çalışıyorlardı. Suud ailesi İsrail ile Lübnan’daki casus ağı arasındaki bağlantıyı kolaylaştırmak için yardımcı oldu. Bu durum İsrail için çalışırken yakalanan Şii din adamı Sheikh Mohammed Ali Hussein ile Suud ailesi arasındaki net ilişki ile açığa çıktı.
Bütün bu olanlarla bir ahenk içerisinde, Hizbullah sürekli bir İran ajanı olmakla suçlandı. Son zamanlarda Hizbullah, İranla birlikte İran Körfezindeki, özellikle de Bahreyn’de ve Arabistan’ın Şiîlerin hakim olduğu bölgelerindeki gösterileri ateşlemekle suçlandı. Bu bağlamda Lübnan’lı vatandaşlar, birçok konudaki sadakatleri göz önünde bulundurulmaksızın, Khaliji rejimi tarafından seçilerek İran Körfezinden kovuldu. Bu durum, yerel bölünmeler ve nefret yaratmak amacıyla mezhep ayrımını körükleme programının bir parçasıdır. Bu, Lübnan’da Saad Hariri tarafından da Hizbullah ve müttefiklerine karşı kullanıldı. İronik bir biçimde, Hariri İran’ı, Suudi askerleri Al-Khalifas’ı iktidar da tutmak için ada-devlete saldırdıklarında Bahreyn’e müdahele etmesi konusunda suçladı.
İran körfezindeki petrol şeyhleri şimdi Lübnan’lı, Suriye’li, Irak’lı, İran’lı ve Pakistanlı vatandaşların, kendi sınırlarına girmelerini sistematik olarak engelliyorlar. Kuveytliler bu durumu ‘bu ülkelerdeki siyasi dengesizlikler yüzünden Kuveyt’te sorun oluşabilir’ diyerek haklılaştırdı. Kuveytin gerekçeleri şüphe çekici. Kuveyt ve Kuveyt yandaşı şeyhler bunu, oluşabilecek sorunun Çin ve Hindistan ile birlikte Doğu Akdeniz’den Afganistan ve Pakistan sınırına kadar olan bölgeyi tutuşturacağını bekledikleri için yaptılar.
Suriye’nin Dengesini Bozmak
Şam, Washington ve AB’nin iradesine teslim olması konusunda baskı görmektedir. Bu durum, uzun süreli bir projenin bir parçasıdır. Amaç, rejim değişikliği ya da Suriye rejiminin gönüllü olarak itaat etmesini sağlamaktır. Bu, Suriye dış politikasına boyun eğdirmeyi ve Suriye’nin, hem stratejik müttefiki olan İran ile hem de üyesi olduğu Direniş Blok’u ile bağlarını koparmayı içermektedir.
Suriye, vatandaşlarıyla olan ilişkilerinde kaba kuvvet uygulayan otoriter bir oligarşi tarafından yönetiliyor, bu kesin. Fakat suriye’deki ayaklanmalar farklı unsurlardan müteşekkildir ve sadece bir özgürlük arayışı değildir. Bu bağlamda ABD ve AB tarafından Suriye’deki ayaklanmaları, Suriye liderini yıldırmak ve üzerinde baskı oluşturmak amacıyla bir araç olarak kullanma konusunda bir girişim sözkonusudur. Suudi arabistan, İsrail, Ürdün, ve 14 Mart İttifakı’nın hepsi Suriye’ki ayaklanmaların oluşmasında rol oynamışlardır.
Suud Ailesi de demokratik reform konusundaki özgün çağrıları boğma konusunda yardımcı oldu ve protestolar ve ayaklanmalar süresince Suriye muhalefeti içerisindeki demkratik unsurları merkezden uzaklaştırdı. Bu bağlamda, Suud Ailesi, dînî ve ideolojik farklılıklara karşı hoşgörüsüz olan mezhep yanlısı unsurları ve şiddet unsurlarını destekledi. Bu unsurlar çoğunlukla Feş'ul Islam ve Mısırda organize edilen yeni radikal siyasi hareketler gibi radikal Selefiler’di. Ayrıca bunlar Nusayriler’e, Dürzî’lere ve de Suriyeli Hristiyanlara karşı yarışmaktadırlar.
Suriye’deki şiddet, bölgedeki iç gerilimlerden ve öfkeden avantaj sağlama amacıyla dışarıdan desteklendi. Suriye ordusunun şiddetli tepkisinden başka, medya yalanları da kullanıldı ve sahte görüntüler yayınlandı. ABD, AB, 14 Mart İttifakı, Ürdün, ve Khalijis tarafından silahlar, fonlar ve türlü destek Suriye’li muhaliflere kanalize edildi. Silah zulaları Ürdün ve Lünbnan’dan Suriye’ye kaçırılırken parasal yardım, tehlikeli ve benimsenmeyen dış-temelli muhalif kişilere sağlandı.
Suriye’deki olaylar, Şam’ın eskiden beri stratejik müttefiki olan İran’la da ilişkilendirildi. Senatör Lieberman’ın Obama yönetiminin ve NATO’nun, Libya’daki gibi Suriye ve İran’a saldırmasını istemesi tesadüf değildir. Suriye’ye karşı uygulanacak yaptırımlar konusuna İran’ın dahil edilmesi de rastlantısal değildir. Suriye ordusunun ve hükümetinin elleri artık içeriden bağlandı çünkü Suriye ve İran’ı hedef alan yeni ve daha kapsamlı bir saldırı hazırlığı vardır.
Suriye ve Doğu Akdeniz’deki Levanten Gaz Alanları
Suriye, iki önemli enerji koridorunun merkez parçasıdır. Birincisi Türkiye’yi ve Hazar Denizini İsrail ve Kızıl Denize bağlar, ikincisi ise Iraqı Akdenize bağlar. Suriye’nin teslim oluşu Washington ve müttefiklerinin bu enerji yollarını control edeceği anlamına gelebilir. Bu durum ayrıca Doğu Akdenizdeki Lübnan ve Suriye sahil şeridinin ötesindeki geniş doğal gaz alanlarının Çin’in erişimine uzak olacağı ve bunun yerine AB, İsrail ve Washington’a gideği anlamına gelir.
Doğu Akdeniz gaz alanları AB, Türkiye, İran, Suriye ve Lübnan arasındaki müzakerelerin konusu olagelmiştir. Bakü-Tiflis-Ceyhan boruhattından başka, Levanten gaz alanları da Kremlin’in rusya Federasyonu için Suriye’de bir askeri dayanak noktası oluşturmasının sebebidir. Bu, Suriye’deki Sovyet-dönemi denizcilik tesislerinin durumunun iyileştirilmesiyle gerçekleştirildi. Ayrıca, Beyrut ve Şam için, Levanten sahilindeki doğal gaz alanlarının keşfedilmesi ve geliştirilmesine yardım edilmesi konusunu Kabul eden de İran’dı.
Hamas-El-Fetih Uzlaşması
Güney Batı Asya’daki savaş ile Filistin’in devlet olma durumu hakkında artan resmî düzeydeki müzakereler arasında güçlü bir bağıntı var. Filistin’in devlet olma ümidi, Arap dünyasını, Irak’a karşı savaş hazırlıklarından dolayı yükselen gerilimden ötürü oluşan baskıdan kurtarmak için iki kişi tarafından sürekli olarak kullanıldı. İlki olarak George H. Bush Sr., ikincisi ise ciddi olarak Filistin meselesini gündeme getiren ilk başkan olarak övülen George W. Bush’tur.
Bulunduğu mevkîde iki durumlu davransa da, Obama da şimdilerde Filistin devleti hakında konuşuyor. Ayrıca, Hamas ve El-fetih arasındaki uzlaşmayla birlikte Filistin’in uluslararası sahada tanınmasına doğru geri sayım başladı. İsrail’de daha once Hamas’tan ötürü dondurduğu parasal yardımı Filistinlilere göndermeye başladı.
El-fetih ile Hamas arasındaki uzlaşma, Hamas’ın ellerini bağlama konusunda da hizmet etti. Hamas, İsrail işgali altındaki Filistinlilerin yönetiminde küçük hisseli bir ortak olmama konusunda dikkatli olmak zorunda kalacak. Hamas artık, demokratik olmayan yollarla Filistin Otoritesinin büyük ortağı olarak empoze edilecek olan El-Fetihle birlikte birleşik bir hükümet içerisindeki ortaklığını koruyabilmek için davranışlarını ıslah etmek zorunda. Bir anlamda Hamas, İsrail ve Washington tarafından dolaylı yollardan evcilleştiriliyor.
Pakistan’daki Dengesizlik
Usame bin Ladin’in ABD güçleri tarafında öldürüldüğü haberinin anons edilmesi, büyük bir olaylar paketini beraberinde getirdi. Usame bin Ladin’i, Müslümanlar arasında popular ve saygı gören bir kişi olarak sunmak amacıyla hesaplı bir çaba varolagelmiştir. Bu, “Medeniyetler Çatışması” denilen tezi desteklemek amacıyla yapılmıştır.
Aynı zamanda ABD hükümeti Pakistan aleyhine bir medya kampanyası başlatmaktadır. İslamabad, Usame bin Ladin’e ve onun el-Kâide ağına yataklık yapan bir merkez olarak lanse edildi. Gerçekte, Pakistan’lıların teröristlerle herhangi bir ilişkisi, Washington tarafından emredilmiş ve yönetilmiştir. Hikaye sandığımızdan daha karışık, fakat gerçekte Pakistan’a olan şudur: Pakistan bir millet olarak, parçalanarak dağıtılmak üzere hedef alınmıştır.
Pakistan’ın dağıtılması ve dengesizleştirilmesi üç amaca hizmet edecektir:
1) İran’la bir savaş senaryosu geliştirmek: Pakistan, İran veya onun müttefikleri yanlısı devrimciler tarafından gerçekleştirilecek olası bir rejim devralımı tehdidinden uzak olacak,
2) İran’dan Çin’e uzanan ve Pakistan’dan geçen enerji koridorunu da içerecek şekilde Çin’in çıkarlarını amaçlamak
3) GüneyBatı Asya, Orta Asya ve Hindistan alt kıtasının birleştiği Avrasya’nın kilit bir bölgesinde Bölgesel dengesizlik. Bu alan İran ve Afganistan’dan Pakistan’a, Hindistan’a ve Batı Çin’e uzamaktadır.
Aynı zaman Washington, Pakistan’ın nükleer programını etkisiz kılmayı da istemektedir.
ABD, teröristlere yataklık eden ülkelerin milli sınırlarını ihlâl etme ve bu bölgelere “teröre karşı savaş” ın bir parçası olarak askeri taburlar gönderme hakkına sahip olduğunu da duyurdu. Hilary Clinton Washington’ın bu tutumunu ‘ABD güçleri terrorist gruplara suikast düzenleyebilecek’ diyerek haklılaştırdı. Bu sadece, devrim muhafızları ABD tarafından terrorist organizasyonlar olarak gösterilen İran gibi ya da sınırları içerisindeki birçok sürgün Filistinli grubun Washington tarafından terrorist organizasyonlar olarak ilan edildiği Suriye gibi ülkelere yapılacak askeri müdaheleye bahane yaratmak için bir açık kapıdır.
Kaynak: Global Research
http://www.intifada-palestine.com/2011/06/americas-next-war-şeater-syria-and-lebanon/
Mahdi Darius Nazemroaya Canadian-based sociologist and scholar. Research Associate of şe Centre for Research on Globalization (CRG), specializing in geopolitical and strategic issues.
Analiz, 24 Haziran 2011 17:47
Yorumlar (0)