İlk İman Edenler
Eğitim, 21 Eylul 2010 23:40Kur'an dilinde İslam ilk kabul edenlere "Es-Sabikun " denir. Peygamber?e daha evvel iman etmek Sadr-ı İslam'da, fazilet ve üstünlük ölçütü sayılırdı. Bunun için, tam bir tarafsızlıkla sahih belgelere dayanarak konuyu inceleyip hem kadınlardan, hem de erkeklerden ilk iman eden kişiyi tanımalıyız.
Kadınlardan Hz. Hatice (sa)
Peygamber'e iman eden ilk kadının Hatice olduğu, tarihin zaruri yatındandır ve bu hususta muhalif bir kimse bulunmamaktadır.(1) Fazla uzayacağından korktuğumuz için buna delil olarak sadece bir önemli tarihi belgeye işaret edeceğiz, burada. Tarihçiler peygamber'in hanımlarından biri olan Ayşe’den şöyle dediğini nakletmişlerdir: "Ben daima Hatice'yi görmediğime çok üzülüyor, Peygamber'in ona karşı sevgi ve ilgisine şaşırıyordum. Çünkü Peygamber, her zaman O'nu yad ediyor, bir koyun kestiği zaman Hatice'nin dostlarına da bir pay gönderiyordu.
Günlerden birinde Resulullah evden dışarı çıktığı zaman Hatice'yi andı ve biraz övdü. O anda ben kendimi tutamadım ve: "O, yaşlı bir kadındı; Allah sana ondan daha hayırlısını nasib etmiştir" dedim. Benim bu sözüm, Peygamber'i çok üzdü ve sinirlendiği alnından malum idi. Bunun üzerine : "Asla öyle değildir!" buyurdu. "Ondan hayırlısı bana nasip olmamıştır! Bütün insanlar küfür ve şirk içinde bocaladıkları bir zamanda O, bana iman etti ve çok zor durumlarda bütün varlığını benim yetkime bıraktı; Allah bana, Ondan öyle evlatlar nasib etti ki, hiç birinizden nasip etmedi." (2)
Hatice'nin ilk iman eden kadın olduğuna diğer bir şahit de, ilk vahiy geldiği zaman vuku bulan hadiselerdir. Çünkü Resulullah Hira mağarasından aşağı inip eve geldiğinde görüp duyduklarını Hatice'ye anlatıyor ve Hatice de hemen tasrihen ve telmihen değerli kocasına iman ettiğini bildiriyor. Üstelik Hatice defalarca Arap kâhinleri ve bilginlerinden kocasının peygamber olacağına dair birçok şeyler duymuştu. Hz. Muhammed (s.a.v) ile evlenmesinin sebeplerinden biri de bu konuda duydukları idi.
Erkeklerden İmam Ali (as)
Sünni olsun, Şia olsun tarihçilerin ittifaka yakın bir çoğunluğu, erkeklerden ilk iman eden kişinin Ali (a.s) olduğunu kabildirler. Bu meşhur kavlin mukabilinde tarihte bir -iki nadir kavilde göze çarpmaktadır. Mesela, Peygamber’e ilk iman eden kimsenin, peygamber’in evlatlığı Zeyd b. Harise veya Ebu Bekir olduğu da söylenmiştir. Fakat birçok delil vardır ki, meşhur kavli teyit etmektedir. Burada o delillerden sadece bir kaçını zikrediyoruz:
Hz. Ali, Peygamber'in yanında büyümüştü.
Ali (a.s) çocukluktan Peygamber'in evinde kalıyordu. Peygamber-i Ekrem, şefkatli bir baba gibi onu terbiye etmeye çalışıyordu. Bütün siyer yazarları ittifakla şöyle yazıyorlar:
"Peygamber'in bi'setinden önce, Mekke'de ilginç bir kuraklık olmuştu. Kureyş'in büyüğü Ebu Talib'in kalabalık bir ailesi vardı. Geliri, giderini karşılamıyordu. Amcasının durumunu gören peygamber, diğer amcası Abbas’ın yanına giderek "Ebu Talib'e yardımcı olmamız lazımdır, durumu pekiyi değildir " dedi. Bunun üzerine Ebu Talib'in çocuklarından bazısını kendi yanlarına almayı kararlaştırdılar. Peygamber, Ebu Talib'in çocuklarından Ali'yi, Abbas da Cafer'i kendi evlerine götürdüler."
Ali (a.s) Peygamber'in (s.a.v) evine gittiği gün sekiz yaşından az olmasa gerek. Çünkü Ali'yi yanına almaktan maksat, Ebu Talib'in geçimini kolaylaştırmak olduğuna göre, sekiz yaşından küçük olan bir çocuğu baba ve anasından ayırmak, biraz zor olmasından başka onların geçimini kolaylaştırmakta da fazla etkili olamaz.
Binaenaleyh, Ali öyle bir yaşta olmalıydı ki, Peygamber'in onu kendi evine götürmesinin, Ebu Talib'in geçiminin iyileşmesinde göze çarpacak bir etkisi olsun. Hal bu iken, "Zeyd b. Harise ve benzeri yabancılar, vahyin sırlarından haberdar idiler ama Peygamber'e herkesten daha yakın ve her zaman onunla beraber olan amcası oğlunun, peygamber’e inen ilahi sırlardan haberi yoktu" demek mümkün müdür acaba?
Peygamber'in Ali'yi kendi yanına alıp, terbiyesini üstlenmesinin sebeplerinden biri de, Ebu Talib'in hizmetlerini bir yere kadar telefi edebilmek idi. Üstelik peygamber’in yanında, bir insanı doğru yola hidayet etmekten daha aziz ve daha değerli bir şey yoktu. O halde, peygamber , amcası oğlu gibi kalbi aydın ve zekalı bir ferdi , bu büyük nimetten mahrum bırakır mıydı hiç?
Bir de bizzat Ali'yi (a.s) dinleyelim. Ne diyor bakalım bu konuda:
"Resulullah'a (s.a.v) ne kadar yakın olduğumu, onun katında nasıl bir mertebeye ulaştığımı bilirsiniz. Çocuktum henüz, o beni bağrına basardı; yatağına alırdı; vücudunu bana sürerdi, onun güzel kokusunu duyardım. Devenin yavrusu nasıl anasının ardından giderse, ben de onun ardından giderdim; o her gün bana huylarından birini belletir, ona uymamı buyururdu.
Her yıl Hira dağına çekilir, kulluğa koyulurdu; onu ben görürdüm, başkası görmezdi. O gün İslam, Resulullah (s.a.v) ile Hatice’den başkasının evinde yoktu, ben de onların üçüncüsüydüm. Vahy ve peygamberlik nurunu görürdüm, nübüvvet kokusunu duyardım" (4)
Hz. Ali ve Hz. Hatice Peygamberle Namaz Kılıyordu
İbn-i Esir Usd'ül-Ğabe'de, İbn- i Hacer El-İsabe'de ve tarihçilerin bir çoğu , Afif-i kindi'den aşağıdaki hikayeyi nakletmişlerdir. Afif diyor ki:
"Cahiliye zamanında Mekke'ye gitmiştim; Abbas b. Abdulmuttalib'e misafirdim. Abbas ile Kâbe'nin etrafında durmuştuk. Bu sırada bir adam geldi ve Kâbe'nin karşısında durdu. Ondan sonra bir delikanlı geldi ve onun sağ tarafında durdu. Daha sonra bir kadın geldi ve onların arkasında durdu. Kadınla çocuğun o adama uyarak rükû ve secde ettiklerini müşahede ediyordum. Abbas'a : "Bu ne?" diye sordum. Abbas: "O adam dedi, Muhammed b. Abdullah tır; o delikanlı, onun amcası oğlu Ali'dir, arkalarında duran kadın da Muhammed'in hanımıdır. Yeğenim Muhammed diyor ki: "Bir gün gelecek Kisra ve Kayser hazineleri benim elime geçecektir." Ama Allah'a yemin ederim ki, yeryüzünde bu üç kişiden başka hiçbir kimse bu dinde değildir" Daha sonra ravi şöyle diyor: "Keşke onların dördüncüsü ben olsaydım" Ali'nin (a.s) faziletlerini nakletmekte ihmalkârlık eden kimseler bile, bu hikâyeyi nakletmişlerdir.
Peygamber'e iman eden ilk kadının Hatice olduğu, tarihin zaruri yatındandır ve bu hususta muhalif bir kimse bulunmamaktadır.(1) Fazla uzayacağından korktuğumuz için buna delil olarak sadece bir önemli tarihi belgeye işaret edeceğiz, burada. Tarihçiler peygamber'in hanımlarından biri olan Ayşe’den şöyle dediğini nakletmişlerdir: "Ben daima Hatice'yi görmediğime çok üzülüyor, Peygamber'in ona karşı sevgi ve ilgisine şaşırıyordum. Çünkü Peygamber, her zaman O'nu yad ediyor, bir koyun kestiği zaman Hatice'nin dostlarına da bir pay gönderiyordu.
Günlerden birinde Resulullah evden dışarı çıktığı zaman Hatice'yi andı ve biraz övdü. O anda ben kendimi tutamadım ve: "O, yaşlı bir kadındı; Allah sana ondan daha hayırlısını nasib etmiştir" dedim. Benim bu sözüm, Peygamber'i çok üzdü ve sinirlendiği alnından malum idi. Bunun üzerine : "Asla öyle değildir!" buyurdu. "Ondan hayırlısı bana nasip olmamıştır! Bütün insanlar küfür ve şirk içinde bocaladıkları bir zamanda O, bana iman etti ve çok zor durumlarda bütün varlığını benim yetkime bıraktı; Allah bana, Ondan öyle evlatlar nasib etti ki, hiç birinizden nasip etmedi." (2)
Hatice'nin ilk iman eden kadın olduğuna diğer bir şahit de, ilk vahiy geldiği zaman vuku bulan hadiselerdir. Çünkü Resulullah Hira mağarasından aşağı inip eve geldiğinde görüp duyduklarını Hatice'ye anlatıyor ve Hatice de hemen tasrihen ve telmihen değerli kocasına iman ettiğini bildiriyor. Üstelik Hatice defalarca Arap kâhinleri ve bilginlerinden kocasının peygamber olacağına dair birçok şeyler duymuştu. Hz. Muhammed (s.a.v) ile evlenmesinin sebeplerinden biri de bu konuda duydukları idi.
Erkeklerden İmam Ali (as)
Sünni olsun, Şia olsun tarihçilerin ittifaka yakın bir çoğunluğu, erkeklerden ilk iman eden kişinin Ali (a.s) olduğunu kabildirler. Bu meşhur kavlin mukabilinde tarihte bir -iki nadir kavilde göze çarpmaktadır. Mesela, Peygamber’e ilk iman eden kimsenin, peygamber’in evlatlığı Zeyd b. Harise veya Ebu Bekir olduğu da söylenmiştir. Fakat birçok delil vardır ki, meşhur kavli teyit etmektedir. Burada o delillerden sadece bir kaçını zikrediyoruz:
Hz. Ali, Peygamber'in yanında büyümüştü.
Ali (a.s) çocukluktan Peygamber'in evinde kalıyordu. Peygamber-i Ekrem, şefkatli bir baba gibi onu terbiye etmeye çalışıyordu. Bütün siyer yazarları ittifakla şöyle yazıyorlar:
"Peygamber'in bi'setinden önce, Mekke'de ilginç bir kuraklık olmuştu. Kureyş'in büyüğü Ebu Talib'in kalabalık bir ailesi vardı. Geliri, giderini karşılamıyordu. Amcasının durumunu gören peygamber, diğer amcası Abbas’ın yanına giderek "Ebu Talib'e yardımcı olmamız lazımdır, durumu pekiyi değildir " dedi. Bunun üzerine Ebu Talib'in çocuklarından bazısını kendi yanlarına almayı kararlaştırdılar. Peygamber, Ebu Talib'in çocuklarından Ali'yi, Abbas da Cafer'i kendi evlerine götürdüler."
Ali (a.s) Peygamber'in (s.a.v) evine gittiği gün sekiz yaşından az olmasa gerek. Çünkü Ali'yi yanına almaktan maksat, Ebu Talib'in geçimini kolaylaştırmak olduğuna göre, sekiz yaşından küçük olan bir çocuğu baba ve anasından ayırmak, biraz zor olmasından başka onların geçimini kolaylaştırmakta da fazla etkili olamaz.
Binaenaleyh, Ali öyle bir yaşta olmalıydı ki, Peygamber'in onu kendi evine götürmesinin, Ebu Talib'in geçiminin iyileşmesinde göze çarpacak bir etkisi olsun. Hal bu iken, "Zeyd b. Harise ve benzeri yabancılar, vahyin sırlarından haberdar idiler ama Peygamber'e herkesten daha yakın ve her zaman onunla beraber olan amcası oğlunun, peygamber’e inen ilahi sırlardan haberi yoktu" demek mümkün müdür acaba?
Peygamber'in Ali'yi kendi yanına alıp, terbiyesini üstlenmesinin sebeplerinden biri de, Ebu Talib'in hizmetlerini bir yere kadar telefi edebilmek idi. Üstelik peygamber’in yanında, bir insanı doğru yola hidayet etmekten daha aziz ve daha değerli bir şey yoktu. O halde, peygamber , amcası oğlu gibi kalbi aydın ve zekalı bir ferdi , bu büyük nimetten mahrum bırakır mıydı hiç?
Bir de bizzat Ali'yi (a.s) dinleyelim. Ne diyor bakalım bu konuda:
"Resulullah'a (s.a.v) ne kadar yakın olduğumu, onun katında nasıl bir mertebeye ulaştığımı bilirsiniz. Çocuktum henüz, o beni bağrına basardı; yatağına alırdı; vücudunu bana sürerdi, onun güzel kokusunu duyardım. Devenin yavrusu nasıl anasının ardından giderse, ben de onun ardından giderdim; o her gün bana huylarından birini belletir, ona uymamı buyururdu.
Her yıl Hira dağına çekilir, kulluğa koyulurdu; onu ben görürdüm, başkası görmezdi. O gün İslam, Resulullah (s.a.v) ile Hatice’den başkasının evinde yoktu, ben de onların üçüncüsüydüm. Vahy ve peygamberlik nurunu görürdüm, nübüvvet kokusunu duyardım" (4)
Hz. Ali ve Hz. Hatice Peygamberle Namaz Kılıyordu
İbn-i Esir Usd'ül-Ğabe'de, İbn- i Hacer El-İsabe'de ve tarihçilerin bir çoğu , Afif-i kindi'den aşağıdaki hikayeyi nakletmişlerdir. Afif diyor ki:
"Cahiliye zamanında Mekke'ye gitmiştim; Abbas b. Abdulmuttalib'e misafirdim. Abbas ile Kâbe'nin etrafında durmuştuk. Bu sırada bir adam geldi ve Kâbe'nin karşısında durdu. Ondan sonra bir delikanlı geldi ve onun sağ tarafında durdu. Daha sonra bir kadın geldi ve onların arkasında durdu. Kadınla çocuğun o adama uyarak rükû ve secde ettiklerini müşahede ediyordum. Abbas'a : "Bu ne?" diye sordum. Abbas: "O adam dedi, Muhammed b. Abdullah tır; o delikanlı, onun amcası oğlu Ali'dir, arkalarında duran kadın da Muhammed'in hanımıdır. Yeğenim Muhammed diyor ki: "Bir gün gelecek Kisra ve Kayser hazineleri benim elime geçecektir." Ama Allah'a yemin ederim ki, yeryüzünde bu üç kişiden başka hiçbir kimse bu dinde değildir" Daha sonra ravi şöyle diyor: "Keşke onların dördüncüsü ben olsaydım" Ali'nin (a.s) faziletlerini nakletmekte ihmalkârlık eden kimseler bile, bu hikâyeyi nakletmişlerdir.
Eğitim, 21 Eylul 2010 23:40
Yorumlar (0)
Kalan karakter : 450
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!