Zeynebiye'de Muharrem'in İlk Günü (Foto)
Zeynebiye, 18 Aralık 2009 20:11Muharrem ayının ilk gününde Zeynebiye'de buluşan Ehlibeyt dostları Türkiye Caferileri Selahattin Özgündüz'ün hutbesiyle feyzlendi, Azerbaycanlı mersiyehanların mersiyeleriyle gözyaşlarına boğuldu.
Akşam namazının ardından başlayan matem merasiminde değerli liderimiz bir konuşma yaptı. Özgündüz şunları söyledi:
Çocuklarınıza usuluddini, furuuddini öğretin. Çocuklarınız Huseyn, Hasan, Ali demeye alışsın; 14 masumun adlarıyla eviniz bereketlensin. O adlarla bereketlenen eve Allah ve melekleri teveccüh eder, o bereketle eviniz sıcak yuva olur. O inançla büyüdük, sözüm ona inandık, o inancın taraftarlığını yaptık, fedakarlık yaptık. Peki anne babamız bize doğruları mı öğretmişti?
Annemi zorla ikna edip okumaya gitmem, benim yaşımdaki biri için mümkün olmayan bir şeydi. Fakat bu sorunun cevabını bulmam gerekiyordu. Ninemiz, dedemiz, hemen yanıbaşımızda Yezidilerin, Ermenilerin olduğunu söylerlerdi; onlardan da haberimiz vardı. Peki yarın mahşerde neden bu inançtaydın diye sorulduğunda, dedem böyleydi demek yeterli olacak mıydı? O zaman Ermeni de, o da, bu da herkes kurtulacak. Çünkü onunda annesi babası böyle öğretmişti. Ama kesinlikle böyle olmayacak!
Senin ana baba inancınla beraber, kesinlikle doğruya inanma zorunluluğun var. Putperest, oğluna da puta tapmayı öğretmişti. "Biz dedemizi, babamızı bu yolda
gördük, bu yola devam edecez." dediler. Peygamber'le de o yüzden savaştılar. Dede baba dinimizi reddediyorsun sen, dediler. Öldüler ve öldürdüler dede inancı, ata inancı üzerinde.
Ama Kur'an bunu tastik etmiyor. Atalarınız gerçek şeyi bilememişler, idrak edememişlerse de, yine de siz onların dediğine mi uyacaksınız? Hiçkimse
bu soruya, "Evet, öyle; yanılış yanlış yolda da olsa ben dedemin yolundan giderim." demez. Evet, onlar cehenneme de gitse ben de giderimi ancak mutaassıp cahiller der.
İlim almaya gittiğim yerde, her ortamda tartıştım. En büyüklerle de, bizden büyüklerle de tartışıyordum. Bazen diyorlardı ki, "Sen cidden öyle mi düşünüyorsun?" İyi kötü bir yere geldik, kitaplarımızdan da istifade ettik. Bana kanaat geldi ki, bizim dinimiz, bizim yaşadığımız, din değil. Bize gelen din, orjinalleri elimizde olan hak dindir ve tek dindir.
Usuluddinin kesinlikle doğru olduğuna inanıyorum, aksine de kimse beni ikna edecek şey ortaya koyamadı; yok ki koysun. Bir siyasi görüş, bir idol çıkıyor ortaya, alevleniyor alevleniyor, sonra saman alevi gibi sönüyor. Peki sorun nerede? Sorun karakterimizde, biz karakterimizi düzeltmedikçe düzelir mi? Düzelir ki, Allah düzelt, diyor. Peki ne yapalım? Adamın karakteri bozuksa düzelmez diye yaygın bir görüş var. Peki öylese Kuran'da bu kadar hadis ayet niye gelmiş? Düzelmezse neden geldi? Allah olmayacak bir şeyi söyler mi? O halde nasıl yapalım? Günahlar bizim pisikolojimizi bozmuş, karakterimizi delik deşik etmiş, kalbimizi karartmış. Fakat en çıkmaz boyaları bile silen bir silecek var, her zehirin panzehiri vardır, yeter ki silgin orjinal olsun. Tövben doğru tövbe olsa her türlü boyayı siliyor. Katranı da siler, kapkara boyayı da... Silinmeyecek hiçbir günah yoktur. İmam Ali (as) diyor ki "Orjinal tövbenin altı manası vardır, en önemlisi o yaptığın şeye pişman olmak, günahtan dönmekte samimi olmak, cübran etmek, telafi etmek. Telafi nasıl olacak? Birinin malını yemişsen, git helalık al. Namazı kılmamışsan git kazasını kıl.
Ama başka şeyler de var telafisi olmuyor. Telafisi mümkün! Diyelim ki kimin malını yediğimi de bilmiyorum. Çaldım çırptım ama elde de bişey yok. Haydan gelen huya gitti. O içtiğim kumar çaylarını ne yapayım? Hangi gün kimin çayını içtim, kimin parasını aldım aklında mı? Elde de bir şey yok. Tanınmayan, bilinmeyen bir şeyler varsa yerine istiğfar et, Kur'an oku. Telafi edilmeyecek hiçbir şey yoktur. Allah2a ait günahlarsa, kimisi var kazasını kılarsın, kimisi var kefare verirsin, kimisi de var tövbe edersin. Yalvardığındai Allah içindeki samimiyeti biliyor; bağışlanmayacak günah yoktur.
En küçük saydığın günah, en zor bağışlanacak günahtır. Allah'ı hiçe sayıp günah işlemişsen o, Allah'ı hiçe sayman büyük günahtır. Her günahın telafisi vardır, Allah bizi tövbeden mahrum etmesin. Tövbe, aklına düşmüşse Allah kabulden mahrum etmez. Eğer Allah, onu kısmet etmişse icabetten mahrum olmazsın. Tövbe, dediğim gibi silgi, ne kadarını siler o ayrı bir mevzu. Ne kadar samimi olsan o kadar temiz siler. Allah, tövbeyi bize unuttumasın.
...
Doğruyu anlamak için doğruyu bilmek lazım, anlamak lazım. Beyninin kalbinin pisini, lekesini, o kara duvarı yıkmadıkça, silmedikçe de göremezsin, gözün o kadar
kör olur ki, beş kuruş için kardeşine kıyabilir hale gelirsin. O önemli karakterlerden birisi ve çokça önemli olduğunu düşündüğüm, "sözünün eri olma" karakteridir. Çünkü Kur'an ona çok önem vermiş. Vefalı olmak... Bir söz vermişsen, sözünü tut. Öyle bir toplum olduğunu düşün, böyle toplumda güven olur, sıkıntı kalmaz. O toplumun halledemeyecek hiçbir sıkıntısı olmaz ki, insanlar birbirine güveniyorsa. Filan işi yapacağız, demişse bileceğiz ki yakında olacak; söz vermişse o iş yapılmış demektir. Onun üzerine bina koyabilirsin; böyle bir toplum olduğunu düşünün, hoş bir toplum olur, çabuk ilerler, birbirine güvenir. Böyle bir toplumu Allah sever, Allah'ın da desteği üzerinde olur. Ben söz veriyorum buna, böyle bir toplumu herkes sever, saygı suyar, düşmanı bile saygı duyar, sözünün eri, demişse yapar bu toplumun insanları.
...
Ehlibeyt, biz bu dünyada mesut, ahirette de mesut yaşayalım diye canını koydu bu yola. Bizler için her şeylerini feda ettiler. Biz de Onlar için bir şey yapacaksak Ali bunu karşılıksız bırakmaz. Biz söz verdik yapacağız diye. Gücümüz yetmeyen şeyi değil! Bu Zeynebiye'yi yapmak o günkü Zeynebiye'yi yapmaktan ağır değil. Bugünkünü iki senede bitireceğiz. O günkü halimizi Allah bize aratmasın. Bu nedir ki, boğazımızdan kesip yaparız. O gün bir musluk almaya paramız yoktu. Bugün 20 metre yaptırabilir her birimiz, yeter ki sözünüzün eri olalım. Allah bize lütuf eder, bugüne kadar ne yaralardan korudu bizi. Orayı yaptık fakirleştik mi? Şeytan size fakirliği habire hatırlatır: "Verme, oraya vereceğin parayla ne işler yaparsın." diye. O şeytandır, kulağına öyle diyor. Dünyevi anlamda da, ahiret için de bu yolda verip mağdur olmak yoktur! En kazançlı yatırımdır bu. İyi bir sosyologa anlatsak der ki "Siz, dünyevi anlamda da, manevi anlamda da kazançlısınız, bunu yapın. Onursal anlamda da, her anlamda da çok üstün bir şeydir.
Allah bize onu kısmet etsin ki mahşer gününde Ebu Turab (as), kevserin başında elinde kadeh dururken, herkes susuzluktan kavrulurken "Gel, senin benim
boynunda hakkın var." desin. Ya da öldüğün anda Zamanın İmam'ı (af), başına gelse ve dese ki "Senin benim boynumda hakkın var, ben senden razıyım." Buna ne verilmez ki? İki metre yapmak ne ki?
O uzun yola çıkacaksın, o azametli yerde büyük mahkemey çıktığında, işte o anda Allah'ın Hücceti çıksa karşına ve: "Ben senden razıyım, sen Zehra'nın misafirisin." dese... Bunun için neler yapılmaz ki? Can feda bu bir cümleye, kelimeye. Allah İmam'ımızı bizden razı etsin, bizi Onlar'ı sevindiren işe muaffak etsin; onları üzen bir yara açtırmayı Allah göstermesin."
Özgündüz'ün konuşmasının ardından Azerbaycanlı mersiyehanlar mersiyelerini okudular. Zeynebiyeliler mersiyelerle gözyaşlarına boğuldu, sinelerine vurarak Ehlibeyt'in acısını yüreklerinde hissetti.
Zeynebiye, 18 Aralık 2009 20:11
Yorumlar (0)