Adra Cehennemi
Analiz, 01 Ocak 2014 06:16YDH Suriye Temsilcisi Mehmet Serim, Şam?ın Adra bölgesinde silahlı grupların katliamından kurtulan ailelerle görüştü.
Ebu Ahmet otomobilinin bakımını yaptırdıktan sonra akşam Adra’daki evine gitti. Yanında astsubay arkadaşı Ebu Hasan vardı. Arkadaşı ertesi sabah erken kalkıp bazı evrak işlerini yapmak üzere Şam’a dönecekti. Gerçekten de erken kalktılar. Ancak bu kez onları uyandıran telefonun alarmı değil ‘Allahu ekber’ nidaları oldu.
Pencereden aşağıya baktılar. Onlarca militan apartmanların önüne dağılmıştı. Kabus günleri başlıyordu.
Ön bilgi
Önceki yazımızda Adra katliamı ile ilgili Adra içinde bulunanlar ile yapılan telefon görüşmelerine dayanılarak bize aktarılan bilgi / iddialara yer vermiştik.
11 Aralık 2013 tarihinde yapılan baskın ile ilgili aktarılan bilgilere yenileri eklendi. Aşağıda yer alan bilgiler 20 gün Adra’da ölüm korkusu yaşayan ve dün itibarı ile sivillerden bazılarının çıkmasına izin verilmesi ile birlikte kaçan Ebu Ahmet’in ve eşinin anlattıkları.
-Baskın nasıl başladı?
Sabah saat 06:00 sularıydı. Aşağıdan gelen tekbir sesleri ile uyandım. Evimde misafir olan Ebu Hasan’ı uyandırdım.
Aşağıya baktığımızda her binanın önünde 3-4 silahlı militanın bulunduğunu gördük. Aşağıdan Alevilerin teslim olması için bağırıyorlardı.
Dışarı çıkıp kaçabilmek mümkün değildi. Ellerinde kaleşnikoflar, göğüslerinde bıçaklar ve kimisinde kılıçlar vardı.
Hiçbir çatışma yaşanmadan evlerimize kadar sızmayı başarmışlardı. Bütün cadde ve sokaklar militanlar ile doluydu. Sanırım sayıları 3000 kadardı.
Ellerinde kimin hangi binanın hangi katında, hangi tarafında oturduğu, ne iş yaptığı, asker ise rütbesine kadar bilgileri içeren listeler vardı.
-Hangi örgütler vardı bu saldırıda?
(Eşi de cevap veriyor): Özgür Suriye Ordusu, Liva İslam, Liva Tevhid ve Nusra Cephesi
-Sizi neye göre nasıl arıyorlardı?
Hepsinde aynı listeler vardı. Biri gidince diğeri geliyordu. Özgür Suriye Ordusu’nu siviller ilgilendirmiyordu. Onlar sadece askerleri soruyorlardı. Ancak diğer ikisi asker – sivil ayrımı yapmaksızın Alevileri ve devlet yanlısı olan / kamuda çalışan Sünnileri soruyorlardı.
İlk anda neler yaşandı, sokakları görme imkanınız oldu mu?
Ben 20 günün hepsini bodrum katta, havalandırma boşluğunda; beni, eşimi ve çocuklarımı koruyan Ebu Muhammed’in evinde ve apartmanın damında geçirdim. Dama çıktığım zaman yukarıdan aşağıda neler olup bittiğini görüyordum.
Kimlik sorarlarken eğer bir kişi kimliğini gösterirse zaten ne olduğu anlaşılıyordu. Kimliğin göstermez ‘kaybettim’ derse o kişinin kimliğin saklamaya çalışan bir Alevi olduğuna karar veriliyordu. Benim bulunduğum bina karargah olarak kullandıkları binanın hemen yanındaydı. İnsanları toplayıp buraya getiriyorlardı.
Bu kişiler caddenin ortasında sıraya diziliyor ve infaz edilmeyi bekliyordu.
-Nasıl infaz ettiler?
Alevilerin kurşun ile öldürülmeleri yasaktı. Bıçak ya da kılıç kullanılıyordu. Kılıcı çok ustaca kullanarak kişinin kafasını uçuruyorlardı. Anlatılanları dinlemek ile görmek birbirinin aynısı değildir. Kılıcı salladığı zaman uçurduğu kafa 3-4 metre ileriye düşüyordu. Çevrede bulunan köpekler ise bu kafalara ve cesetlere saldırıyordu hemen. Köpekler kafaları ya da cesetlerden kopardıkları parçaları alıp uzaklaşıyorlardı.
Bu durum birkaç gün devam etti.
-Kaç kişi katledildi sizce?
Benim gördüğüm yaklaşık 250 kişiydi. Diğer sokaklarda neler olup bittiğini bilmiyorum. İlk gün fırına girip Alevi 6 kişiyi infaz ettiler. Sünni çalışanları ise kendilerine ekmek yapmaları için orada tuttular.
Karakol, elektrik santralı, buğday deposu, tüp dolum tesisleri ilk iki gün içinde ellerine geçti. buralardaki güvenlik güçlerini de öldürdüler. Bize biraz ileride bir bina vardı. İlk katına militanlar girdiğinde el bombası atıldı ve iki militan öldü. Hemen ardından binanın çevresini sardılar ve roket yağmuruna tuttular. Her pencereye ateş açıyorlardı. Orada bulunan bir tanıdığım ‘dumandan boğulmak üzere olduklarını’ anlattı komşulara telefonda. Sanırım bina sakinlerinden bazıları yanarak öldü.
-Siz, eşiniz, baldızınız nasıl geçirdiniz bu 20 günü?
Baldızımın evi bizim binanın hemen yanı başında. Onun kocasını ilk gün aldılar. Şimdi nerede olduğunu bilmiyorum.
Biz ilk şok ile birlikte apartmandaki diğer aileler ile birlikte bodrum kata geçtik. Burası aynı zamanda sığınak / ardiye olarak kullanılıyordu.
Binalara girmeye ve tek tek teftiş ederek insanların kimliklerini soruyorlardı. İlk günü bu şekilde geçirdikten sonra ertesi sabah misafirim Ebu Hasan bir plan yaptı.
Apartmandaki tek Alevi aile bizdik. Eşimi ve çocuklarımı bodrum kattaki bu ailelerin arasına bıraktık ve biz havalandırma boşluğundaki borulardan apartmanın damına tırmandık.
Birkaç gün içinde ilk kimlik tespitleri bittikten ve alacakları kişileri alıp infaz ettikten sonra ailelerin kendi evlerine çıkmalarına izin verdiler.
Ebu Muahmmed karımı ve çocuklarımı yanına aldı. Apartman boşluğundan ya da damından aşağı ile cep telefonu ile mesajlaşıyorduk.
Bulunduğumuz toplu konut binalarının hepsinde mutfaktan havalandırma boşluğuna açılan; bir insanın ancak sığabileceği küçük kapılar vardı. Ben havalandırma boşluğunu asansör gibi kullanıp inip çıkıyordum. Ebu Muhammedlerin evine bu boşluktan çok kısa süreliğine girip çıkıyordum. Aşağıya indiğimde yiyecek ve su alıyordum yanıma ve daha sonra tekrar binanın damına çıkıyordum. Karlı günlerdi. İlk gün tam 12 saat boyunca damda şu depolarının arkasında karın üzerinde yerimden kıpırdamadan oturdum. Çünkü bütün binaların tepesinde keskin nişancılar yerleşmişti. Kımıldayan her şeyi vuruyorlardı.
İlk birkaç gün inip çıkarken çok zorlandım. Havalandırma boşluğu çok dardı. Eğer ceketin varsa sığmazsın. Bu nedenle üzerimde ne varsa çıkartıyor daha sonra boşluğa giriyordum. Boşluktaki demirler, çıkıntılar sırtımı yaralıyordu. Ancak can derdi olunca insan düşünmüyor. İlk günlerde tırmanırken zorlandım, ancak birkaç gün sonra alıştım ve dama 3-4 dakikada tırmanabilmeye başladım.
Arada bir, karımı ve çocuklarımı görmek, yiyecek ve su almak üzere aşağı iniyordum.
Bunun dışındaki bütün zamanımı ya damda ya da havalandırma boşluğunda geçirdim.
İlk günlerde cep telefonumdan sürekli arandığım için telefonu kapattım, iletişimi Ebu Muhammed üzerinden kurmaya başladık dışarıdaki akrabalarım ile.
Ebu Muhammed ve diğer komşular bodrum kata indiğimiz gün karıma türban taktılar. Teftiş sırasında kadınlara fazla yaklaşamıyorlardı. Daha sonra Ebu Muhammed karıma kendi bölgelerinde kullanılan lehçeyi (kelimeleri) öğretti. Çünkü konuşmandan senin hangi bölgeden olduğun anlaşılır. Bulamadıkları erkekler olursa karılarını ve çocuklarını rehin alıp teslim olması için zorladıkları insanlar olmuştu.
20 günde 10 kilo verdim. Bir yandan ölümü, bir yandan karımı ve çocuklarımı düşünüyordum.
Sigaramız ve tütün defterimiz olmadığı için normal kağıda tütün sarıp içiyordum. Öksüreceğim zaman giysilerimi ağzıma doldurup öksürüyordum, duyulmasın diye.
Sünni-Alevi dayanışması
Sizin gibi Sünni ailelere sığınan başka Aleviler de var mı?
Sayısını bilmiyorum; ancak kesinlikle vardır. Adra halkının yüzde sekseni bunlara karşı. Ancak bir şey yapamıyorlar. Evlerine geldikleri ya da sokakta gördükleri zaman ‘biz sizinleyiz’ diyorlar. Herkes ordunun gelmesi ve kendilerini kurtarması için dua ediyordu. Bir kadın tanıyorum, elinde tesbihi ile sabaha kadar dua etti.
Ebu Muhammed mecbur olmamasına rağmen benim için hayatını büyük riske attı. Tekfirciler gelip sürekli beni soruyordu kendisine. O da onlara benim nerde olduğumu bilmediğini söylüyordu. Bir seferinde ben havalandırma boşluğundayken geldiler. Onları rahatlıkla duyuyordum. Ona “eğer senin evinden çıkarsa senin önünde çocuklarını doğrayacağız, sonra da seni keseceğiz” dediler. O da onlara “ben sizinleyim, boynum kıldan incedir” cevabını verdi.
Militanlar gittikten sonra içeri girdim ve ona “Ebu Muhammed, bizim için hayatınızı riske atıyorsunuz, bırak beni ne olursa olsun” dedim. Bana 10 aylık oğlumu gösterip “benim oğlum senin oğlundan daha değerli değil, ben de senden daha değerli değilim, ne olacaksa olsun. Ölüm Allah’ın emri. Ömrüm bitmişse ben de öleceğim. Sizi bırakmayacağım” dedi.
Onlar dışarı çıkabiliyorlardı, gıda ve diğer ihtiyaçlarını karşılayabilmek için. Kurşun yağmuru altında oğluma mama getirdiğini biliyorum.
Bundan sonra hayattaki en büyük dostum Ebu Muhammed’dir. Ben daha önce Suriye’de mezhep savaşı çıkma ihtimalinden korkuyordum; ama bu yaşadıklarım bana gösterdi ki böyle bir şey mümkün değil. Dışarıda halka korku salmak için bu propaganda yapılıyor. Ancak insanlar böyle düşünmüyor.
-Militanların davranışları nasıldı?
Özgür Suriye Ordusu militanları katliam yapmadı. Katliamları diğerleri yaptı. ÖSO militanları insanlara iyi davrandı. Kadınlara karşı kibardılar. Diğerleri de evlerdeki kadınlara dokunmadılar. İlk gün kaçırılan kadınlar olduğunu duymuştum. Ancak daha sonra biz böyle bir şey yaşamadık.
Tekfircilerin emiri oradan bulduğu lüks bir araç ile dolaşıyordu sokaklarda. Gözlerinde sürme vardı. İnsanlar yanına aranarak ve kimlik kontrolünden sonra girebiliyordu.
Sokaklarda çocuklarla futbol ya da langırt oynayıp eğleniyorlardı. Bunu yaparken amaçları bir yandan eğlenmek bir yandan çocuklardan bilgi almaktı. Çocuklara “evinizde Alevi var mı, koltukların altında ne var?” gibi sorular soruyorlardı.
Hedefleri erkeklerdi. Arabasını silmek için yeşil renkli bir baz bulunduran bir Sünni’yi Şii sandılar ve adamı karısı ve çocukları ile birlikte duvar önüne dizdiler. Kurşunlayacaklardı. Adam dil döküp nereden olduğunu anlatınca serbest bıraktılar.
Bir başkası ise evinde Esad posteri olduğu için işkence gördü. Tırnaklarını çektiler, vücuduna bıçaklarla derin yaralar açtılar. Öldü sanıp bir kenara attılar gittiler. Adam sürünerek kaçtı. Militanları gördüğünde üstü başı kan içinde ölü taklidi yapıyordu.
Ellerindeki silahlar Kaleşnikof, havan ve Kanas’lardı. Hepsinin göğüslerinde büyük bıçaklar vardı. Kesecekleri kişiyi bazen hiç beklemeden infaz ediyorlardı.
Evlerde ne kadar altın, değerli eşya, para varsa aldılar. Diğer eşyaları ise parçaladılar. Akşamları evlere girip duş alıyorlardı. Votka ya da enerji içeceği içiyorlardı. Bunların büyük kısmı genç insanlardı. Savaşçı değildi. Ancak önde gelenleri tam teçhizatlı dolaşıyordu sokaklarda. Zaten infazları yapanlar da bunlardı.
Aralarında Yemenli, Suudi, Çeçenler var; ancak çoğu Guta taraflarından. Çocuklara da silah verip kafalarına yeşil bant sardılar.
Sokaklarda insanlara “ordu gelmeyecek” diyerek dirençlerini kırmaya çalışıyorlardı.
Ordu birkaç kez girme denemesinde bulundu; ancak çocukları damlardan atmaya başladılar.
Arada bir silah sesleri geliyordu. Ordu girdi sanıyorduk. Ancak daha sonra anlaşılıyordu ki kendi aralarında çatışıyorlar.
-Nasıl oldu da çıkmanıza izin verdiler?
İnsanlar ilk günlerde ordunun girmesini ve kendilerini kurtarmalarını beklediler. Ancak ilk günlerdeki bu beklenti daha sonra yerini endişeye bıraktı; çünkü ordu içeri giremiyordu.
İlk günlerde ordu girdi haberlerini izledik televizyonlardan. Arada bir içeridekilere haberler de geliyordu “ordu şu bloku aldı” diye. İnsanlar yakınlarını rahatlatmak için böyle diyordu biz de inanıyorduk. Ancak bize tarif edilen yerlere baktığımızda orada sadece militanları görüyorduk. Günler böyle geçti.
Bazen militanlar da ordu gibi giyinip Suriye bayrağı ve Esad posteri ile bir caddenin ucundan kendilerini gösteriyorlardı. Tuzağa düşerek ordunun geldiğini sanıp sevinç ile dışarı çıkan birçok insanı öldürdüler.
Son günlerde insanlar gıda ve diğer ihtiyaçlarını karşılayamaz oldu. Geçtiğimiz günlerde silahlı gruplara karşı protestolar da yapıldı. En sonunda “ne yaparsanız yapın, biz çıkacağız” dediler. Bunun üzerine yöneticileri halkın çıkmasına izin verdi. Yönetim ile pazarlık yapıldı mı bilmiyorum.
Sabah çıkmak isteyenler için duyuru yapıldı. Biz de halkın arasına karışıp kaçma planı yaptık. Ancak kontrol noktaları oluşturmuşlardı.
Kabus saatleri
Erkekler ve kadınlar ayrı noktalardan geçiyordu. Karıma mümkün olduğunca benden uzaklaşmasını söyledim. Kontrol noktasına yaklaştığımda ölümü göze almıştım. “Başımı keseceklerine kurşunla ölürüm” dedim.
Şüphe çekmemek için elime bir çanta ve omzuma battaniye aldım. Bir militan bana kimliğimi sordu. Lafı uzattım ve oyalamaya çalıştım. Dikkatini başka bir yere verince kendimi kontrol noktasının yanındaki tümsekten aşağı attım. Koşmaya başladım. O Makinalı tüfekler çalışmaya başladı. Bölge engebeliydi ve sürünerek, zikzak yaparak, koşarak uzaklaştım. Biraz da sis vardı bu çok yardımcı oldu.
Yaklaşık 5 kilometre çamurlu arazide durmadan koştum. Kuteyfiye tarafına vardığımda bu kez ordu kurşunlarına hedef olma korkusu başladı. Beni militan sanabilirlerdi. Ancak ana yola ulaşmayı başardım ve şimdi buradayım.
Ben bu 20 günde 20 sene yaşadım. Her gün 365 gündü benim için. Bir yandan ölüm korkusu bir yandan karıma ve çocuklarına ne olacak endişesi.
Karım ve çocuklarım ise yine Ebu Muhammed’in sayesinde çıktılar.
(Karısı anlatıyor) kadınlara da kimlik kontrolü yapılıyordu. “Cüzdanımı düşürdüm, kimliğimi kaybettim” dedim. Bana inanmadı ancak Ebu Muhammed’in karısı araya girip adama bir şeyler söyledi ve militan sırtını dönerek beni görmemiş gibi yapınca geçtim ve yürümeye devam ettim.
-Yaşadığınız bu kabus günlerinde sizi güldüren şeyler olmadı mı hiç?
Bir seferinde sokağa çıkmam gerekti. Kadın kılığına soktular beni. Yanıma da üç dört peçeli kadın verdiler. Kadınlardan birisi bana peçesini verdi, “günah ise ben üstleniyorum” dedi. Kadınlar ile birlikte kontrol noktasına geldiğimizde biri bana “hadi yürü işimiz var” diyerek beni itti. Bu arada militanı oyalamak için onunla konuşuyordu.
Bir seferinde benim büyük oğlum futbol oynamak için sokağa inmek istediğini söyleyip bağırmaya ve ağlamaya başladı. Susturmaya çalışıyordum “oğlum beni keserler” dedim. Anlamıyordu. Çocukların ağlamaması, bağırmaması için elimizden geleni yapıyorduk. Çocuk işte.
Akşamları evde nargileler içiliyordu. Ebu Muhammed arada bir havalandırma boşluğundan bana kahve verirdi içmem için. Ona “yapma riske giriyorsun” derdim. O da “kahveyi sensiz mi içeceğim” diye beni rahatlatmaya çalışırdı.
Son akşam evde topluca hatıra fotoğrafları çekildi. Ertesi sabah yanımıza yiyecek vs verip bizi uğurladılar. Daha sonra onlar da çıktı.
Yılbaşı gecesini apartmanın damında geçireceğimi düşünüyordum. Ebu Hasan’a “yılbaşını damda geçireceğiz” dedim. O da bana “merak etme sana aşağıdan yemekler getireceğim, yeriz içeriz” dedi.
Bodrum katta 26’sı çocuk 59 kişiydik. Bazıları ile aramızda çok güzel dostluklar oluştu.
Analiz, 01 Ocak 2014 06:16
Yorumlar (0)