İran ile Türkiye ilişkileri liderlerin söylemleriyle zaman zaman sendelese de hiçbir tarafın rayından çıkmasına göz yumamayacağı kadar önemli. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 7 Nisan’daki Tahran ziyareti de istisna olmadı. Ziyaretinden önce “İran bölgeyi domine etmenin gayreti içerisindedir. Bu, bizi de Suudi Arabistan'ı da Körfez ülkelerini de rahatsız etmeye başlamıştır. Buna tahammül etmek mümkün değil. Yemen, Suriye, Irak'tan gücü kuvveti ne varsa, çekmesi lazım. (Yemen’deki) askeri harekâta lojistik destek verebiliriz” diyerek İranlıları kızdıran Erdoğan, Tahran’da Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ile el ele tutuşarak yürüdü. Herkes bu görüntünün kodlarına odaklandı.
Taraflar Tahran’daki görüşmelerde Suriye, Irak ve Yemen’de kendi durduğu yerden görüşlerini sıraladı ama ayrılıklar ekonomik alanında 8 anlaşmanın imzalanmasına gölge etmedi, etmez de. Şöyle ki doğalgaz ve petrole olan bağımlılık devam ederken; İran’a ambargolar yüzünden iki yılda 10 milyar dolardan 4 milyar dolara düşen ihracatı Lozan’da varılan nükleer anlaşma sayesinde artırma şansı doğmuşken; Suriye ve Irak’ın geçit vermemesi üzerine önem kazanan Mısır kapısının Ro-Ro seferlerine 22 Nisan’dan itibaren kapanacak olması yüzünden nakliyeciler alternatif güzergâh olarak İran’a yönelmişken Türkiye ekonomik çıkarlarını başka bir şeye feda edebilir mi? Edemez.
ZİYARET ZIMNEN ÖZÜR GİBİ ALGILANDI
Tahran’da yelkenleri suya indirmek zorunda kalacağını bile bile Erdoğan, ABD’den aldığı silahları Yemen’in üzerine boşaltan Suudilerin sesi olmakla ne elde etti? Öfkeyle kalkan Erdoğan, İran’ın pozisyonunu değiştirebildi mi?
Ziyaret öncesi iktidar medyasına göre Erdoğan Şii yayılmacılığı konusunda Tahran’ı uyaracaktı. Tahran’a hareketten önce Erdoğan’ın Suudi Arabistan İçişleri Bakanı Prens Naif ile görüşmesi ise Riyad’ın özel mesajını götüreceği yorumuna yol açmıştı.
Peki, görüşmelerden ne çıktı?
Cumhurbaşkanlığı kaynaklarına dayandırılan haberlere göre Yemen'de barış ve istikrarın sağlanması için iki ülke arasında ortak çalışma yapılması konusunda mutabık kalındı. “İran Yemen’den çekilmeli” çıkışından İran’la birlikte ortak mekanizmaya doğru bir dönüşüm yaşandı. Keşke böyle bir mekanizma kurulabilse ama bunun için tarafların pozisyonlarını ciddi şekilde esnetmesi gerekiyor. Ki Erdoğan kanın durmasından bahsederken bile Suriye’deki gruplara Türkiye üzerinden silah akışı devam ediyor.
Ziyaretin İran cephesinde nasıl görüldüğü ve çıkan sonucu ne tür anlamlar yüklendiği de çok önemli. Tahran’dan biri gazeteci diğeri Dışişleri’nden iki kaynakla konuştum. Tahran cephesinden manzara şu: Malum İranlı bazı vekiller Erdoğan’a ‘ya özür dile ya da gelme’ diye çıkışmış, 65 vekil de Ruhani’ye mektup yazarak “Özür dilenmesi için baskı yap” demişti. Buna rağmen Erdoğan’ın Tahran’a gitmesi ve ortak basın toplantısında Yemen’le ilgili ‘geri adım’ görüntüsü veren açıklamalar yapması İranlılar arasında ‘zımni özür’ olarak kabul edildi.
İkincisi Erdoğan’a verilen mesajlara ve bunların Türkiye medyasında görmezden gelinmesine dikkat çekiliyor. Dini lider, Erdoğan’ı kabulü sırasında Suriye, Irak ve Yemen politikasının değişmediğini gösteren şu sözleri sarf etti:
“İslam ülkeleri birbirlerini güçlendirmeli, zayıflatmamalı. Amerika ve Batı’ya güvenilmemeli. Batı’nın adımları bölgenin zararına… Irak ile Suriye’de düşmanın elini görmeyenler kendilerini aldatıyor. Siyonistler ve Batılılar bu durumdan memnun. Bunlar IŞİD meselesinin bitirilmesini istemiyor. Sorumluluk İslam ülkelerine düşüyor… İran, Yemen’e yabancı müdahalelere karşı. Sorunun çözümü saldırıların durdurulmasıdır. Kendi gelecekleri hakkında karar vermesi gerekenler Yemen halkıdır… Bazı İslam ülkeleri para ve imkânlarını düşmanların hizmetine sunuyor.” Bu sözlerin her birinde Türkiye’ye dokundurma var mı, var.
UMMAN ARABULUCU OLABİLİR
Yemen için arabuluculuk ya da ortak mekanizma kurulmasına gelince; Erdoğan’ın Suud’un tehdit mesajını getirdiğini düşünenler olsa da bu mesajın krizin işbirliği içinde çözüm önerisini içerdiğini söyleyenler çoğunlukta. Tahran merkezli gazetecinin aktardığına göre İranlılar bu mesajı şöyle algılıyor: “Yemen’e operasyonla hedefe ulaşmak zor, bu iş bizim boyumuzu aşıyor, İran’la uzlaşarak bu krizi çözebiliriz.”
Ancak diplomatik kaynağa göre Erdoğan spesifik bir mesaj getirmedi, sadece Yemen konusunda karşılıklı fikir alışverişi yapıldı.
“Türkiye’nin arabuluculuk yapması gibi bir şey söz konusu mu” diye sorduğumda şu yanıtı verdi:
“Suudi Arabistan’ın öncülüğündeki operasyona destek verdiği gün Türkiye arabuluculuk vasfını yitirdi. Erdoğan’ın sarf ettiği sözler İranlılara çok ağır geldi. ‘İran, Yemen’den çekilmeli’ dedi. İran, Yemen’den neyini çekecek? İran’ın orada askeri mi var? Husilerin kullandığı bir tek silah bile İran’a ait değil. Evet, Irak’ta IŞİD’e karşı mücadelede İran’ın katkısı var. Zaten Kürdistan lideri Mesut Barzani de, Irak Başbakanı Haydar el İbadi de bunun için açıkça teşekkür ediyor. Peki, İran Yemen’in neresinde? Erdoğan’ın açıklamaları halkımızı incitti. Eğer birileri arabuluculuk yapacaksa bunun için en uygun ülke Umman olabilir. Çünkü Umman tarafsızlığını koruyor.”
Birkaç gün önce Tahran’da gösteri yapan Yemenliler, ‘Kararlı Fırtına’ operasyonuna katılmadığı için Umman Sultanı Kâbus’a teşekkür eden pankartlar taşımıştı. Erdoğan’ın ziyaretinden hemen sonra İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’in diplomatik çözüm çabaları çerçevesinde Umman’a gitmesi Tahran’ın tercihini yansıtıyor. Zarif’in diplomatik çabalarıyla ilgili İranlı diplomatik kaynak “İran başından beri krizin siyasi çözümünden yana. Sorun askeri yollarla çözülemez.
Zarif diplomatik çözüm ortamını oluşturmak için Umman’a gitti. Mevcut koşullarda Riyad’a gidemeyeceğine göre en iyi adres Umman” dedi. 2013’te ABD ile İran heyetleri arasında nükleer pazarlıkların zemini atan gizli görüşmelere de Umman ev sahipliği yapmıştı. Yine de Türkiye, İran ziyareti sonrası Riyad ile Tahran arasında bir denge tutturmaya özen gösterip diplomatik çabaların bir parçası olabilir. Suud fırtınası Husileri savuramazsa (ki şu ana kadar savurmadı) Türkiye’nin bu ‘özel komşu’ üzerindeki hatırına bel bağlayanlar olacaktır. Geçmişte Batı ile İran arasında çok köprü olmuşluğumuz vakidir. Pozisyonunu tarafsız bölgeye çekmiş bir Türkiye’ye İran’ın da ihtiyacı var.
Zarif, Umman’daki temaslarından sonra Pakistan’a gidecek. Bu nokta da önemli. Pakistan Başbakanı Navaz Şerif, Suudi Arabistan’ın “Sünni asker gönder” baskısı ile kendi Şii nüfusu arasında sıkışıp kalmış durumda. Suudi Kralı Selman 10 ülkeden oluşan bir koalisyon kurduğunu ilan etse de olası bir kara harekâtında Pakistan’ı illaki yanında görmek istiyor. Bu koalisyonda gerilla savaşına karşı deneyimi olan tek ülke Pakistan. Ülke içindeki mezhebi gerilimin derinleşmesinden korktuğu için karar veremeyen Şerif ise Türkiye ve İran’ın dahliyle krize bir an evvel çözüm bulunmasını bekliyor. Şerif’in 3 Nisan’daki Ankara temaslarında da bu konular ele alındı.
Hava harekâtından istediği sonucu almak bir yana Husilerin daha da güçlenmesine yol açan Suudiler şimdi kara harekâtını göze alamıyor. Pakistan ‘hayır’ derse Husileri de iktidarın parçası yapan diplomatik bir çözüm Suudiler için de ‘ehven-i şer’ haline gelebilir.
Bir tarafta ABD’nin istihbarat ve silah desteğine rağmen Suud’un yetersizliği, kartondan Körfez ittifakının tırsıklığı, kilit müttefik Pakistan’ın kararsızlığı, Türkiye’nin Riyad ile Tahran arasındaki sıkışmışlığı, diğer tarafta hayalet gibi mücadele veren Husilerin savaşkanlığı, ordu ve halktan gelen desteğin sağlamlığı ve İran’ın kararlılığı Yemen’deki kanlı sürecin alacağı mecrayı belirliyor. İbrenin diplomatik çözüme mi yoksa kara harekâtına mı döneceği bu faktörler arasında oluşacak dengeye bağlı.