Konuyla ilgili olarak analiz ve yorum yapan uzmanlara göre, bir zamanlar güçlü bir devlet yapısının egemen olduğu ve hemen her Dünya meselesine ilişkin olarak kendi bağımsız yaklaşımına sahip olan Libya, bugün tamamen iç sorunlar tarafından ele geçirilmiş durumdadır. Buna bağlı olarak, mevcut süreçte elde edilen en önemli ekonomik sonuç, yurtdışına düzenli olarak gönderilen petrol ve gaz noktasında ortaya çıkmaktadır. Bizzat Libya Halkı’nı ilgilendiren en önemli sonuç ise halen devam etmekte olan iç savaş olmaktadır ki; bu sebepten dolayı Libya uluslararası arenada daha çok uzun bir süre oy hakkından yoksun kalacaktır.
Siyasi analistler, Libya’da geçen son 3 yılın ardından ortaya çıkan görüntünün, zamanında Kaddafi karşıtlarına yardım etmek için savaş gemilerini ve savaş uçaklarını Libya’ya gönderenlerin işine yaradığını ifade ediyor:
‘‘Sadece Libya’yı değil, aynı zamanda tüm bölgeyi de derinden sarsan Arap Baharı sürecinin sebepleri üzerine istişareler yapıldığınd, genel olarak bu sebeplerin bir bütün teşkil ettiği ifade edilmektedir ki; şahsi kanaatime göre bu doğru bir yaklaşımdır. Bu sebepler bütününe örnek olarak, ekonomik ve sosyal meselelerin yanı sıra, ülkedeki aşiretler arasındaki anlaşmazlıklar da gösterilmektedir. Bu da doğru bir yaklaşımdır. Fakat Libya Baharı’nın kendine özgü bir fonu, bir arka planı vardır. Bu arka plan ise tamamen enerji konusuyla ilgilidir.
Bazı çevrelerce devrim olarak nitelendirilen hareket, Libya petrolünün neredeyse %80’inin çıkartıldığı Sirenayka’da başlamıştır. Bölgedeki aşiret ağaları ve mantar misali bir anda türeyen İslamcı silahlı yapılanmaların liderleri, bu hareket esnasında petrolden elde edilen gelirleri kendi yararlarına kullanacaklarını açıklamaktan çekinmemişledir. Zaten gelinen noktada, bu hedeflerine de ulaşmışlardır.
Kaddafi zamanında ise petrolden elde edilen gelir Libya Halkı’nın ihtiyaçlarının karşılanması için kullanılmaktaydı. Artan para ise Libya Devleti tarafından geliştirilen uluslararası projelerin finansmanına aktarılmaktaydı. Bahsi geçen söz konusu projeler, Batı için tabir – i caizse ‘‘boğaza takılan kılçık’’ niteliğindeydi. Arap Yarımadası ülkelerinin dayattığı şartlarda hareket eden ve büyük bir hayal kırıklığı olan Arap Birliği içerisinde bile Kaddafi, o bitmek tükenmek bilmeyen enerjisi ise Afrika Birliği’ne ilişkin kuruluş projesini gündeme getirmeyi bilmiştir. O tarihte Afrika’nın ihtiyaç sahibi fakir ülkelerine gönderilen Libya kredileri, Avrupa bankalarına nazaran çok daha uygun koşullara sunulmaktaydı. Kaddafi’yi deviren Avrupalı liderler ve Arap Yarımadası ülkeleri, Afrika Birliği’nin bu son derece iddialı planlarını da ortadan kaldırmışlar ve buna ek olarak Afrika’daki kırılgan istikrar durumunu da bozmuşturlar. Şimdi bu istikrarı sağlama görevini eski sömürgeci Fransa üstlenmiştir. Artık Afrika’daki yerel yönetimlere nasıl yaşayacaklarını ve kiminle istişare halinde olacaklarını Fransa dikte edecektir’’.
Bazı siyasi uzman ve yorumcular ise ‘‘gaz ve petrol’’ etkenlerinin sadece Libya’da yaşanan ve yaşanmakta olan olaylar ile sınırlı kalmadığı düşüncesinde:
"Arap Baharı adı verilen hareketin neden ortaya çıktığı üzerine daha önce pek çok kez görüşlerimi dile getirme imkanı buldum. Bu olayların 2010 yılında Tunus’ta genç bir esnaf olan Muhammed Buazizi’nin isyan ederek kendini yakmasından sonra ülkede başlayan hareketlerin yayılması ile ortaya çıktığı kabul edilmektedir. Ancak, bu olayların başlamasına 2 hafta kala Sudan’da ülkeyi ikiye bölen referandumun yapılmış olduğu gerçeği de göz ardı edilmektedir. Bu referandumdan sonra, ülke petrolünün çıktığı bölge Güney Sudan’a, bu petrolün transferinin gerçekleştirildiği aktarım bölgelerinin kontrolü ise Kuzey Sudan’a bırakıldı. Batı’nın bölgede aktif olarak katılım göstereceği ve canının istediği gibi müdahale edeceği yeni anlaşmazlıkların temeli de aslında bu referandum ile atılmış oldu. Sudan’ın ikiye bölünmesi sürecine kadar geçen zaman zarfında, ülkede Çin petrol şirketleri faaliyet göstermekteydi. Bu Çin şirketleri, o dönemde Libya’daki varlıklarını da güçlendirmişlerdi. Ancak yaşanan olaylardan sonra hem Sudan, hem de Libya yer altı zenginliklerini Batı’nın tekeline bırakmak suretiyle eski sisteme geri dönüş yapmışlardır.
Akabinde ortaya çıkan Suriye olaylarında ise petrolden ziyade gaz meselesi ön plandadır. Görünüşe göre Doha Yönetimi, Katar gazının Suriye üzerinden Avrupa’ya aktarılmasını öngören boru hattı projesinin Şam tarafından reddedilmiş olmasını affetmemiştir. Şam Hükümeti bu proje yerine, İran’dan başlayan ve Irak üzerinden geçerek Suriye’nin Baniyas Limanı’na ulaşan doğalgaz boru hattı projesini imzalamıştı. Bu durum da ülkede yaşanan olayların patlak vermesinde önemli rol oynamıştır.
Bu bağlamda Libya, Sudan ve Suriye’de yaşanan ve halen de yaşamakta olan hadiselerin Arap Halkı’nın demokrasi için verdiği mücadele ile uzaktan yakından alakası yoktur. Bu olaylar tamamen ve net olarak Batı’nın ve müttefiklerinin tezgahladığı projelerin soncunda ortaya çıkmışlardır. Söz konusu konjonktürde Tunus ve Mısır devrimleri öne çıkmaktadır. Batı ve güvenilir müttefikleri Libya, Sudan ve Suriye gibi bu ülkeleri de mevcut sürece dahil etmeye çalışmış ancak muvaffak olamamışlardır. Tunus ve Mısır’daki mevcut durum her ne kadar çok sakin olmasa da, yine de Libya ve Suriye ile kıyaslanamaz ölçüde stabil olma niteliğine haizdir. Bu sebeple hem Tunus’un hem de Mısır’ın mevcut krizden çıkışları kuvvetle muhtemel olmaktadır."
18 Şubat 2014