Türkiye’nin yaklaşık 4 milyar dolarlık stratejik önemdeki anti-balistik füze savunma sistemi ihalesinde ABD’li ve Avrupalı müttefiklerini değil Çin’in CPMIEC firmasını tercih etmesi uluslararası gündemin ilk sıralarını meşgul etmeye devam ediyor.
Kararın alındığı 26 Eylül gününden itibaren başlayan eleştirilerin tonu giderek artarken, gözler hükümetin bu baskılar karşısında geri adım atmayacağına çevrildi.
Ankara’daki Türk ve yabancı diplomatlar arasında yapılan değerlendirmelerde, Türkiye’nin kesin olarak Çin’le sözleşme imzalayacağına inanan da var, baskıların sonuç verip NATO ülkesiyle müzakerelere geçileceğine inanan da.
İmza atılıp atılmayacağına dair farklı görüşler
İlk grupta olanların en önemli dayanağı, Türk hükümetinden gelen kuvvetli açıklamalar ve yerli üretime dayalı bir savunma sanayi politikasına yapılan vurgu oldu.
Savunma Sanayii Müsteşarı Murad Bayar’ın altı ay içinde müzakerelerin tamamlanıp sözleşmenin yapılabileceğini açıklaması ve ardından Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Çin’in teknoloji transferi ve yerli üretim avantajlarını sıralayıp kararı güçlü bir şekilde savunması birçok diplomatta hükümetin geri adım atmayacağı görüşünün güçlenmesine neden oldu.
Bir NATO ülkesinin büyükelçisi “Türkiye bu noktadan sonra geri adım atmayacaktır” ifadesini kullanırken, bir diğer büyükelçi ise “Kararı veren komitenin başında Başbakan yer alıyor. Savunma bakanı ile müsteşarın, Başbakanın sözünü desteklemekten başka bir şey dediklerini sanmıyorum. Dolayısıyla bir geri adım atılacaksa o kararı da Başbakan almak durumunda olacaktır ama geri adım geleceğini sanmıyorum.”
Bu görüşe paralel olarak Türkiye’nin savunma sanayi politikasını teknoloji transferi ve yerli üretim parametrelerine endekslediğini anımsatan diplomatlar da bulunuyor.
Çin ile Türkiye’nin son yıllarda başta uzay bilimleri olmak üzere stratejik ve askeri konularda daha yakın işbirliğine girdiğini, Batılı ülkelerden farklı olarak Çin’in teknoloji transferi konusunda daha esnek bir tutum izlediğini anımsatan diplomatlar, bütün bu gelişmeleri Ankara’nın “daha bağımsız bir dış ve savunma politikası arayışı” çerçevesinde görmek gerektiğine işaret ediyorlar.
Bir başka nokta ise Türkiye’nin 2020’de dünyanın en büyük ekonomisi olacağı öngörülen Çin’i küstürmek ve hatta kızdırmak istemeyebileceği.
Gelişmeleri yakından takip eden bir yabancı diplomat, Çin’in Ortadoğu’daki siyasi ve ekonomi varlığını giderek artırdığını ve NATO üyesi Türkiye ile atılacak stratejik ve askeri adımlara büyük önem verdiğini ve dolayısıyla “sözleşmenin peşini kolay kolay bırakmayacağı” değerlendirmesini yaptı.
ABD Kongresi’nin büyük kozu: Serbest ticaret anlaşması
Bu büyükelçi ve diplomatların şahsi değerlendirmelerine karşın bazı başka diplomatlar da, Türkiye’nin taktiksel bir manevra içinde olabileceğini, Avrupalı ve ABD’li firmalara karşı kozlarını güçlendirmeye çalışabileceğini iddia ediyorlar.
Bu açıdan bakıldığında, Türkiye’nin NATO sistemlerine eklemleyemeyeceği bir sistemi almak istemeyeceği, Kürecik’e radar sistemi konuşlanmasına izin vererek füze savunma sistemini ittifakın uzun vadeli projeksiyonu içinde öngördüğü değerlendirmeleri de yapılıyor.
Geçmişte yine maliyeti 4 milyar doları bulan Atak helikopteri ihalesinde, ihaleden ilk sırada çıkan Bell-Textron ile müzakerelerin başlamasına karşın, daha sonra yapılan yeni değerlendirmeler ışığında İtalyan Augusta helikopterlerinin seçildiği de hafızalarda hâlâ yerini tutuyor.
Bu tür örnekleri anımsatan diplomatlar, başta Suriye ve diğer bölgesel konular olmak üzere geleneksel müttefikleriyle zaten sıkıntılı bir süreçten geçen Türkiye’nin sözleşmeyi Çin firmasıyla imzalayarak işleri daha da güçleştirmeyi düşünmeyeceği kanaatindeler.
Bu sürecin özellikle Ankara-Washington ilişkilerine önemli etkileri olabileceği de yapılan değerlendirmeler arasında.
İtalyan-Fransız ortaklığının yeni önerilerle SSM’nin kapısını çaldığını anımsatan diplomatlar, Türkiye’nin NATO ile geçmişte yaşadığı bunalımlarda da son kararını ittifaklık ilişkisinin gerekleri doğrultusunda aldığını anımsattılar.
Bunlar arasında Rasmussen’in seçim süreci ve Kürecik’e radar sistemlerinin kurulması gibi çok önemli gelişmeler de yer alıyor.
Zorlu karar
Türkiye’nin kararını gözden geçireceğine inanan gruptaki diplomatların bir başka argümanı da ABD Kongresi’nin tepkilere katılması ve sert bir tonla Amerikan hükümetini adım atmaya çağırması.
Türkiye’nin ABD ile AB arasında başlatılan Transatlantik Serbest Ticaret Anlaşması’na eklemlenmek istediğini, bunun için yoğun diplomatik bir süreç yürüttüğünü kaydeden diplomatlar, Türkiye’nin bu sürece katılımının ABD Kongresi’nce kararlaştırılacağını anımsattılar.
Türkiye’nin ABD-AB süreci dışında kalması durumundaki kaybının yıllık 20 milyar doları bulabileceği hesaplanmıştı.
Bu iki farklı değerlendirmeden hangisinin doğru olduğu büyük olasılıkla 2014 yılının ilk yarısında netleşecek.
Eğer SSM ihalenin tümüne ilişkin radikal bir karar almazsa, füze sistemi ihalesinde Çin’in mi yoksa NATO’nun mu kazançlı çıkacağı bu süreç içinde belirlenecek.
Hangisi olursa olsun, Türk hükümetini zorlu bir karar beklediği ortada.
Türkiye’ye üç koldan füze sistemi tepkisi
2013’ün başından bu yana ABD’nin yaptırım listesinde yer alan CPMIEC firmasının önerdiği FD-2000 savunma sisteminin ihaleyi kazanmasına tepkiler üç farklı kaynaktan geldi.
İlk tepkiyi ihaleye katılan ve ancak üçüncü tercih olarak çıkan ABD’li Rayşeon şirketi vermişti.
İhaleden ikincilikle çıkan İtalyan-Fransız konsorsiyumu Eurosam ise basın aracılığıyla bir tepki vermek yerine Savunma Sanayii Müsteşarlığı ile temasa geçerek, tekliflerini yenileyebilecekleri mesajını iletmişlerdi.
ABD Dışişleri Bakanlığı da açıklama yapmış ve ihalenin NATO sistemine uyarlanması olanaklı olmayan ve üstelik yaptırım listesindeki bir firmanın ürününe verilmesiyle ilgili gerekli diplomatik girişimlerin yapıldığını kaydetmişti.
ABD’nin yanısıra diğer bazı önde gelen Batılı ittifak üyelerinin de rahatsızlıklarını aktardığı biliniyor.
ABD Kongresi’nden bir grup senatör de Savunma Bakanı Chuck Hagel’a mektup yazarak, bu konuda Türkiye’ye karşı her türlü diplomatik yolun kullanılmasını istemişlerdi.
Tepkinin son ayağı ise NATO’dan geldi. Genel-Sekreter Anders Fogh Rasmussen, savunma gereksinimleriyle ilgili tercihlerin “milli kararlar” olduğuna dikkat çekmiş ama alınacak sistemin NATO sistemleriyle birlikte çalışabilecek olması gerektiğini söylemişti.
NATO ve Batılı yetkililer, hem teknolojik casusluk hem de ittifaka ait güvenlik kodlarının üye olmayan bir ülkenin eline geçebilecek olması kaygılarından dolayı FD-2000 sisteminin toplu savunma sistemine uyumlu hale getirilmesine karşı çıkılacağı mesajını vermişlerdi.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ihale sonuçlarının açıklanmasının hemen ardından yaptığı “Henüz kesinleşen bir şey yok” açıklaması, hükümete dönük baskının önünü daha da açan bir etki yarattı.
Serkan Demirtaş - BBCTürkçe
18 Ekim 2013