Mısır tam bir felakete doğru sürükleniyor: a) Darbe karşıtları büyük kıyıma uğrayabilir, b) Suriye gibi Mısır’da da iç savaş başlayabilir, c) Süveyş Kanalı’nı kontrol eden, sınırları İsrail’e kadar uzanan Hıristiyan Kıpti devleti kurulabilir, Mısır parçalanır.
Türkiye yalnızlığa düştü, yalnızlığımızın başlangıç noktası Suriye. Darbe sonrası Mısır politikası yanlış değil. Şu anki tutumumuz ahlaki olarak doğrudur. Keşke ilk günden Suriye’de de silahsız direnişe destek vermekle yetinseydik. Muhasebe yapmak gerekirse Afganistan’daki sivil katliamda seyirciyiz; Pakistan iç kargaşasında etkimiz yok; Irak işgalinde topraklarımızı kullandırdık; Suriye iç savaşında belirleyici olduk; Libya’da çaresiz kaldık; Mısır darbesinde gerekli feraseti gösteremedik. En basitinden darbeden 24 saat önce Suud Büyükelçisi saatlerce ülkesini darbe konusunda telefonla uyarırken biz tehlikeyi göremedik. Bölgenin selameti Türkiye, İran ve Mısır’ın rekabetinde değil, işbirliğinde yatar. Suriye konusunda en az bizim kadar İran da suçlu ve kusurlu; o da mevcut tutumunu sürdüremeyeceğini anlamış olmalı. O da Mısır darbesine karşı çıkıyor. Mısır darbesinin arkasında ABD, Suudiler-Körfez ülkeleri, İsrail olduğunda, AB’nin de onay verdiğinde tereddüt yok. Somut kanıtın aranmadığı durumlar var, mesela kanalizasyon patlayıp her tarafı pis kokular sarmışsa, illa da bir uzmandan havada pis koku var diye belge istenmez. Türkiye, Suriye konusunda Suudilerin ve Batılı müttefiklerinin tuzağına düştü; Sayın Başbakan Türkmenistan’a giderken bunu ima etti. Türkiye, Suriye’nin iç toplumsal-politik dengelerini, bölgedeki yeni oluşumu ve küresel yeni pozisyonları doğru okuyamadı. Mısır darbesi ve Suriye trajedisi gösterdi ki Suudilerin desteklediği Selefilere ve silahlı örgütlerine güvenilmez, onlar Suudi devletinin mezhebi ve ulusal çıkarlarına göre hareket ediyorlar. Bu çerçevede en mağdur olan Suriye ve Mısır İhvanı oldu ama en çok Suriye halkı. İhvan’ın da iki destekçisi kaldı; biri Türkiye diğeri giderek sahneden çekilen Katar. Yeni musibet Tunus’u da içine almak üzere. İran, Suriye ve Lübnan yardımlarından koparılan Hamas savunmasız ortada kaldı. Eğer Suudilerle arası iyi olmayan İran, Mısır darbesine karşı ise; Esed’in yanında durmasının yegane sebebi İsrail’in önce Lübnan’da, arkasından bölgede elinin güçlenmesi endişesi ise -ki öyle olması gerekir- ve Şiiliğe hayat hakkı tanımayan Selefilerden korku duyuyorsa, Mısır darbesinden sonra ortaya çıkan tabloda ABD, Suudiler, Selefiler ve İsrail bir safta; Türkiye, İran ve İhvan diğer safta bir araya gelmiş demektir.
Bu tablo belki kısa sürecek “tarihsel bir an”a işaret eder. Bu an’ı kalıcı faydaya çevirmek mümkün. Bu da Türkiye ile İran’ın bölge politikalarını yakınlaştırmalarına, ama özellikle Suriye konusunda bir mutabakata varmalarına bağlıdır. Mısır ve bölge krizi Suriye’den geçer. Bu iki ülke jeopolitik ve stratejik derinlik hesaplarıyla coğrafyaya nesne, insanlara piyon/kukla bakma hatasına düşmemeli; politikaları hakikate tutunmaya, Müslümanların selametine ve birliğine matuf olmalı. Yoksa bölgede kaos sürecek, ülkeler parçalanacak. Sıra Türkiye ve İran’a da gelecek; Müslümanlar Şii-Sünni, Türk-Kürt, Arap-Fars vs. diye birbirlerinin kanını vahşice dökmeye devam edecek. Türkiye hâlâ belirleyici rol oynayabilecek konumda. Bu konuda Sayın Abdullah Gül, R. Tayyip Erdoğan, Bülent Arınç ve Numan Kurtulmuş’un bir araya gelerek diğer kıymetli siyasetçileri de motive edip durumu yeni baştan ele almaları; Kürt, Alevi ve gayrimüslimlerin hiçbir hak ve özgürlüğünü pazarlık konusu yapmadan hemen hayata geçirmeleri; içeride kimlerle -İslami gruplar, cemaatler, STK’lar- aralarına soğukluk girmişse onlarla kardeşlik hukuku tesis etmeleri; AK Parti’ye oy versin vermesin ulaşabildikleri herkesten gönül almaları; Türkiye üzerine “yeni bir şemsiye” açmaları gerekir. İçlerinin kan ağladığına inandığım bu dört kardeşe büyük sorumluluklar düşüyor.
23 Ağustos 2013