iki ülke arasında güvenlik alanında işbirliğinden, Türkiye-İsrail ilişkileri ve Doğu Akdeniz’deki gerginliğe kadar birçok alanda görüş alışverişinde bulunulduğu belirtilmektedir. Bununla birlikte görüşmenin ağırlıklı olarak Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da yaşanan değişim ve dönüşüm hareketlerinin nasıl yönlendirileceği olduğu düşünülmektedir. ABD ve Avrupalı güçlerin Libya dahil olmak üzere bölgede yaşanan değişimin sağlıklı ve istikrarlı bir yolda ilerlemesini sağlayacak güçte olmadığı görülmektedir. Sarkozy ve Cemoron’un Libya ziyaretlerinden anlaşıldığı kadarıyla her iki ülkenin de orta dönemde Libya’daki siyasal süreci yönlendirebilecek etkilerinin sınırlı olduğu görülmektedir. Dolayısıyla Batı’nın Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki siyasal süreci yönlendirebilecek kapasiteden yoksun olduğu bir dönemde ABD bölgedeki çıkarlarını sürdürmek için Türkiye’nin oynayacağı rolü oldukça önemsediğini belirtmek gerekir. Bu bağlamda Obama-Erdoğan görüşmesinin ana gündem maddesinin Türkiye’nin Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki değişimi yönlendirmede oynayacağı rol olduğu düşünülmektedir.
Orta Doğu ve Kuzey Afrika’dan New York
Başbakan Erdoğan’ın New York ziyareti öncesi düzenlediği Mısır, Tunus ve Libya ziyaretleri ve söz konusu ziyaretlerde verilen mesajların Obama-Erdoğan görüşmesinin de içeriğine dönük bazı önemli işaretler barındırdığı düşünülmektedir. New York’da Başkan Obama ile Başbakan Erdoğan arasında görüşmelerin başladığı dakikalarda Mısır, Tunus ve Libya medyasında Erdoğan’ın vermiş olduğu mesajların tartışıldığına dikkat çekmek gerekir.(1) Başbakan Erdoğan’ın New York ziyareti öncesi Arap Baharının yaşandığı ülkelere düzenlediği ziyaretler ve ziyaretlerden önce de Füze Kalkanı Projesi’nin radar sistemlerinin Türkiye’de kurulmasına izin verilmesi birbiriyle bağlantılı stratejiler olarak görmek gerekir. Füze Kalkanı Projesi ile Türkiye, Batı ittifakı ile birlikte hareket ettiğini bir kez daha ortaya koyarak bir anlamda Orta Doğu ve Kuzey Afrika’ya yaklaşımına yönelik farklı eleştirileri bertaraf etmiş diğer yandan da ABD’ye yaşanan değişim hareketleri Batı açısından sağlıklı bir şekilde yönlendirebilecek bir aktör olduğu mesajını vermiştir. Bu bağlamda Başbakan Erdoğan’ın Mısır, Tunus ve Libya’da sarf ettiği sözler iyi analiz edildiğinde hem bölge halkına ve rejimlerine hem de Batı dünyasına önemli mesajlar içerdiği düşünülmektedir. Başbakan Erdoğan’ın Mısır ziyaretinde öne çıkan tartışma konularının başında Filistin sorunu olmasına karşın, aynı zamanda rejimin yapısı, Anayasa’nın temel yapısı ve Batı dünyası ile ilişkilerde önemli konular arasında yer almıştır. Özellikle rejimin ve Anayasa’nın seküler yapısına yapılan vurgunun Batı ve Washington yönetimi açısından bir öneme sahip olduğu düşünülmektedir. Bazı Batı medyasın İslamcılıkla suçlanan bir Partinin Mısır halkı üzerindeki etkisini tartışmaya açma riskine rağmen laiklik vurgusu yapması önemlidir. Başbakan Erdoğan Mısı’daki özel televizyon kanalı Dream’e verdiği mülakatta "Laiklikten çekinmeyin. Mısır’da laik bir devlet olacağını ümit ediyorum” ifadelerini kullanmıştı.(2) Bilindiği üzere 25 Ocak devrimi sonrası Mısır siyasetinde liberaller ile İslamcı partiler arasında Anayasa’da laiklikle ilgili önemli bir tartışma yaşanmaktadır. Hıristiyan gruplar, liberaller ve Anayasa’da laiklik vurgusunu talep eden kesimler Kasım ayında yapılacak parlamento seçimlerinin ardından Müslüman Kardeşlerin iktidara gelmesi durumunda İslami bir rejimin kurulmasından çekinmektedirler. Mısır’daki rejiminin ideolojik bir değişim geçirmesi ülkenin uzun bir sürede daha istikrarsızlık ve iç çekişmeler yaşamasını beraberinde getirebilir. Yaşanan istikrarsızlık Ordu’nun da politik sürece müdahalesine yol açabileceği gibi İsrail’le de sorunlu bir ilişki boyutunun da sürmesi anlamına gelmektedir. Türkiye bir yandan Mısır’daki rejiminin yapısına yönelik yönlendirici açıklamalarda bulunurken diğer yandan da Mısır’ın bölgede önemli bir aktör olmasını stratejik çıkarları açısından desteklediğini ortaya koymuştur. Türkiye, ekonomik, askeri, eğitim, turizm ve sağlık gibi bir çok alanda Mısır’la ilişkilerin geliştirilmesi sağlayarak Mısır’daki değişimin sağlıklı bir rotada ilerlemesine yardımcı olabileceğini göstermiş ve bu kapsamda da rakip değil stratejik ortak olarak Mısır’ı gördüğünü göstermiştir. Başbakan Erdoğan’ın “ Türkiye-Mısır el ele” sözleri daha sonra Dışişleri Davutoğlu’nun New York Times gazetesine verdiği mülakatta belirtmiş olduğu sözlerle daha da anlaşılır olmuştur. Dışişleri Bakanı Davutoğlu Türkiye ile Mısır arasında demokrasi temelinde yeni bir eksen kurmak istediklerini belirtikten sonra “Bölgesel güç dengesi için güçlü, çok güçlü bir Mısır istiyoruz. Bazı kişiler Mısır ve Türkiye’yi rakip olduğunu düşünebilir. Hayır. Biz güçlü bir Mısır istiyoruz şimdi. Bu bizim stratejik kararımız” ifadelerine yer verdi.(3)
Erdoğan ve Davutoğlu ikilisi Türkiye’nin Mısır halkı ve kurumları üzerindeki etkisini dikkate alarak Türkiye’nin Mısır’ı bölgesel bir rakip değil aksine ortak olarak gördüğü ve kurulacak işbirliğinden hem Mısır hem de Türkiye’nin her alanda kazançlı çıkacağını ifade etmiştir. Türkiye tarafından ortaya konan strateji Mısır’daki değişimin hem bölge hem de ABD ve AB ülkelerinin çıkarları açısından bir tehdit oluşturmadığı gibi, söz konusu ülkelerin kaygılarını da giderecek düzeydedir. Orta Doğu’daki çıkarları açısından Mısır’ı oldukça önemseyen ABD’nin 25 Ocak 2011 sonrası dönemde askeri bürokrasi üzerindeki etkisini kullanarak Mısır siyasetini yönlendirmesi her geçen gün daha da güç bir hal alacaktır. Tam da bu noktada da Türkiye’nin rol alması ve Mısır’ı bölgesel çıkarlar açısından tehdit edeci değil, tamamlayıcı aktör konumunu getirmesi beklenmektedir. Dışarıdan gözlemlerden elde edilen bilgiler ABD’nin Mısır içindeki en önemli bağlantısının askerler olduğu ancak her geçen gün askerlerin siyasal süreci yönlendirmede zayıfladığı yönündedir. Dolayısıyla Obama yönetiminin Mısır’ı kaybetmemek ve bölgesel politikadaki rolünü sürdürmesi sağlamak için Türkiye’ye ihtiyaç duyduğu görülmektedir. Bundan dolayı Obama-Erdoğan görüşmesinde Mısır konusunun da gündeme gelmiştir.
Erdoğan’ın Tunus ve Libya’da verdiği mesajlar da Obama yönetiminin beklentilerini en üst düzeyde karşılamaktadır. Tunus’taki yeni yapılanma sürecini başından itibaren takip eden Türkiye, aynı zamanda seçimlerin favori partisi El Nahda üzerinde de etkili bir aktördür. Özellikle seçimlerden sonra Türkiye’nin Tunus’taki yeni yapılanma sürecinde daha aktif bir rol alacağı ve bu konuda da Amerikalılarla birlikte çalışabileceği görülmektedir. Libya konusuna gelince hem Ankara’nın hem de Washinton’un ortak hedeflere sahip olduğu görülmektedir. her iki ülkede Libya’nın yeni bir Irak olmasını istemedikleri ve muhalif gruplar arasındaki uzlaşmayı önemsedikleri görülmektedir. Fransa’dan farklı olarak Türkiye ve ABD’nin Irak’ta elde ettikleri tecrübeler Libya konusunda daha temkinli davranmalarına yol açmaktadır. İç savaşın başından itibaren yalnızca muhaliflere yatırım yapan Fransa’nın Libya’da gerçekleşecek olası seçimlerin ardından etkisini kaybetmesi riski bulunmaktadır. Olası seçimlerin ardından iktidara gelecek kesimlerin özellikle petrol anlaşmalarını konusunda Fransa’nın girişimlerini eleştirmesi kuvvetle muhtemeldir. Amerikan yönetimi Türkiye’nin Sirte, Sabha ve Ben Velid’deki muhalifler üzerinde etkisini genişletmesine üstü örtülü bir şekilde destek vermiştir. Böylelikle bu grupların yeni yapılandırma sürecine katılımı durumunda Türkiye’nin etkisinden yararlanmayı düşünmüş olabilir. Nitekim Iraklı Sünnilerin siyasal ve askeri sürece yeniden katılımında Türkiye’nin oynadığı rol ABD tarafından desteklenmişti.
Bu çerçevede Mısır, Tunus ve Libya’da yakın dönemde gerçekleşecek seçimlerden nasıl bir sonucunun ortaya çıkacağının tartışıldığı bir günde New York’da gerçekleşen görüşmede güvenlik sorunları karşısında işbirliği yapılması konusunun yanı sıra Türkiye’nin Arap devrimlerini yönlendirmedeki etkisi de ciddi şekilde masaya yatırılmıştır. Amerikan yönetimi Türkiye’nin hem NATO projelerine verdiği destek hem de Arap halk hareketlerini sağlıklı bir şekilde yönlendirme girişimlerini Amerikan çıkarları ile uyumlu bulmaktadır. Aynı şekilde iki lider Suriye yönetimine karşı da ortak bir zeminde hareket etme yönünde görüş alış verişinde bulmuşlardır. Başbakan Erdoğan’ın Mısır, Tunus ve Libya’da Suriye yönetimine göndermeler de bulunmasının da Türkiye-Washington hattından çıkar uyuşmasının olduğunu işaret etmektedir. Diğer yandan tüm yaptırım kararlarına rağmen ABD ve Batının Suriye’nin içinde önemli bir etkiye sahip olmadığı bilinmektedir. New York’taki görüşmede hem Türkiye’nin etkisi hem de değişimin nasıl olacağı yönünde görüş alış verişinde bulunulmuş olabilir.
Sonuç olarak Obama-Erdoğan görüşmesinin konu başlıklarının önemli bir kısmının Türkiye’nin Arap Baharını Batının çıkarlarını tehdit oluşturmayacak biçimde yönlendirmesi istediği ve değişime öncülük etme talebinde bulunması kuvvetle muhtemeldir.
Doç. Dr. Veysel AYHAN, ORSAM Ortadoğu Danışmanı, Abant İzzet Uluslararası İlişkiler Bölümü
Kaynakça
1 Dina Ezzat, “The Erdogan effect”, 15 - 21 September 2011, Issue No. 1064, http://weekly.ahram.org.eg/2011/1064/fr2.htm, Hassan Abu Taleb, “Following şe Turkish model or forging our own?”, 15 - 21 September 2011, Issue No. 1064, http://weekly.ahram.org.eg/2011/1064/re67.htm
2 Al-Masry Al-Youm News, “Erdogan calls for a secular Egypt”, 13/09/2011, http://www.almasryalyoum.com/en/node/495198
3 Anşony Shadid, “Turkey Predicts Alliance Wiş Egypt as Regional Anchors”, The New York Times, September 18, 2011, http://www.nytimes.com/2011/09/19/world/middleeast/turkey-predicts-partnership-wiş-egypt-as-regional-anchors.html?_r=1&pagewanted=2