Zeynebiye - Ehlibeyt Dünyasının Gündemi | Türkiye Caferileri

Suriye Konusunda Cevap Bekleyen Sorular

Suriye?de sürmekte olan Beşşar Esat karşıtı gösterilerle ilgili olarak ülkemizde medya ve kamuoyunda büyük bir reaksiyon ortaya çıkmakta bu minval üzere değişik kesimler ve kalemler tarafından yorumlar ve tartışmalar yapılmakta. 

30 Nisan 2011
Suriye Konusunda Cevap Bekleyen Sorular

Tunus ve Mısır ile başlayıp Kuzey Afrika ve Ortadoğu’ya yayılan "özgürlük hareketleri" bağlamında Suriye halkının da kitlesel gösterilerle meşru ve haklı taleplerini dile getirmesinin yanında durmamız, bazı gerçekleri göz ardı etmemizi gerektirmiyor. Zira fotoğrafın tamamını görmez ya da yansıtmazsak, gerçekler ve halkların geleceği adına sorumluluk altına gireriz.

Esat yönetimine karşı Suriye halkı ile dayanışma içine girerken, en çok kullandığımız argümanların başında “Hama katliamı” gelmektedir.

1982 yılında Said Havva, Adnan Sadettin ve El Beyanuni liderliğindeki devrim komitesi tarafından İhvan-ı Müslimin hareketinin Suriye’nin Hama kentinde gerçekleştirdiği ayaklanmanın kanlı bir şekilde bastırılıp 20 bin kadar Hamalı müslümanın katledilmesi olayı, günümüzdeki olaylarla -özellikle de Dera kentindeki olaylarla- ilişkilendirilip “yeni Hama katliamı” uyarıları yapılmakta.

Suriye’de "rejim karşıtı muhalefet hareketi", Suriye halkının özgürlüğü ve dikta rejiminden kurtulması adına dünya kamuoyuna mesajlar yayınlarken, bizler beri taraftan bu “Suriye muhalefeti”nin başını çekenlerden Abdulhalim Haddam’ın, Hama katliamı döneminde Suriye dışişleri bakanı, Hama katliamının ardından da Suriye devlet başkan yardımcısı olduğunu, Beşşar Esad yönetiminin ilk zamanında da başkan yardımcılığı görevini sürdürdüğünü göz ardı edecek miyiz?

Peki, Hama katliamının mimarı -Hafız Esad’ın kardeşi- Rıfat Esad’ın da, ağabeyi Hafız Esad’dan sonra devlet başkanı olmayı planlarken Beşar Esad’ın devlet başkanı seçilmesinin ardından muhalefete geçtiğini, Abdulhalim Haddam ile, Beşşar Esad’a karşı "ortak muhalefet cephesi"ne katıldığını göz ardı edecek miyiz?

Suudi Arabistan rejiminin, Suriye İhvan-ı Müslimin hareketi ile Abdulhalim Haddam ve Rıfat Esad arasında ortak bir cephenin oluşmasına öncülük ettiğini, Suudi Arabistan kralı Abdullah ile Prens Sultan Abdulaziz’in bu muhalefet liderleriyle Suriye rejimini yıkmak üzere anlaştıklarını göz ardı edecek miyiz?

Bütün Müslüman halkların haklı ve meşru taleplerinin yanında durduğumuz gibi, Suriye halkının meşru taleplerinin yanında dururken, “Suriye muhalefeti” adı altında kendini sunan cephenin sabıkası, mahiyeti, bölgesel ve uluslar arası bağlantılarını göz ardı edecek miyiz?

“Suriye halkı” adına kamuoyu oluşturan kardeşlerimiz, “Suriye muhalefeti”nin kritiğini yapması, mercek altına alması ve sorgulaması gerekmez mi? Beşşar Esad zalim ve katil de "muhalefet" ne kadar güvenilir ve temiz?

Yine aynı şekilde, ülkemizde gösterilere katılıp konuşmalar yapan, basın açıklamaları ve oturumlar düzenleyen "Suriye muhalefeti temsilcileri" hangi muhalefet gruplarını, hangi liderlikleri temsil ediyorlar?

Bu kişiler tavır ve söylemleri itibariyle, "ABD-İngiltere-Suud-Ürdün-Hariri cephesi"nden ne kadar beriler acaba? Bir halkın meşru talepleri üzerinden kendilerine başka hesaplar devşirmeye kalkan, diğer bir deyişle bir halkın özgürlük mücadelesini kendi şeytani emelleri için araçsallaştırmaya kalkan uluslararası ve bölgesel güçlere tepkimiz nedir? "Siyonizme karşı direniş ekseni"ni kırmak için küresel emperyalizm ve ABD'nin bölgesel müttefiklerine sırtını dayayan bir takım siyasi hareketlere karşı nasıl bir tavır söz konusu?

Fotoğrafın bir parçası bizim yüreklerimizi yakıp öfkelerimizi patlatırken diğer parçası kaygı ve endişelerimizi tetiklemiyor mu?

"Tevhid", "adalet" ve "özgürlük" diyen bizler, bir halkın meşru taleplerinden hareketle Müslüman Suriye halkının kaderini, stratejik bir öneme haiz Suriye’yi hangi emin ve temiz ellere teslim edeceğimizi hesaplamamız ve göz önünde bulundurmamız gerekmez mi?

Bahreyn halkının Amerika’nın bölgedeki karakol şefliğini yürüten despot el Halife diktatörlüğüne karşı sivil intifadası ile ilgili olarak, İslam dünyasında ve ülkemizde bazı aşina şahsiyetler, Suud rejiminin tankları Bahreyn'in başkentinde dolaşmaya başladığında, bu dış "askeri işgal"e karşı itiraz seslerini yükseltmezken, Bahreyn halkının İran ve Hizbullah ile olan gönül bağından hareketle açıktan veya dolaylı bir şekilde “Bahreyn’e İran’ın müdahalesi” gibi rahatsızlıklarını dile getirip Amerika’nın diğer kuklası Suud rejiminin işgal ve katliamlarından daha çok, İran İslam Cumhuriyeti'ni tartışmaların odağına aldılar.

Niçin?

"İran, Bahreyn halkının intifadasını destekliyor?" "Bahreyn halkının çoğunluğu "şii" olduğu İran bu halka destek veriyor?" Peki aynı İran, Tunus, Mısır, Libya ve Yemen halklarının intifadasını desteklemedi mi? Bu ülkelerin halklarının da çoğunluğu "Şii" mi? İran'ın askeri, siyasi, mali her açıdan bütünüyle desteklediği Filistin halkı "Şii" mi? Hamas ve Filistin İslami Cihad "Şii" mi?

Sanki Bahreyn'in kendi halkı değil de, o ülkeye girmiş/sızmış bir grup İranlı krallık rejimine karşı mücadele veriyor. Bunun diğer bir nitelemesi ise "İran uzantıları" ya da "İran destekli grup" şeklinde oluyor.

Madem ki, İslami bir yönetim olan İran’ın "dış müdahalesi” (!) Bahreyn halkının özgürlük mücadelesinin meşruiyetini gölgeliyor da, Amerika’nın İngiltere’nin, Fransa’nın, Suud ve Ürdün rejimlerin ve Lübnan’daki Saad Hariri’nin Suriye’ye müdahalesi niçin tartışmaya açılmıyor ve sorgulanmıyor?

Bahreyn halkının özgürlük mücadelesine "İran bağlantısı" "İran desteği" şerhini düşenler, Suriye halkının mücadalesi noktasında bir ikileme düşmüş olmuyorlar mı?

Yine aynı şekilde, Bahreyn halkının özgürlük mücadelesini “mezhep kavgası” şeklinde tanımlayıp, Suriye’deki rejimin Sünnileri ezen azınlık rejimi olduğunu söyleyenler, ellerinde nasıl bir terazi bulunduruyorlar? Bu terazi birini bir yerde zalim, başka bir yerde "masum" mu gösteriyor? Bu terazi bir yerde dökülen kanları başka yerde "su" olarak mı gösteriyor? Bu terazi bir yerdeki zindanları başka bir yerde "dinlenme merkezi" olarak mı gösteriyor? Bir yerdeki diktatörler "katli vacip" olurken diğer yerde "sempatik" mi oluyor?

Bunu hak ve adalet adına içimize sindirebilmemez nasıl mümkün olsun?

Suriye’deki olaylarla ilgili yazdığımız yazılara gelen tepkiler, şahsımız üzerinden, daha çok İran İslam Cumhuriyeti ve Hizbullah’a yönelik suçlama, hakaretler şeklinde kendini gösterdi.

Birtakım bildik fırsatçı odakların ve uzun süredir belli komploların içinde tanıdık bazı çevrelerin amacı da buydu zaten...

“Hizbullah katil ve zalim Suriye yönetimine destek verdi?” söylemini önce çıkaranlar, başta Hamas olmak üzere Filistin direniş hareketlerinin Suriye yönetimi noktasındaki açıklamalarını niçin göz ardı ediyorlar, neden kamuoyundan gizliyorlar, bu konuda sus-pus olmak nedendir?

Yine sormak gerek;

Diğer yanda, İhvan-ı Müslimin’in Filistin kolu olan “Sünni” Hamas Hareketi’nin, Suriye yönetimi ile olan ilişkilerinde “Şii” Hizbullah hareketi ile aynı ortak zeminde bulunduğu, bu ortaklığın, mezhebi ilgi ve bağlardan değil de, "siyonizme karşı mücadele cephesinin stratejik çıkarları"ndan kaynaklandığı gerçeğinin üzeri niçin örtülmekte?

Durum böyle iken, "Filistin İslami Direniş Hareketi"nin Suriye yönetimi ile olan ilişkisini, bu yönetime verdiği desteği göz ardı edip, Hizbullah ile Suriye yönetimi arasındaki ilişkiyi hedef tahtasına oturtmanın bizatihi kendisi “mezhepçilik”"ayrımcılık" ve "provakatörlük" değil midir?

Suriye yönetimi “Nusayri” iken, “Sünni” Abdulhalim Haddam’ın bir ömür boyu Baas rejimine en üst düzeyde hizmet etmesi nedendir? Sünniler Hama’da katledilirken Hafız Esad’ın sağ kolu olan Haddam’ın, şimdi Esad’ın Nusayriliğini tartışmaya açması nedendir? Ya da "Sünni" bir hanımın "Nusayri" Beşşar ile evlenmesi nedendir?

Suriye baas rejiminin ideolojisi “mezhepsel” değildir. "Arap sosyalizmi ve İslam’ın katıştırılmış laik bir versiyonu" olan Baasçılığın Irak’taki karşılığı ise Saddam rejimi idi. Buradan hareketle, Irak’ta onlarca yıl zalimce bir diktatörlük sergileyen Irak Baas rejimini “Sünni despotizmi” olarak tanımlamak ne kadar doğru olur?

Irak işgal edildiğinde Irak baasçılarını “direnişçiler” olarak tanımlayanlar, Saddam’ı ve oğullarını “şehit” olarak niteleyenler yarın Amerika, İngiltere, Fransa Suriye’ye saldırması durumunda, “Suriye baasçıları”nı “direnişçiler” olarak destekleyecekler mi? batılı güçlerin saldırılarında öldürülen Suriyeli baasçıları da "şehit" olarak niteleyecekler mi?

Irak Baas rejiminin 30 yıllık diktatörlük dönemi, Müslüman halka karşı zulüm, cinayet ve katliamlarla geçmemiş miydi? Saddam’ın Irak halkına karşı, güneyde ve kuzeyde gerçekleştirdiği sayısız katliamlar, Hama katliamından daha küçük müydü? Irak baas rejiminin yüz binlerce müslümanı katletmesi karşısında, sus-pus olanların, bundan da öte Bağdat'ta giderek "İslam Konferansı" düzenleyip Saddam'a övgü yağdıranların diğer bir Baas partisi karşısında “arslan” kesilmesi ne kadar hakperest bir duruştur?

“Mazlumun dini sorulmaz” diyen bizlerin, artık birilerine “mezhep” sormaya başladığımızın, “zalim-mazlum” çatışmalarında “mezhebi kimlik”lere takılıp kaldığımızın farkında mıyız acaba?

Suriye gerçekten hepimiz için bir sınav kağıdı durumunda. Dürüstlük, tutarlılık, adalet sınavında kaybedenlerden olmayız inşaallah…

Not: Yazılarımızda ve konuşmalarımızda mezhebi niteleme ve tanımlamalardan özellikte kaçındığımız halde, bu yazıda mezhep tanımlamalarına sıkça yer vermemizin nedeni, bu düzlemde yapılan saptırma ve manipülasyınlara karşı, gerçekleri yerli yerine oturtmak içindir.

Nureddin Şirin -Velfecr

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.