Kaddafi, iktidardan ayrılmadığı gibi, ordusunu, kendisini destekleyen milisleri ve kabileleri silahlandırarak ve kendi halkına karşı kabul edilemez bir şiddet kullanarak ayaklanmaları bastırmaya çalışıyor. Hatta daha da kötüsü, ayaklanmacıların kontrolü altındaki Zaviye ve Ras Lanuf gibi petrol şehirlerini havadan ve denizden bombalamaktan bile çekinmiyor; sanki kendi vatandaşları değil de, savaşta düşmanlarına karşı mücadele eder gibi.
Libya’da artan şiddet dalgası, başta Batılı ülkeler olmak üzere tüm dünyanın tepkisini çekmeye başladı. Uluslararası toplum, Kaddafi ve destekçilerinin ayaklananlara karşı şiddet kullanmaması yönünde sert uyarılar yapıyor. ABD başta olmak üzere ülkelerin çoğu, Kaddafi’nin iktidarı bırakmasını isterken AB’den Kaddafi’nin artık zamanının dolduğu şeklinde açıklamalar geldi. Türkiye gibi birçok ülke, Libya’dan ayrılmak isteyen vatandaşlarını tahliye ederek hem canlarını korudular hem de Libya’daki krizin daha da büyüyebileceği mesajını verdiler.
Sözlü uyarıların etkili olmadığı görülünce uluslararası tepkilerin formu ve dozu artmaya başladı. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde oybirliği ile alınan karar; üyelerden, yani tüm dünyadan Kaddafi ve yakınlarının malvarlıklarının dondurulmasını, Libya’ya karşı silah ve benzeri araçların ticaretine ambargo konulmasını ve Kaddafi ve kadrolarının Uluslararası Ceza Mahkemesinde yargılanmasını istedi. Hemen ardından birçok ülke BM kararını uygulamaya başladı.
Libya’ya karşı uluslararası tepkilerin sadece ambargo ve siyasi baskı gibi yumuşak yöntemlerle sınırlı kalmaması ve daha da ileri gidilerek askeri bir operasyon yapılması görüşü yaygınlaşıyor. ABD ve NATO’ya bağlı savaş gemileri ve AWACS radar uçakları Libya’ya yaklaşarak güç gösterisi yapmaya başladılar. İngiltere ve Fransa, Libya hava sahasının uçuşa yasak bölge ilan edilerek Libya savaş uçaklarının saldırılarının engellenmesi gerektiğini açıkladılar. Daha da ilerisi, Libya’ya askeri bir müdahale yapılması ihtimali gündemde. Başkan Obama’nın da bu iki noktada pozitif düşündüğünü ima eden beyanları oldu.
Ancak, memnuniyetle belirtmeliyim ki, bu öneriler uluslararası toplumun çoğundan bu ana kadar güçlü bir destek görmemiştir. NATO Genel Sekreteri Rasmussen, Libya’ya askeri bir müdahalenin NATO gündemlerinde olmadığını ileri sürdü. Bir NATO operasyonu için sağlam gerekçeler, yasal bir dayanak ve bölge ülkelerinin tam desteğinin olması gerektiğini şart koştu. Rusya, askeri bir operasyonun sorunuı daha da kötüleştireceğini ifade etti. Almanya, askeri çözüm yöntemlerine karşı olduğunu belirtti. Türkiye, mevcut BM Güvenlik Konseyi tedbirlerinin yeterli olduğunu, dolayısıyla silahlı müdahalenin yanlış olduğunu düşünüyor. Başbakan Erdoğan, bu tür operasyonların petrol için müdahale anlamına gelebileceğini ima ederek, ilgilileri eleştirdi.
Ancak askeri operasyon konusundaki kararların Libya’daki gelişmelere bağlı olarak hızla değişebileceğini; uluslararası konsensüsün oluşabileceğini; hatta tam bir konsensüs olmasa bile, en nihayetinde askeri bir operasyonun yapılabileceğini göz ardı etmemek gerekir. Zira bu konuda bildiğimiz çok kötü tecrübeler var. Örneğin, Bush Yönetimi’nin 2003 yılında BM kararı olmamasına rağmen Irak’ı işgalini hatırlamak gerekiyor. Acaba Obama Yönetimi de benzeri bir yol takip edebilir mi? Bush gibi, “ben yaptım oldu” şeklinde tek yanlı bir tercih yapabilir mi?
Şu ana kadarki gözlemlerime göre, Obama veya yönetiminin Bush gibi bir çılgınlık yapması ihtimali düşüktür. Uluslararası sorunların çoktaraflılık, BM gibi uluslararası kurumlar, diplomasi ve müzakereler yoluyla çözülmesini savunan Obama’nın, Libya konusunda saldırgan bir adım atması çok büyük bir sürpriz olacaktır. Buna rağmen Obama’nın ne yapacağını ve nasıl hareket edeceğini tam olarak kestirmek elbette zordur.
Ancak görüşüm şudur ki; uluslararası toplum, Libya sorununu barışçı yollardan çözmek için yoğun çaba sarf etmeye devam etmeli; askeri müdahalenin hem Libya’da hem de dünyada daha büyük kaos yaratacağı gözden uzak tutulmamalıdır. Zira askeri bir operasyonun şu riskleri bulunmaktadır: Birincisi, Kaddafi ve destekleyici kabileler, uluslararası askeri operasyona tepki olarak ayaklanmacılara karşı daha da şiddetli saldırabilir ve çok daha fazla insan hayatını kaybedebilir. İkincisi, Libya’daki kanlı dönüşüm tüm bölgeyi ateşe atabilir. Diğer ülkelerde de benzeri bir şiddet ve iç savaş sarmalı oluşabilir. Üçüncüsü, ABD veya başka bir ülkenin yapacağı askeri müdahale, emperyalizm ve işgal endişelerini artıracaktır. Bu ise, kaçınılmaz olarak tüm dünyada tehlikeli bir istikrarsızlığa yol açabilir. Bir dünya savaşına neden olmasa bile, derin bir uluslararası kutuplaşma ve çatışma ortamı doğurabilir.
Tüm bu riskler ve sorunlar, Libya’daki gelişmelere duyarsız ve tepkisiz kalınması anlamına gelmiyor, gelmemeli. Kaddafi’nin avantajlı güç konumunu silahsız veya daha az imkanları olan ayaklanmacılar aleyhine kullanmasını seyretmek veya sadece sözlü uyarılarla önlemeye çalışmak da kabul edilebilir bir tepki değildir. Büyüyen insani güvenlik sorunlarının önlenmesi için etkili ve sonuç getirici adımlar atılmalıdır. Hele bazı akademik çevrelerde belirttiği gibi, içişlerine karışmazlık ilkesi çerçevesinde en temel insan hakları olan yaşama ve güvenlik ihtiyaçlarının Kaddafi ve yandaşı kabileler tarafından ihlal edilmesine göz yumulmaması gerekir. Aksine, bu ihlallerin önlenmesi amacıyla gerektiği durum, şartlar ve zamanda askeri bir müdahalenin yapılması ahlaki bir sorumluluktur.
Elbette, uluslararası askeri operasyonun yapılabilmesi için bazı ön şartların ve hassasiyetlerin de göz önünde bulundurulması muhakkaktır. Bunları üç noktada özetleyebiliriz. Birincisi, herhangi bir uluslararası operasyonun uluslararası meşruiyet dayanağı bulunmalıdır. Bunun anlamı, uluslararası meşruiyetin bugün için en etkili kaynağı olarak kabul edilen BM Güvenlik Konseyi’nin alacağı bir karar ve bu karar çerçevesinde gereği kadar ülkenin katılımıyla kolektif bir askeri operasyonun yapılmasıdır. BM ilkelerine göre böyle bir operasyon BM komutası altında yapılabilir. Bunun dışında herhangi bir ülkenin veya örgütün kendi kararıyla bir askeri operasyon yapması meşru değil, uluslararası hukuk ve toplumsal normların ihlalidir.
İkincisi, yapılacak herhangi bir operasyon, sınırlı ve noktasal olmalıdır. Yani, ancak ve sadece insani müdahale düzeyinde kalmalı, insan hakları ihlallerinin önlendiği kesinleştikten sonra sona erdirilmelidir. Dolayısıyla, herhangi bir uluslararası operasyon, Libya’nın işgaline yol açmamalı veya güvenliği daha da olumsuz hale gelecek bir noktaya gitmemelidir. Bu bağlamda çok kötü ve ibret alınacak bir örnek, Irak’ta yaşanan trajik ve talihsiz gelişmelerdir. ABD’nin 1990-1991 ve izleyen yıllarda BM Güvenlik Konseyi çerçevesinde Kuveyt’i kurtarmak amacıyla yaptığı askeri operasyonlar, daha sonra (2003’te) işgale kadar gitmiştir.
Üçüncüsü, uluslararası operasyon; Libya’nın bölünmesi, petrol kaynaklarının paylaşılması veya başka bir suistimale araç olmamalıdır. Bu noktada, Fransa’nın bir yandan askeri operasyonu savunurken, diğer yandan ayaklanmacıların Bingazi’de kurduğu Libya Milli Konseyi’ni diplomatik olarak tanıması, böyle bir riskin göz ardı edilmemesi gerektiğini hatırlatıyor. Libya’nın önündeki en büyük sorunlardan biri ülkenin ikiye bölünmesi ihtimali olup, uluslararası toplumun bu konuda nasıl bir tutum takınacağı ayrı bir endişe konusu.
Prof. Dr. Ramazan Gözen, Abant İzzet Baysal Ünv. İ.İ.B.F. Dekanı, Uluslararası İlişkiler
15 Mart 2011