Ersan Baydemir

Yiğidi Bitiren Fitnedir

07 Haziran 2013 07:29

Biliyorum bunları hatırlamak bile acı veriyor. Ama maalesef bunlar tarihin değişmeyen, her defasında tekerrür eden hakikatleri.

Masallarla hakikati gizlemek bana da sempatik geliyor, lakin gerçek balyoz gibi kafamıza iniyor.

Maalesef bu dünya çok da güzel bir yer değil.

Muhammed Mustafa’yı taşlatan

İmam Ali’yi canından bezdiren

Hüseyn’i Kerbela çölünde yalnız bırakan

Mertleri namertlere muhtaç eden

Namertleri mülk sahibi, zalimleri güç sahibi yapan

Sonunda yüceltse de haklıyı süründüren

Her verdiğini alan

Her tatlısına acı katan

Her sevincine bir hüzün faturası kesen…

Vefasız dünya

Fani ve acımasız dünya...

Nice yiğitleri, sanki intikam alırcasına yerlerde süründürmüştür bu dünya.

Bazı özgün duruşlu, kalbi pek, alim ve mücahid liderleri şu günler ekranlarda gördükçe nedense Cemel, Sıffin ve Nehrevan fitnelerinden yüreği bin bir yara almış İmam Ali’yi hatırlıyorum.

Küfrün güçlü hamlelerine, iftira ve entrikalarına karşı aslan gibi kükreyen bu kahraman yiğitlerin kalbinin kırık olduğu, yüreklerinin yaralı olduğu her hallerinden belli.

İşte zaten yiğit için zor olan budur. Yiğit savaştan korkmaz, yılmaz, sarsılmaz. Yiğidi fitnedir ki yaralar ve yiyip bitirir.

Çok ama çok kötü bir gidişat içindeyiz. Ve maalesef bu gidişatı başlatan düşmanlarımız değil, kardeşlerimiz, sevdiklerimiz… Başka bir tabirle biz kendimiz…

Düne kadar Türkiye’yi askeri vesayetten kurtarıyor, İsrail’e karşı dik durmaya çalışıyor diye alkışladıklarımız, bugün Türkiye’yi ve İslam ümmetini dibi görünmeyen bir ateş çukuruna atmak gibi hassas bir sınavın içindeler.

Suriye’de oluk oluk kardeş kanı akıyor. Kimimiz bu öldürenden yana, kimimiz öbür öldürenden yanayız…

Ah! Ne tavsif edilemez bir acıdır bu.

Ölen de biziz öldüren de biziz.

Bir taraf “zulme rıza” ile bir başka taraf “fitne salmakla” suçlanıyor.

Meğer koca kafalarımızın içinde ne kadar da küçük beyinler varmış biz Müslümanların. Açık İslam küfür savaşlarında iyi kötü bir olmayı başarıyoruz ama durum azcık müteşabih olunca biri birimize düşüyoruz. Geçmişimizin geleceğimizin bir hürmeti kalmıyor.

En açık tuzakları göremiyor, ilk fitnede biri birimize kin kusuyoruz.

Her iki taraf kendince haklı. Her iki taraf da İslam’a Kuran’a sığınarak kendini savunuyor. Böyle bir durumda, azıcık basiret gösterip, “kardeşim burada bir görüş ayrılığı var” diyebilsek bu fitneyi köklü bir düşmanlığa çevirmiş olmayız.

Kimse bu ayrımı, bu karşılaşmayı “görüş ayrılığı” olarak adlandırıp gerçekçi davranmak istemiyor, her kes karşı görüşü “canilikle, fitnecilikle, zalime arka durmakla, mezhepçilikle” suçlamayı yeğliyor.

Her iki tarafı iyi gözlemlediğimizde, hatalı dahi olsa ortada bin bir mantıklı veya mantıksız gerekçeye dayalı bir görüş ayrılığı olduğu bir gerçektir.

Dönem dönem her kes gibi benim de içim dünyaya karşı korkunç bir karamsarlıkla doluyor. “Başka ne olacak, ne beklenir ki bu dünyadan, nice peygamberlerin kanını haksız yere akıtan biz insan nesli değil miyiz?” diye söyleniyorum kendi kendime.

Biz insan nesli, fitne olunca önümüzü arkamızı göremiyoruz. Heyecanlı ve kör sağır oluyoruz.

Biz ki çabuk aldanıyoruz

Biz ki geç seviyor ama çabuk soğuyoruz

Biz ki sevebilmek için menfaat, nefret etmek içinse bahane peşindeyiz.

Biz ki empati kurmayı dünyanın en zor işi bellemişiz

Biz ki dini bir tür nefret aracı olarak kullanırız

Biz ki doğrularımız yalan, yalanlarımız şiar olmuş

Biz ki sevabı yalanda arıyoruz

Biz ki günahı başkalarına mahsus biliyoruz…

Ben kendi payıma diyorum ki, İslamcılar! Sünniler, Aleviler, Şiiler!

Dininizi mezhebinizi ne olur unutun bir süre.

Çünkü şu günler dininiz de mezhebiniz de size kini, entrikayı, sövmeyi, lanetlemeyi, öldürmeyi emrediyor. Çünkü şu sıralar dinin sözlerinin sadece bir kısmını duyuyorsunuz. Şu günler dünyaya “evet dinler kavga çıkarmak içindir” batılını hak göstermek için ne gerekiyorsa yapıyorsunuz.

İçinizdeki nefretin ve toplumsal bencilliğin basit askerleri olmuş inancınız.

Oturup sadece insan olduğunuzu düşünün. Şu şeytan gözünde gördüğünüz insanların yerine koyun kendinizi. Bilmem bunu başarabilir misiniz?

Yeni Kerbela’lar yaşanmaması için sevgi dilinin mutlak hâkimiyeti altında, güzelce konuşmak, anlatmak, açıklamak lazım.

Ben tarafların hiç birinin yüzde yüz batıl peşinde olduğuna inanmıyorum. Yeterince konuşabilsek, yeterince sevebilsek, ortak düşmanlarımızın farkında olabilsek bütün sorunlar çözülür.

En kötü enkazdan bile köprüler yapmak mümkündür, bunu tekrar tekrar denememiz lazım.

Suriye konusunda silahlı devrime karşı çıkan nice Sünniler yok mu? Yine Esad’ı açık bir dille kınayan nice Şialar yok mu? Tabi ki var.

Öyleyse konuşmak lazım. Anlaşılmak için ve anlamak için daha fazla yorulmak lazım.

Bu saflaşmayı, düşmanca bir saflaşma değil, bir görüş ayrılığı olarak kabul etmek lazım. Çünkü gerçekten öyle. Kimse batıl uğrunda can vermek istemez. İnsanların çoğu batılı hak görerek ona yönelir. Bunu Hz. İmam Ali bakın ne güzel açıklamıştır:

"Eğer bâtıl, hak ile karıştırılmaz ve ondan ayrılırsa, hak peşinde olan halk sapmaz. Eğer hak, bâtılın kılıfından sıyrılır ve müstakil olursa kötülük peşinde olanların dili ondan kesilir. Ancak haktan bir bölüm ve bâtıldan da bir bölüm alınarak birbirine karıştırılıyor ve insanlara öylece sunuluyor."

Bu sebepten olacak ki Hz. İmam Ali hariciler hakkında şöyle vasiyette bulunuyor: “Benden sonra Haricileri öldürmeyin. Zira hakkı arayıp da batıla düşenle, batılı murad edip batılı bulan kimse elbette ki aynı değildir." (Nehcül Belağa 60. hutbe)

İmam Ali can düşmanları olan haricilerle savaşmak zorunda kaldı, çünkü onlar halkı öldürüyor, Müslümanların düzenini bozuyor, bozgunluk çıkarıyorlardı. Ancak bununla birlikte gönlü onların öldürülmesinden yana değildi. Zira onların “saf” ve “ahmak” dindarlar olduğunu biliyordu. Bu yüzden de böyle bir vasiyette bulunmuştur.

Karşısında kendisini öldürmek için bekleyenleri bile anlayan, onların, batıla yanılgıyla saptığını kabul eden İmam Ali bize örnek olmalıdır.

Bize düşen;

Sözün tüm gücünü kullanmak

Sevginin tüm gücünü kullanmak

Her enkazı köprüye çevirmek için didinmek

Takatimizi zorlayarak daha fazla ve daha fazla sabretmektir.

Fitnenin gözü ancak böyle kör edilebilir. Ama bunu her iki taraf da yaparsa sonuç alınabilir. Yoksa tek taraflı olunca sonuç vermesi çok zor görnüyor.

Özellikle de biri biriyle savaşan ve biri birini öldüren sahabelerin tümüne hoşgörü ile bakan ve hepsini gökteki yıldızlar olarak gören bir anlayış, bu tür durumlarda çok daha hoşgörülü olmak zorunda değil midir?

Yorumlar (0)

Kalan karakter : 450
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!

Yazarın Diğer Yazıları

TARİH, KERBELA VE RİSALET AİLESİ
07 Haziran 2013 07:29

Barış Aldatmacası!
07 Haziran 2013 07:29

İyilerin En İyisinin Ölümü
07 Haziran 2013 07:29

EY KERBELA!
07 Haziran 2013 07:29

Kafası Karışıklar İçin
07 Haziran 2013 07:29

Esadçı Olmak
07 Haziran 2013 07:29

Başbakan Neden Korkuyor?
07 Haziran 2013 07:29

Babasının Anası!
07 Haziran 2013 07:29

Bilgili Cahillerden Korkmalı!
07 Haziran 2013 07:29

Tüm Yazılar