Arap Ülkeleri konuları uzmanı Tsfy Beryl, İbranice yayınlanan Haarets Gazetesindeki bir makalesinde, Arabistan Veliaht Prensi Muhammed Bin Salman’ın “ortak nokta” oluşturma amacıyla bazı dünya ülkeleri büyükleriyle müzakerelerde bulunmasının, Mescid-i Aksa’nın yeniden Müslümanlara dönmesiyle sonuçlandığını ve bunun oldukça sürpriz bir gelişme olduğunu yazdı.
Arabistan Kralı veya Veliaht Prensin görüştüğü ve aracılık ettiği tarafların kim olduklarını belirtmeyerek şunları yazdı; Muhtemelen onlarla İsrailli yetkililer arasında görüşmeler yaşandı ve bu görüşmeler bire bir olmamış olsa bile muhtemelen Veliaht Prensin, İsrail ve kendileri arasındaki ilişkilere tanıdık olan yakınları tarafından gerçekleştirilmiştir.
Bu Arap ülkeleri konuları uzmanı Mescid-i Aksa’nın mukaddes bir mekan olduğunu, ancak iki hafta süren bu fırtınayı bitirmenin yolunun siyasi olduğunu ve krizin iki tarafının da ciddiyet ile bu durumu çözmenin yolunu aradıklarını yazdı. Uzman yazar şu şekilde ekledi; Filistin yönetimi ile Tel Aviv arasındaki savaşın, var olan durumu korumaya yönelik bir savaş olduğu düşünülebilir ve bu konu dini kararlardan değil, siyasi kararlardan kaynaklanmaktadır. Buna göre, bu kriz iki temele dayanıyor; birincisi, dünya çapında bir krizin oluşmasını önlemek ve Birleşmiş Milletlerin dahil olmasının önüne geçmek, ikincisi, bu direnişin alevinin, İslam ülkelerinin diğer mukaddes şehirlerine sıçramasını önlemek. Çünkü bu durum, Arap ülkelerinin altyapılarında gerekli yeterliliğin olmamasından dolayı ülkelerinde kontrolü kaybetmelerine ve bu da ülkeler ve milletler arası hassas ilişkinin tehlikeye girmesine neden olur.
Beryl şöyle ekledi; Halkın itirazları ve hatta dini duygular ve hassasiyetten kaynaklanan itirazlar dahi hızla; iç siyaset karşıtı, ifade özgürlüğünün olmaması, iktisadi zorluklar ve demokrasi eksikliği itirazlarına dönüşebilir.
Makalenin devamında, mevcut durumun yeni önemli noktasının, Filistin İntifadasından rahatsız olanların yalnızca İsrail olmadığını, birçok Arap ülkesi liderlerinin de durumdan rahatsız olduklarını gösterdiklerini yazdı. Ayrıca intifadaların, geçmişte Arap Baharında görüldüğü gibi, tehlikeli ve zehirli bir hastalık olduğunu ve Filistin İntifadasının da sadece İsrail işgaline karşı milli bir direniş olmayıp, bu büyük direnişin ve birliğin başka Arap ülkelerinin hükümetlerini de halklarıyla çatışmaya götürebilecek bir intifada olduğunu yazdı.
Tsfy Beryl devamında şöyle ekledi; 2004 yılında, İsrail’in Filistinliler karşısındaki siyasi baskıları ve Amerika’nın Irak’ı işgal etmesi ve bunların yanında Mısır’daki ıslahatlar sonucu Mısır’da ayaklanma başladı. Kudüs, farklı ülkelerin insanlarını harekete geçirmede büyük bir güce sahip, ancak oluşturduğu tehdit çok daha büyük. Çünkü Kudüs tüm İslam ülkelerini ilgilendiriyor. Bu özelliği, İslam ülkelerinin bu konudaki her türlü tezahüratı engellemelerine mani oluyor. Zira Kudüs mukaddes bir makama sahip. Bu ülkeler, Kudüs’ün mukaddesliğini ayaklar altına alan kişilerin aleyhinde olan isteklere sahip olanları himaye etmek zorundadırlar. Arap ülkeleri konuları uzmanı makalesinin devamında şöyle yazdı; Mukaddeslik, siyaset olmadan olmaz. Bu şehir evrensel ve İslami konumu nedeniyle -ki tüm Müslümanların desteğini talep ediyor- yalnızca Yahudiler ve Filistinliler arasında, şehrin kontrolü ve Batı Şeria’da namaz kılma konusunda problem yaşanmasına neden olmuyor, bunun yanı sıra Arap ve İslam ülkeleriyle de ihtilaf yaşanmasına neden oluyor.
İsrailli uzman; “Genel anlamda Ortadoğu bölgesindeki konumunu göz önünde bulundurursak, Arap ülkelerinin Filistin ile ilgili konularda ve özellikle Mecsid-i Aksa konusunda konuşmaya hakkı var. Örnek verecek olursak, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan istediği kadar İsrail’e lanet edip Müslümanların birlik ve beraberliğini göstermek adına, tüm dünya Müslümanlarını Kudüs’e gelmeye davet edebilir ve İsrail’i mukaddes bir mekanı işgal etmekle suçlayabilir. Ancak bunu uygulama konusunda, sahip olduğu konum, Filistin özerk teşkilatları veya Batı Şeria dini liderleri üzerinde İsrail’e karşı etki etmede yeterli değil” şeklinde açıkladı. Makalenin sonunda Beryl şu açıklamalarda bulundu; Türkiye’nin Hamas’la olan irtibatı ve bölgedeki krizde Arabistan’a karşı Katar için seferber olması, aynı zamanda Mısır’a uyguladığı ambargo ve İran ile olan irtibatı, mikrofonu sürekli elinde tutmasına ancak siyasi gerçek bir sesinin olmamasına neden oluyor. Erdoğan daha yeni, Arabistan Kralı Salman Bin Abdulaziz ile irtibatını korumak ve Katar ile Suudi Arabistan arasında arabuluculuk yapmak için Riyad’a gitti. Ancak bundan bir sonuç alamadı.