Marakeş’teki ‘Suriye Dostları’ toplantısının ağırlıklı gündemi olan Nusra Cephesi konusunu gündemden düşürmek için, Suriye Cumhurbaşkanının görevi bırakması konusunda Bogdanov’a atfedilen sözlerin gündeme getirilmeye çalışılması başarısızlıkla sonuçlandı.
İhvan’ın Başkan Yardımcısı Faruk Tayfur toplantıdan önce ‘ABD’nin Nusra Cephesi’ni terör listesine dahil etme kararı alması hatalı ve aceleci bir karardır’ dedi. Bu sözlere Suriye Ulusal Koalisyon Lideri de katılarak toplantıda “ABD’nin bu kararı tekrar gözden geçirmesini istiyoruz” dedi. Bunlardan sonra Koalisyon içinden İslamcı olmayan şahsiyetlerin de Nusra Cephesi’ne destek açıklamaları oldu.
Artık sır olmayan gerçekler var. Kendini Özgür Suriye Ordusunun Kuzey Suriye’deki bir kolu diye niteleyen Tevhid Tugayı, Nusra Cephesi ile koordineli çalışarak silahlı muhalefetin Halep’e geçişini gerçekleştirdi.
Tevhid tugayının İslami bir tarafı olsa da tugayını Suriyeliler oluşturuyor. Bağlı olduğu Emir’den emirler alan ve esasen yabancılardan oluşan savaşçıları olan Nusra Cephesi’nin kontrolündeki bölgelerde Tevhid tugayı konumlanmıyor.
Nusra Cephesi, 23 Aralık 2011’de Şam’daki ilk saldırılarından sonraki ilanıyla, silahlı muhalefet ve dış muhalefette büyük bir gizem yarattı. Ulusal Konsey’in üyelerine göre -ki hala aynı düşünüyorlar-‘bu örgüt; muhaberat tarafından -internet sitelerinde de yayarak- Özgür Suriye Ordusunun imajını lekelemek için yaratıldı’.
Nusra Cephesi’nin karakterinden ilk defa ciddi bir şekilde bahsedenler, el-Kaide'nin "Suriye, Irak için geçiş noktasıdır" fetvasını "Suriye, karargahtır" fetvasıyla değiştirdiğini ve rafizilere, nusayrilere ve laiklere karşı cihat için Suriye'ye gelen cihatçıları en fazla cezbeden bir örgüt haline nasıl geldiğini gündem edenler Suriye İnsan Hakları Savunucuları oldu.
Bundan yaklaşık bir ay sonra Suriye Mirsad Müdürü bize ‘Nusra’nın 300 civarında savaşçısı var’ bilgisini verdi. Ama biz şimdi sadece yabancı Nusra Cephesi savaşçılarının bu rakamın 10 katı kadar olduğunu basit bir şekilde söyleyebiliriz.
Geçen Ocak’tan beri ‘Ulusal Koordinasyon Kurulu’ ve ‘İnsan Hakları Savunucuları’ olarak dillendirdiğimiz ve Türkiye Hükümetinden istediğimiz ‘mezhep nefretine neden olan virüsler’ taşıyan ve kör şiddete sarılıp uluslar arası insan hakları kanunlarına uymayan bu yabancı savaşçıların geçişlerine izin vermemesidir.
Bu tür katillerin varlığı demokratik geçişe de zarar veriyor. Siyasal pozisyonları veya politik temsiliyetleri ne olursa olsun, ‘mezhepsel ve dini eğilimleri nedeniyle’ varlıklarıyla sivil halkı hedef alıyorlar.
24 Şubat 2012’de Tunus’ta Suriye Ulusal Konseyi bildirisinde: ‘Suriye halkı, ‘yabancı cihatçılar ve mezhepçi savaşçıları kullanarak intifadayı istismar etmeye çalışan bütün girişimleri reddediyor. Suriye Ulusal Konseyi olarak ‘istenmeyen yabancı savaşçıların akışının durması için’ Suriye Dostu ülkelerden ‘Suriye ile sınırı olan devletlerin sınırlarını koruması’ hususunda destek istiyoruz. Suriye Dostu ülkelerden bir diğer isteğimiz de silah ve savaşçı geçişini engellemek adına ‘deniz sınırlarının güvenliğinin’ sağlanmasıdır.’ denilmişti.
Nusra Cephesi, sünni olmayanlara ayrım gözetmeksizin mezhepçi ve tekfirci bir şekilde yaklaşıyor. Aynı zamanda devletin bütün kurumlarını hedef alan operasyonlar yaptı. Bu askeri stratejinin barındırdığı önemli noktalar var.
İhvan-ı Müslimin ve Suriyeli Cihadçı, Selefi Nusra ile hareket eden grupların ortaklaştığı bir hedef burada açığa çıkıyor: ‘Devletin kurumları ile siyasi yapısı’ arasında ayırım yapmaksızın hareket etmek.
İhvan-ı Müslimin’e üye olan herkesi idam etme yetkisi veren 49. madde 1980’de yürürlüğe girdiğinden beri İhvan’ın Suriye içinde ve devletinin kurumlarında aktif herhangi bir faaliyeti olmadı. Devlet kurumları çalışanları -ailelerini de katarsak- 8 milyon kişi olsa da Suriye İslami Hareketi ‘Suriye Devletini’ kendinden uzak hissetmiştir.
Böylece ‘Esad’ın askerleri’ diyerek askeri kurumları hedef alan İhvan’la, Suriye ordusunu ‘Nusayri askerler’ diye tanımlayan Nusra Cephesi’nin yolları kesişmiş oldu.
Azınlıkların ve laiklerin; açıkça sünni mezhep ve İslami ideoloji rengine bürünen bu silahlı muhalefet grupları karşısındaki isteksizlikleri, İhvan-Nusra kesişmesinden kaynaklandı. Demokrat laiklerin etkisinin azalması, çeşitli İslami hareketlere giden her türlü yardıma ve faaliyete yol vermiş oldu.
Silahlı muhalefetin herhangi bir gurubunu destekleyen herhangi bir devlet bu tehlikeli sapmayı durdurmayacaktır.
Körfez ülkelerine göre İslamizasyon ‘Suriye siyasi yapısını tehdit edebilecek herhangi bir ‘demokratik hareketin’ önünde bir engel oluşturmaktadır. Erdoğan hükümetine göre ise İslamizasyon Türkiye’deki ve Suriye’deki laiklerin etkisini azaltacak ve aynı zamanda da Suriye’deki Kürt siyasi güçleri izole etmeye yöneliktir. Ama Batılı devletler için Suriye rejiminin devrilmesi yeterlidir.
Tunus toplantısında, Amerikan heyetine verilen ‘yabancı cihatçılarla ilişkiyi kesme ve onlarla mücadele’ sözlerine rağmen sahada, cihatçılarla koordineli bir çalışma vardı.
Doha Koalisyonunun bileşenlerine göre de ‘rejimi devirmek adına savaşan bütün herkes devrimcidir ve devrimin bir parçasıdır’. Ve ‘Suriyeliler ile yabancılar (saf değiştiren Suriyeliler ve cihatçılar) arasındaki herhangi bir çatışma Suriye rejimine bir hizmettir’ denildi.
Fas-Marakeş toplantısında ABD Dışişleri Bakanı Yardımcısı, Nusra’yı terör listesine alan ‘sınıflandırmasında’ yalnız, İngiltere ve Fransa ise bu konuda sessiz kaldı. Bu sene Nobel Barış ödülünü alan Avrupa Birliği ise Nusra ve Suriye’deki faaliyetleri ile ilgili bir sözcük bile söylemedi.
Marakeş’te üzerinde durulmayan ise, bu yönelimin Suriye halkında gerçek bir korku yarattığı ve geniş bir çevrede silahlı muhalefete karşı olan coşkuları azalttığıdır.
Cihatçı ve tekfirci gruplar arasında kabul gören Nusra Cephesi, halkın ezici bir çoğunluğu tarafından reddediliyor. Suriye ordusunun bu gruba karşı operasyonları da bir anlamda meşruiyet kazanıyor, 2011 Nisanında halk hareketini bastırmak için girdiği Deraa’da ve sonrasındaki gibi değil artık.
Ülkenin birliğinin garantörü ise toplumsal beraberliği dokumaktan geçer. Yabancı cihatçılar ve Suriyeliler arasındaki ittifak, Suriye’yi dini aşırılıklara, uzun sürecek mezhepsel çatışmalara, bölünmelere sürüklerken azınlıklarla beraber toplumun çeşitli gruplarının da zulümlere uğramasına neden olabilir.
Marakeş toplantısına katılanların söz verdiği gibi, birkaç hafta içinde beklenen bir askeri zafer mi var yoksa Amerika-Rusya desteğiyle siyasi çözüm üretmeye çalışan İbrahimi’nin planlarına eklemlenme mi var?
Bu sorunun cevabı toplantılardan verilmez. Bunu zeminde devam eden savaşlar belirleyecek ve bu şiddetin ve savaşın durdurulmaması halinde –rejimin devrilmesinden sonra da- çok uzun süre devam edecek.
Çeviren: Hasan Sivri -YDH
19 Aralık 2012