İmam Ali (as) Tebük'e Katılmıyor
Emir-el Mü’minin (a.s)’in en büyük iftiharlarından birisi de baştan sona bütün savaşlarda Peygamber’in yanı başında hazır bulunması ve daima İslam’i savaşların bayraktarlığını yapagelmiş olmasıdır. Sadece Peygamber’in emriyle Tebük savaşına katılmayarak ve Medine’de kalmıştır.
Zira Peygamber bir takım Münafıklar ile Kureyş’ten bazı efradın Peygamberin hazır bulunmadığı bir ortamda durumu değiştirmek ve İslam’ın genç hükumetini devirmek için fırsat kolladıklarını çok iyi biliyordu. Ve bu merkez ile olan tüm irtibatlarının kesildiği bir ortamdan istifade edilebilirdi.Tebük seferi, Peygamber’in diğer tüm gazveler için yapmış olduğu seferlere nisbeten en uzak ve zahmetli olanıydı. Binaenaleyh kendi gıyabında İslam’i olmayan grubların durumu değiştirmek için isyana kalkışmaları ve Hicaz’ın muhtelif bölgelerindeki hemfikirlerin de bir araya toplanarak teşkilatlanacaklarını düşünüyordu. O, Medine’de kendi yerine Muhammed b. Mesleme’yi bırakmasına rağmen, Hz.Ali (a.s)’a şöyle buyurdu:“Sen Ehl-i Beyt’imin, yakın akrabalarımın ve muhacir grupların mes’ulüsün. Bu iş içinde, benden ve senden başka hiç kimsenin liyakati yoktur. Emir-el Mü’minin Medine’de baki kalması komplocuları oldukça rahatsız etti. Zira onlar, Hz. Ali’nin vücudu ve onun sıkı müraK’abesi olduğu müddetçe kendi planlarını uygulayamayacaklarını çok iyi biliyorlardı. Binaenaleyh, hep birlikte Hz.Ali’yi şehirden çıkarabilmenin yolunu bulmaya koyuldular ve dediler ki; “Peygamber, onu tam bir ciddiyetle bu savaşa iştirak etmeye davet ettiği halde kendisi seferin uzaklığı ve havanın sıcaklığını bahane ederek bu savaşa katılmaktan imtina etti. Hz. Ali ,onların bu töhmet ve iftiralarının asılsız olduğunu ortaya koymak maksadıyla Peygamber’in huzuruna vararak detaylı bir şekilde durumu Hazret’in bilgilerine sundu. Peygamber ise kendisinden sonra ki imamet ve halifelik makamının Hz. Ali’nin hakkı olduğunu bildiren en bariz bir ifadeyle şöyle buyurdu:“Kardeşim, Medine’ye geri dön! zira Medine’yi ve mevcud durumu benden ve senden başka hiç kimse hakkıyla gözetemez. Sen benim, akrabam ve Ehl-i Beyt’im arasındaki temsilcimsin. Acaba, senin bana olan nisbetin, Haraun’un Musa’ya olan nisbeti gibidir.” desem de mi razı olmayacaksın? Şu farkla ki, benden sonra Peygamber gelmeyecektir. Ama o, Musa’nın vasisi ve hemen ardından başa geçen halifesi olduğu gibi; sende benim, benden sonraki vasim ve halifemsin!”
İslam Ordusu Tebuk'e Doğru İlerliyor
İslam Peygamber’inin en bariz ve önemli metodlarından birisi de İslam’ın ilerlemesine mani olan grupların ortadan kaldırılması veya saldırı, tahrib ve kötülük yapacağı muhtemel koplocuların koplosunun etkisiz bir hale getirilmesi için azimet etmeyi kararlaştırdığı zaman, kendi asker ve subaylarına seferden gayesinin ne olduğunu ve ne maksadı bulunduğununu aşikar etmiyordu. Aynı zamanda da İslam ordusunun alışık olmayan, bir yönden götürmeye gayret gösteriyordu. Bununla düşmanın kendi maksadından haberdar olmasını önlüyor ve onları gafil avlamaya çalışıyordu. (10) Ama Şam hududunda toplanan ve İslam topraklarına saldırıda bulunma niyetinde olan Rum’ların bu kuvvetini dağıtmak maksadıyla umumi seferberliğin ilan edildiği daha o ilk günde, kendi hedef ve maksadını herkes için açıkça beyan etti. Bunun nütkesi de, Mücahidlerin seferin ehemmiyetinden ve yol meşakkatinden haberdar olmaları ve gerekli tüm hazırlıklarını görmelerini sağlayabilmek idi. Bundan de öte, Peygamber, İslam ordusunu takviye ve muhkem kılabilmek için “Tamim”Gatafan” ve “tayy” gibi Medine’nin çok uzaklarında yaşayan Kabilelerden de yardım almak zorundaydı. Peygamber bu maksatla mezkur Kabilelerin reislerine ve Mekke’nin genç valisi “İtab b. Useyd”e birer mektup yazdı. Ve bu vesileyle mezkur (Kabile) fertlerini ve Mekke gençlerini bu mukkaddes cihada iştirak etmeye davet etti. Böyle umumi bir davet hedefin saklanmasıyla mümkün değildi. Zira olayı Kabile büyüklerine aktarmalı, anlatılmalı ve meselenin önemini onlara vurgulamalıydı. Onlarada bu telkinler ışığında tüm Kabile fertlerinin yiğecek ve binecek gereksinimlerinin gidermenin yollarına baksınlardı.
İslam Ordusu Peygamber'in Huzurunda Geçit Töreni Düzenliyor
Nitekim İslam ordusunun haraket zamanı geldi. İslam Peygamberi, aynı günde Medine karargahında resmi geçit düzenleyen İslam ordusunu teftiş etti. Hedefi yolunda zorluklara dayanmayı ve ölümü; gölgeliklere kurulmaya,refah ticaret ve sermaye yığımına tercih eden; iman ve heyacan dolu bir kalple ölümü karşılamaya koşan Mü’min ve fedakar İslam ordusunun düzenlediği bu geçit töreni gerçekten de çok calip idi. İzleyicilerin ruhunda çok güzel izler yaratıyordu. İslam’ın büyük önderi, tam haraket edileceği bir esnada Mücahidlerin ruhunu takviye etmek maksadıyla bir hutbe irad ederek bu umumi seferberlikten maksadının ne olduğunu onlar için teşrih etti. Sonra da haraket emri verildi. İslam askerleri daha önceden Peygamberin ta’yin etmiş olduğu yoldan harakete geçtiler.
Malik bin Kays'ın Macerası
Malik b. Kays (Ebul Hayseme) İslam ordusunun haraketinden sonra, havanın çok sıcak olduğu bir günde daha önceden çıkmış olduğu seferinden Medine’ye döndü. Hemen kendi bağına gitti. Orada, güzel işinin kendisi için bağın tüm orta yerinde bir gölgelik hazırlandığını gördü.Eşinin, gönül süsleyen yüzüne bakıp; durduktan sonra,aniden kendisi için hazırladığı yiyecek ve içeceklere dikti gözlerini. Bu arada Peygamber ve ashabın içler acısı halini, fedakarlıklarını ve bu sıcak havada Allah yolunda ölüm ve cihada doğru koştuklarını düşünüp durdu. Ardından da eşini kendisi için hazırlamış olduğu yiyecek ve gölgelikten istifade etmemeyi ve biran önce merkebine binerek mücahidlerin saflarına katılmayı kararlaştırdı. Binaenaleyh, hanımına dönerek şöyle dedi:“Önderimin bu sıcak havada cihada doğru koştuğunu gördüğüm halde, benim bu gölgeliğin altında, hanımımın yanında istirahate çekilmeme ve lezzetli yiyecekler soğuk ve tatlı içecekler ile meşgul olmam hiç de insaflı bir haraket olmaz . Hayır! bu iş insaf ve dostluk kurarlarına aykırı olduğu gibi, iman ve ihlas da benim böyle bir işe tevessül etmeme müsaade etmemektedir. Bu konuşmasını bitirir bitirmez yanına aldığı çok az bir azıkla yola düştü.Yolun yarısında Ömer b. Veheb” adlı, kendisi gibi İslam ordusundan geri kalmış birisiyle karşılaştı. Ve her ikisi birlikte, Peygamber’in Tebük topraklarına varid olduğu bir zamanda İslam ordusuna katıldılar.
Bu şahıs ilk önceleri Peygamberle birlikte olmanın saadetinden mahrum bulunduğu halde,sonunda taktire şayan bir fedakarlık ve liyakatle kendisini saadetin kucağına attı. Bunlar hiçbir zaman saadetin, evlerinin eşiğine kadar geldiği halde sırf liyakat ve ehliyetten Mahrum olduğu hasebiyle kendisinden uzaklaşan ve neticede nefesini delalet ve şekavetin kucağına atan kimseler gibi değildi. Mesela Abdullah b. Ubeyy adlı münafıklar ögütünün önderi de ilk önceleri Peygamber’in yanında bu cihada katılmak için ordugahta çadır açmıştı ama fasık ve İslam’ın ciddi bir düşmanı olduğundan İslam ordusu haraket etme halindeyken o, taraflarıyla birlikte karışıklık yaratmak istercesine Medine’ye geri döndüler. Onun nifak ve münafıklığından haberdar olan ve onun cihada katılmasını yararlı görmeyen İslam Peygamberi ona en küçük bir itina bile göstermedi.
Yol Meşakkati
İslam ordusu, Medine ve Tebük yolunu kat ederken birçok zorluklarla karşılaştı. Binaenaleyh, bu orduyu “Ceyş-ül Üsre” adıyla müsemma kıldılar. Ama onların iman ve İslam’a olan alakaları bütün bu müşkülatların üstesinden gelmekte ve onları açık bir bağırla musibetleri karşılamaya sefkediyordu. İslam ordusu, semud kavmine ait topraklardan geçerken esmekte olan sıcak rüzgarlar sebebiyle Peygamber, yüzünü bir parçayla örtmek zorunda kalmıştı. Bu halle onların evinin kenarından hızla geçerek ashabına şöyle buyurdu:“tuğyan ve itaatsizlik sebebiyle ilahi kahra uğrayan semud kavminin akibetini düşününüz! ve hiç bir imanlı şahıs, kendi akibetinin de eninde sonunda semud kavmine mukadder olan akibeti gibi olmayacağı hususunda mütmain olmamalıdır:“bu mıntıkanın öldürücü sükutu ve mutlak bir sönüklüğe gömülmüş virane ocaklar diğer, kavim ve insanlar için birer ibret ve ders olmalıdır.” Daha sonra da destur vererek İslam askerlerine bu bölgenin suyundan içmemelirini ve onunla ekmek veya yemek yapmamalarını söyledi. Öyle ki, abdest bile almamalarını emretti. Muhtemelen oranın suyuyla herhangi bir yemek veya yiyecek bir şeyler yapmışsalarda, hepsini kendi hayvanlarına yedirmelerini istedi. İslam ordusu kendisini büyük önderi olan Peygamberden aldığı bu önemli düsturlar ışığında, yoluna devam etti. Gecenin evvelinde Hz.Salih’in devesinin su içtiği meşhur kuyunun yanına yetiştiler. İslam Peygamberi burada emir vererek, herkesin bineğinden inmesini ve istirahate çekilmelerin söyledi.
İhtiyati Düsturları
Peygamber o toprakların sert ve zehirli rüzgarlarını ve şiddetli tufanlarını çok iyi biliyordu. Öyle ki, bazen insan ve develeri bile önüne katıp götürüyor, toz ve çakıl yığınlarının altına gömüyordu. Binaenaleyh düstur vererek herkesin kendi devesinin dizilerini sıkı bir şekilde bağlamasını ve geceleyin tek başına hic kimsenin istirahatgahtan dışarı çıkmamasını emretti. Nitekim tecrübelerde Peygamber’in söylemiş olduğu düsturların çok faydalalı düsturlar olduğunu göstermektedir. Zira “Beni Saide” Kabilesine mensup iki kişi Peygamber’in söylemiş olduğu düsturları kulak ardı ederek istirahatgahtan gece yarısı dışarı çıkmış ve netice de birisi şiddetli esen fırtına sebebiyle boğulmuş diyeriyse koca bir dağın gövdesine çakılmıştı. Peygamber durumdan haberdar olunca bu intizamsızlık kurbanlarının haline şiddetli bir şekilde rahatsız olmuş ve yeniden askerleri intizamlı olmaya davet etmişti.
İslam ordusunun hifazet memurluğunu üstlenen grubun reisi olan İbad b. Beşir Peygamber’e İslam ordusunun büyük bir susuzluk tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını ve tüm su zahirelerinin tükenmekte olduğunu bildirdi. Binaenaleyh bazı gruplar kendi kıymetli develerini boğazlayarak hayvanın karnındaki sulardan istifade etmiş; bazılarıysa kaza ve kadere boyun eğerek yanık bir bağırla ilahi yardımı beklemeye koyulmuşlardı. Kendi Peygamberi’ne zafer ve nusret müjdesi veren Allah-u Teala bir defa daha Peygamber’ine ve onun vefalı dostlarına yardım etti. Göklerden sağnak sağnak yağmur yağmaya başladı ve herkes susuzluğunu gideriverdi. Su memurları ve askerler istedikleri kadar su aldı.