Çoğu Suriyeli Cumhurbaşkanı Esed’i destekliyor; fakat bunu Batılı medyadan öğrenmek mümkün değil.
Esed’in popülerliği, Arap Birliği gözlemcileri, ABD askeri müdahalesi: hepsi Batı’nın propaganda savaşında çarpıtılıyor.
Diyelim ki saygın bir kamuoyu yoklaması Suriyelilerin Beşşar Esed’in cumhurbaşkanı olarak kalmasını tercih ettiğini buldu, bu durum büyük bir haber olmaz mıydı? Özellikle de bulguların Suriye krizi hakkında hâkim olan anlatılara karşı çıktığını ve medyanın haber değeri açısından beklenmedik şeyleri aşikâr olanlardan daha üstün tuttuğunu göz önünde bulunduracak olursak.
Heyhat, her zaman öyle olmuyor. Önemli bir gelişmenin haber yorumu adil olmaktan çıkmaya başlayıp bir propaganda silahına dönüştüğünde, elverişsiz gerçekler bastırılır.
Geçenlerde Suriye’de, Doha Debates tarafından yaptırılan ve Qatar Foundation tarafından finanse edilen YouGov Siraj anketi sonuçları için de durum bu oldu.
Katar kraliyet ailesi, Esed’e karşı en şahin tavırlardan birini takınmıştı –Emir kısa bir süre önce Arap askeri birliklerini müdahale etmeye çağırdı- yani Doha Debates’in anketi web sitesinde yayınlaması iyi bir şeydi.
Yazık olansa, hükümeti Esed’e gitme çağırısı yapmış olan her Batılı ülkedeki neredeyse bütün medya kuruluşları tarafından görmezden gelinmesiydi.
Buradaki kritik bulguya göre, Suriye dışındaki çoğu Arap, Esed’in istifa etmesi yönünde bir eğilime sahipken, ülke içindeki tavır farklı.
Suriyelilerin %55 kadarı, iç savaş çıkmasından korkarak –bu hortlak onlar için, Suriye sınırları dışında yaşayanlar için olduğu gibi teorik değil- Esed’in kalmasını istiyor.
Esed rejimi için daha az müjdeli olan şeyse, anketin ayrıca, Esed’in iktidarda kalmasını kabul eden Suriyelilerin yarısının, yakın gelecekte serbest seçimler başlatması gerektiğine inanıyor olması.
Esed, bunu yapmak üzere olduğunu iddia ediyor, bu, son konuşmalarında tekrarladığı bir noktaydı. Fakat seçim kanunu olabildiğince çabuk yayınlaması, siyasi partilere izin vermesi ve bağımsız gözlemcilerin oy sayımını izlemesine izin vereceğini taahhüt etmesi hayati önem taşıyor.
Taraflı medya yorumu aynı zamanda Arap Birliği’nin Suriye’deki gözlemci misyonunu da çarpıtmaya devam ediyor. Birlik geçen baharda Libya’da uçuşa yasak bölge kurulmasını desteklediğinde, bu eylemine Batı’dan büyük övgü gelmişti.
Suriye’yle arabuluculuk kararı ise Batılı hükümetler ve kamuoyunca iyi bilinen Suriyeli muhalif gruplar tarafından –ki giderek daha fazla, siyasi bir çözümden ziyade askeri bir çözümü destekliyorlar- daha az hoş karşılandı.
Böylece Birliğin hareketi Batılı hükümetler tarafından derhal şüpheyle karşılandı, çoğu Batılı medya da bu replikleri tekrarladı.
Misyonun Sudanlı başkanının güven mektubuna saldırılar başlatıldı. 165 üyesinden biri tarafından misyonun performansına yöneltilen eleştiriler manşet oldu. Misyonun, BM müdahalesi lehine kendini geri çekmesi taleplerinde bulunuldu.
Eleştirenler büyük olasılıkla Arap gözlemcilerin, silahlı şiddetin artık yalnızca rejimin kuvvetleriyle sınırlı kalmadığını ve ordu ve polis tarafından gaddarca bastırılan barışçıl protestocu imajının yanlış olduğunu rapor edeceğinden korkmuşlardı.
Humus ve birkaç başka Suriye şehri, mezhepsel ve etnik kıyas hatları boyunca çeşitlilik gösteren milisler arasındaki çarpışmalarla, 1980’lerin Beyrut’u ya da 1990’ların Saraybosna’sı gibi olmaya başladı.
Dışarıdan askeri müdahaleye gelince, zaten başladı. Rusya ve Çin Batı’nın geçen sene Güvenlik Konseyi’ndeki aldatmacasından dolayı epeyce öfkeli olduğundan, müdahale Libya örneğini izlemiyor. Herhangi bir güç kullanımına izin veren yeni bir Birleşmiş Milletler çözümünü kabul etmiyorlar.
Şimdi kullanılan model eski bir şey, Soğuk Savaş döneminden kalma, “insani müdahale” ve “koruma sorumluluğu” kavramları geliştirilmeden önce ve sık sık yanlış kullanıldığı zamanlardan…
Ronald Reagan’ın Contralara desteğini hatırlıyor musunuz? Nikaragualı Sandinistleri Honduras’taki üslerden devirmek için Contraları silahlandırıp onlara eğitim vermişti. Honduras yerine Türkiye’yi koyarak da okuyabiliriz, sözde Özgür Suriye Ordusu’nun kurulduğu kurtarılmış bölge.
Burada da Batı medyasının sessizliği dramatik. Hiçbir muhabir, şimdi American Conservative’e –Ron Paul (kendisi geçen haftanın New Hampshire Cumhuriyetçi ön seçimlerinde ikinci geldi) çizgisinde, yeni-muhafazakâr olmayan bir pozisyondan Amerikan askeri sanayi kompleksini eleştiren bir dergi- yazan eski bir CIA yetkilisi olan Philip Giraldi tarafından geçenlerde yazılan önemli bir makaleyi takip etmedi.
Giraldi, bir NATO üyesi olan Türkiye’nin Washington’un uydusu olduğunu ve Suriye sınırı yakınında İskenderun’a varan NATO savaş uçaklarını saklayarak eski Muammer Kaddafi cephaneliğinden alıkonan silahlar ve Libyalı gönüllüler teslim ettiğini ifade ediyor.
“Fransız ve İngiliz özel kuvvetlerinden eğitmenler sahada,” diyor, “Suriyeli isyancılara yardım ediyorlar, bu arada CIA ve ABD Özel Kuvvetleri isyanı desteklemek için iletişim ekipmanı ve istihbarat sağlayarak savaşçıların Suriyeli askerlerle karşılaşmaktan kaçınmalarını sağlıyorlar …”
Geniş çaplı savaşın tehlikeleri artarken, Arap Birliği dışişleri bakanları bu hafta sonu Kahire’de Suriye misyonlarının geleceğini görüşmek üzere toplanmaya hazırlanıyor. Hiç şüphe yok ki, misyonun “güvenlerini kaybettiğini”, “rejim tarafından aldatıldığını” veya “şiddeti durdurmakta başarısız olduğunu” hisseden bakanların ifadelerini manşetlere taşıyan Batılı medya raporları göreceğiz.
Karşı argümanlar küçük harflerle yazılacak veya bastırılacak.
Bütün taraflardan gelen provokasyonlara rağmen Birlik duruşunu korumalı.
Birliğin Suriye’deki misyonu hem rejim lehinde, hem rejime karşı barışçıl gösteriler gördü. Birbirine karşıt güçlerden gelen şiddete de şahit -ve zaman zaman onlardan muzdarip de- oldu.
Fakat ana Suriyeli aktörlerin tamamıyla görüşüp açık bir dizi öneri sunmak için ne yeterli zamanı oldu, ne de yeterince büyük bir ekibi var.
Hepsini bir yana bırakın, daha yetkisinin rejim ve eleştirmenleri arasında bir diyalog kurmaya yardımcı olmasını gerektiren kısmını yerine getirmeye başlamış bile değil. Misyonun Suriye’de kalması gerekiyor, oradan koparılması değil.
Çeviren: İkbal Zeynep Dursunoğlu -YDH
21 Ocak 2012