20 Eylül’de ne mi olacak? BM’de Filistin’in devlet olma statüsü oylanacak. Türkiye elbette Filistin’i tanıyacak. Tarihin cilvesine bakın ki, 1949’da İsrail’i tanıyan ilk devlet de Türkiye’ydi. Ama İsrail konu Filistin oldu mu babasını bile tanımaz! Yani asıl krizi görmek istiyorsanız 16 gün daha bekleyeceksiniz.
Mavi Marmara için özür beklerken, Birleşmiş Milletler’den öyle bir rapor çıktı ki, ne komşularla sıfır sorun politikası ne de dengelerin bir önemi kaldı. Son dönemin en büyük siyasi krizi patladı. Öyle bir nota verdik ki İsrail’e, zorlasanız savaş sebebi sayılacak. Ankara, Tel Aviv’i sildi! Her şeyi göze alarak... Hele bir uyarı var ki İsrail’e, tüm Doğu Akdeniz’de dengeleri tersyüz edebilir, hem de savaş gemilerini burun buruna getirerek! Havada savaş kokusu varken, bu gelişmeleri yorumlayacak doğru ismi aradım.
Uluslararası ilişkiler konusunda sayılı uzmanlardan İstanbul Kültür Üniversitesi Hukuk Fakültesi Devletler Hukuku Profesörü Hasan Köni’ye Ankara’nın notasının getireceklerini sordum. O sakindi, notaların biraz da devletler arasında savaşa varmayan zorlama önlemler ve blöflerden oluştuğunu bilen biri olarak... Her zamanki gibi basit, net cevapladı sorularımı. Anlaşılmadık bir şey kalmadı!
BM raporu lehimize çıksa bile uygulanmazdı!
BM’nin İsrail’i kollayan raporunun basına sızmasından sonra Ankara köprüleri yaktı. Davutoğlu, “Bedel ödeme vakti geldi” diyerek, Türkiye’nin aldığı sert yaptırımları açıkladı. Bu yaptırımların Türkiye’yi İsrail’le savaşın eşiğine getirdiği yorumları yapılıyor. Sizce de böyle bir tehlike var mı hocam?
Türkiye’nin İsrail’le savaşabileceği kriterler bellidir. İsrail, Ermenistan ve Yunanistan gibi ülkelerin arkasında Batılı, büyük abileri vardır. Yoksa 4 milyonluk İsrail, 1.5 milyonluk
Ermenistan ve 11 milyonluk Yunanistan’ın etrafa kafa tutmaları nasıl mümkün olabilir? İkisinin arkasında AB var, diğerinin arkasında Amerika’daki lobileri var... Bunların tümü Batılı ülkelerdir. Türkiye’nin de askeriyesiyle, ekonomisiyle, ihracatıyla yoğun şekilde o Batılı sistemin içinde bulunan bir ülke olarak İsrail’e bir şey yapması mümkün değildir.
Arap ülkeleri şimdiye kadar İsrail’le üç savaş yaptı, sonuç ne oldu? Dayak yediler! Peki bu ülkeleri tek başına İsrail mi dövdü? Amerika’dan, İngiltere’den, Fransa’dan yardıma geldiler... Destekler verildi, öyle oldu bu savaşlar. O yüzden o savaş ihtimalini gözden çıkaralım.
Yani Batı ülkeleri ve Amerika, haksız bile olsa İsrail’in yanında mı yer alır Türkiye’ye karşı? Hep Amerika’daki İsrail lobisinin ne kadar güçlü olduğundan bahsedilir. Hatta Amerika’yı aslında İsrail’in yönettiği söylenir. Bunlar doğru mu o zaman?
Evet. İşletmeler Amerikası, fonlar Amerikası genellikle para işiyle uğraşan Musevi lobisinin elindedir. Hatta bizim İsrail’den değil de, Amerika’dan aldığımız silahların fabrika sahipleri ya da hisse sahipleri de Museviler’dir... Peşinden bir de lobi sistemi var. Hatta ben bir konuşmamda şunu söyledim, bunu Dışişleri de kabul etti, dedim ki “Bu Amerika demokrasiden çok lobitokrasi.” Yani Rum lobisi, İngiliz lobisi, Ermeni lobisi, Yahudi lobisi... Kim çok para toplarsa seçimi o kazanıyor. İşte İsrail böyle bir gücü arkasına almış, BM’de bile zaman zaman kendi lehine kararlar çıkartabiliyor. Bugüne kadar İsrail’in neden olduğu savaşlar, saldırılar yüzünden hem BM Genel Kurulu’nda hem de Güvenlik Konseyi’nde 100’e yakın karar çıktı. İsrail hiç birini uygulamadı. Bunun karşılığında ne bir ceza, ne de bir yaptırım uygulandı İsrail’e. Amerika’nın, İngiltere’nin, Fransa’nın vetoları sayesinde. Ama genellikle Amerika’nın! O yüzden bu son rapor lehimize olsaydı bile BM’den bir yaptırım kararı çıkması mümkün değildi.
O zaman İsrail’le gelinen noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
İsrail’in Gazze Şeridi’ne düzenlediği Dökme Kurşun Operasyonları nedeniyle 2009’da Goldstone raporu çıktı. Orada, 400 sayfalık raporun 350 sayfasında İsrail’in aşırı güç kullandığı, sivil halkı da bombaladığı anlatılıyordu... Nihayet son 50 sayfasında “Onlar da roket attılar” deniyordu. Raporu hazırlayan BM Komisyonu Başkanı Güney Afrikalı Yargıç Richard Goldstone’u, İsrail aleyhine rapor hazırlamakla suçladılar ve “Sen antisiyonistsin” dediler. Adam, “Ben Yahudiyim ve Siyonistim” dedi. Rapor BM’ye gitti, ondan sonra Güvenlik Konseyi’nde veto yedi görüşülmemesi için. Böylece geçmiş olsun, bitti gitti.
Goldstone da sonraları baskılara dayanamayıp keskin bir ‘U’ dönüşü yaptı ama... The Washington Post’ta yayınlanan çok tartışmalı başyazısının girişinde, “Eğer şimdi bildiklerimi o zaman bilseydim, Goldstone raporu çok farklı bir rapor olurdu” demişti.
Evet. Ama dediğim gibi, rapor uygulanması için Güvenlik Konseyi’ne gitti, orada veto yedi. Bitti. Başka ne olacaktı ki! Yani rapor Türkiye lehine çıksaydı ne olacaktı?
Sonuç hiç değişmez miydi?
Tabii ki değişmezdi! Diplomatlar bunun böyle olacağını biliyordur. Tabii vatandaşa, günlük işleriyle, benzin, altın fiyatıyla uğraşırken “BM’nin Goldstone raporu nasıl çalıştı? Bizim lehimize rapor çıksa da sonuç değişmez” diye bir analiz anlatmanız mümkün değil. Bu yüzden ona göre bir şeyler söylenmesi gerekiyor. “Efendim biz bu raporu kabul etmiyoruz!” deniyor. Aferin Türkiye’ye o zaman!
Hocam bir de şu var ama... Goldstone raporunun aksine Mavi Marmara için hazırlanan raporda tartışmalı tüm konularda İsrail tezlerine yakın tavır dikkat çekiyor. Mesela “Gazze’ye uygulanan deniz ablukası, İsrail’in karşı karşıya olduğu tehdit karşısında orantısız bir önlem değildir” deniyor... Buna rağmen mi Türkiye, İsrail’le savaşa girmeyi düşünmesin diyorsunuz?
Başka türlüsü beklenemez... NATO içindesiniz. Ben Türkiye’nin ilk başlarda izlediği ‘komşularla sıfır sorun’ politikasını, eksik ya da fazla, olumlu bulmuştum. Niye? Birincisi, kendi içinizde demokratik açıdan Kürt sorununu çözmek için görüşürsünüz ya da görüşmezsiniz o ayrı, ama çevrenizde içinde Kürtlerin bulunduğu bölge ülkeleriyle yakın ilişkiler içinde olmanız lazım.
Türkiye’nin Suriye’de izlediği politika İsrail’in işine yarıyor
Yani Suriye, Irak ve İran’la?
Evet. Türkiye bu ülkelere bayılmıyor. Ama hem yeni bir ekonomik alana ihtiyacı var, Avrupa’daki ekonomik krizler nedeniyle, hem de kendi iç sorunlarını çözmek için bir alana ihtiyacı var. Sonuçta bırakırlarsa, İran “Gelin bizim petrol sahalarımızdan petrol alın” diyor. Ki Rusya’dan çok pahalıya alıyoruz... Ama şimdi Türkiye birdenbire bulunduğu güç sisteminin boyutları içinde davranmak durumunda kalıyor. Ne diyor Libya’ya? Demokratikleş! Değil mi? Peşinden Suriye’ye “Demokratikleşeceksin“ diyor. Oysa biliyoruz ki ne Libya’nın ne Suriye’nin ne de herhangi bir Arap ülkesinin iki ay içinde demokratikleşmesi mümkün değil. Hatta bu devrimler yapıldıktan sonra da demokratikleşmeleri mümkün değil. Mevcut hükümetler devrilse gelecek yeni yapı demokrasi olmayacağı için, oradaki paylaşım boyutu tekrar belli ellere geçeceği için ve seçilen hükümetler de asla halka hesap verebilir olmayacağı için... Çünkü bu demokrasileri isteyen ve Avrupa ülkelerinin desteğiyle kurulan hükümetler 3-4 sene hizmet ediyor, sonra değişiyor değil. Ortadoğu’da böyle, “Bir dönem hizmet edeyim, gideyim” diyen bir kültür var mı, Türkiye de dahil?
Türkiye bir yandan da İsrail’i güçlendirmek için çalışıyor!
Türkiye’nin içinde bulunduğu güç sistemi dediniz... Bu sistem nedir?
Amerika ve Batılı ülkelerin içinde bulunduğu güç sistemi içinde ekonomik, sosyal, siyasi ve askeri olarak varlığını sürdürüyor Türkiye. Ve şimdi içinde bulunduğu bu güç sistemi nedeniyle, komşularıyla izlediği sıfır sorun politikasından vazgeçiyor. Bunun için “Libya’da demokrasi olsun” diyor. Halbuki oradaki olaylar başta Fransa olmak üzere Batılı ülkelerin kendilerine ekonomik olarak pay çıkarmak istemeleri nedeniyle oluyor. Tabii bir de Çin’i enerji bölgeleri dışında bırakma çabası olarak ortaya çıkıyor. İşte gördük, Fransa Libya’daki petrollerin çoğunu kendisine bağladı. Türkiye de bu görüşmelere katılıyor ama ne aldı, ne verdi yakında göreceğiz. İkincisi Suriye... Suriye’nin kuzeyi olduğu gibi Kürt. Orada Türkiye’nin izlediği politika, bulunduğu güç sistemi nedeniyle kimin işine yarıyor? İsrail’in işine yarıyor! Çünkü Suriye, Hamas ve Hizbullah’ı destekliyor. Aynı zamanda onları İran da destekliyor. Şimdi 20 Eylül’de Filistin devleti ilan edilecek. Filistin devletini Suriye destekleyecek. İşin içinde Hamas ve Hizbullah da var. Onlar da baskı yapacak İsrail’e... İsrail ve Amerika ise böyle bir devletin oluşturulmasını istemiyor. Bu yüzden de Suriye’nin destabilize olması lazım. Bu politika ise aslında İsrail’e yarıyor değil mi? işte biz şimdi bütün bu olanlar arasında tutup bir de Filistin’i tanıyacağız.
Tamam ama Türkiye Filistin’i zaten tanıyor?
Tanıyor ama Filistin otoritesini tanıyor, şimdi devlet olarak tanıyacak. 20 Eylül’de BM’de Filistin’in devlet olma statüsü oylanacak. Eğer kabul edilmezse, Filistin otoritesi kendisini fesh edecek ve Ortadoğu’da üçüncü intifada ve çatışmalar yeniden başlayacak. Yani şimdi bir kriz yaşıyoruz, 20 Eylül’den sonra ikinci bir kriz yaşayacağız. Sayın Cumhurbaşkanı Gül ne diyor? “Daha başka tedbirler de düşünebiliriz!” diyor... Bu tedbirlerin içinde savaş olmayacağına göre, Filistin’i tanıyacağımızı da belirttik ama kıymetli büyük müttefikimiz Amerika ve onun evladı istemiyorlar bunu, öyleyse nasıl olacak? Bir yandan da Suriye’yi karşınıza almışsınız. İran’la ilişkiler kurmuyorsunuz ve rahatsızsınız. İran’ın yarattığı Şii alanına karşı başka, daha karmakarışık yeni oluşumlar var Ortadoğu’da. Siz de içindesiniz. Ama öbür taraftan İsrail’le çekişiyorsunuz...
Öyleyse Cumhurbaşkanı’nın kastettiği tedbir ne olabilir?
Bakın Mavi Marmara olayında belli bir abluka alanı olabilir ama bu alan bütün bir Doğu Akdeniz’i kapsayacak bir alan olamaz. Bu bir... İkincisi, geminin zaten İsrail’in baskısı karşısında Gazze’ye gitmeyip yönünü Mısır’a değiştireceğini de biliyorlar. Buna rağmen bir saldırı oluyor. Sen gemiye çıkıp, adamları nefes bile aldırmadan öldürüyorsun, hiç olmazsa BM raporunun bu kısmında tazminat ödenmesine dair bir karar çıkması lazımdı. BM’nin raporu, “Bu deniz ablukasına aykırıdır” diyor, insanların öldürülmesini gözardı ediyor. Aslında bu da yeni değil. Mesela Lübnan iki İsrailli askeri kaçırdı diye, 6 ay Lübnan’ı bombaladı. Aşırı güç kullandı, bin 400 sivil ve askeri öldürdü, biz de seyrettik. Ama kendilerini nasıl savundular? “Biz meşru müdafa yapıyoruz” dediler. Sen iki asker kaçırıldı diye bin 400 kişiyi öldürüyorsun, 9 vatandaşı öldürülen Türkiye buna bir reaksiyon göstermesin mi? Bir o mantığa bak, bir de bu mantığa... Biri 4 milyonluk, öbürü 74 milyonluk ülke... Ama maalesef bu uluslararası konjonktürü dikkate almak lazım. Öbür türlü konuşmalar edebiyat olur. Yani bu büyüklükte bir ülke olmamıza rağmen uluslararası konjonktür ve Batı tamamen İsrail’in arkasında yer alabiliyor. Ve maalesef Türkiye’nin de aslında bu diplomatik zorlamaların dışında yapabileceği çok şey olacağını zannetmiyorum.
Asıl büyük kriz 20 Eylül’den sonra gelebilir diyebilir miyiz o zaman? Bu bir ön kriz mi?
Öyle diyebiliriz. Hiç olmazsa bir ay geriye atmaya çalıştı Amerika bu krizi. Onu da gazetelerden öğreniyoruz. Palmer raporunu İsrail basına sızdırmış. Dolayısıyla 20 Eylül’de
Türkiye’ye baskı yapılacak diye düşünüyorum, biz de tanımayan ülkeler arasına girelim diye...
-Bu baskı işe yarar mı peki? Bu kadar sert açıklamalar yapan Davutoğlu ve Erdoğan geri bir adım atabilir mi? Bu mümkün mü?
Vallahi ne kadar sert olduğumuzu bilemiyorum. Ama sonuçta Türkiye Filistin’i tanıyacaktır. Erdoğan elbette aksi bir karar vermez ama bunlar konuşulacaktır. İkna edilmeye çalışılacaktır. Başka boyutlar gözükecektir.
Ne gibi?
Şimdi Suriye’den sonra, Amerika’nın isteği üzerine İran füzelerine karşı Türkiye’ye bir radar sistemi yerleştiriliyor, değil mi? Füze kalkanının rampaları yurtdışında olacak, gözetleme burada olacak... Rusya geldi, “Biz bundan rahatsızız. İran füzeleri niye Avrupa’ya atsın, füzeler olsa olsa İsrail’e karşıdır. Rusya’ya karşı bir kalkandır bu” dedi. Ama Türkiye bu konuda da ikna oldu. Kondu... Yani bir yandan hem Türkiye’ye, İsrail’i korumak için radar sistemini yerleştiriyorsun, hem Suriye’yi sıkıştırıyorsun diğer yandan da haklı olduğun bir konuda bu muameleyi görüyorsun.
Nasıl Türkiye’den bu gemiyi, Mavi Marmara’yı kaldırıp, Türkiye’yi bu açmazın içine soktular, İsrail’le karşı karşıya geldik onu da anlamıyorum. Burada birtakım antagonist, yani birbirine zıt durumlar var gibi geliyor bana... Çünkü bir yandan İsrail’i koruyucu hareketlere girişiyorsun büyük patron ABD’nin baskısıyla, diğer yandan da İsrail’le çatışıyorsun.
Burada birbirine zıt bir davranış şekli yok mu sence?
Evet ama füze radar sistemi yerleştirildikten sonra tam tersine İsrail’e karşı Türkiye güçleniyor yorumları da yapıldı...
Onlar tamamen kandırmaca. İsrail’e karşı Türkiye güçlendirilmiyor. Bilakis İsrail’i korumaya yönelik hareketler bunlar. Füze kalkanı kime karşı? İran’a karşı. İran kime karşı?
İsrail’e karşı...
Ortadoğu ve Türkiye’de terör yükselir
O zaman olanı biteni nasıl değerlendireceğiz? Gidişat nereye doğru? Türkiye safını seçecek ve tümüyle Amerika ile İsrail’in yanında mı yer alacak? Kürt meselesini de çözme adına...
Ortadoğu tamamen karıştı. Ortadoğu’daki karışıklıkların nedeni ise Batılı dostlarımız! Rusya’nın ya da Çin’in Ortadoğu’ya gelip bir laf söylediğini, “Demokratikleşin” dediğini duydun mu? NATO uçakları Libya’yı vuruyor. Başbakan Erdoğan’ın söylediği doğruydu. Ne demişti? “Böyle saçmalık olur mu yahu! NATO’nun ne işi var Libya’da? NATO, mensubu olan ülkelerden birine müdahale yapılması halinde böyle bir şeyi gündeme getirebilir. Bunun dışında Libya’ya nasıl müdahale edebilir? Türkiye olarak biz bunun karşısındayız. Böyle bir şey konuşulamaz, böyle bir şey düşünülemez” demişti.
Ama konuşuldu, düşünüldü... NATO uçakları Libya’yı vurdu... NATO destekli muhalifler Trablus’u ele geçirdi. Kaddafi’nin oğulları teslim oldu...
Aynen öyle... NATO, Sovyetler Birliği’ne karşı kurulmuş bir örgüt. Bu doğru ama o güç sistemi buraları destabilize ediyor. Belki Çin’e karşı petrol aramaları ve diğer gelişmeler bunu zorluyor, peşinden Arap dünyasını yeniden düzenlemek amacıyla bütün bunlar yapılıyor. Ama bunlar Batı dünyası tarafından, yani bizim içinde yer aldığımız müttefiklerimiz ve güç sistemi tarafından yapılıyor. Ve Türkiye de buna uymak zorunda. Ha, şimdi bu politikayı eleştiren muhalefet iktidarda olsa buna uymaz mı? O da uymaya mecbur. Şimdiye kadar, 60-70 senedir bu mecburiyetleri yerine getirdik. Mecbursunuz, bu sistem böyle.
Bu sistemin dışına çıkma ihtimali yok mu?
Çok zor. Hayır yok. Gazeteciliğin dışına çıkıp dondurma satar mısınız?
74 milyon nüfusla gurur olmaz
-Vallahi çok mecbur kalırsam, gururum yüzünden yaparım diye düşünüyorum... Ama Türkiye’nin bunu yapacak lüksü var mı bilmiyorum...
Benim de söylediğim bu işte; 74 milyon nüfusla gurur olmaz. Bu ilişkiler kişisel ilişikler gibi değildir. Nüfusunu düşüneceksin.
Peki bu biraz tükürdüğünü yalamak gibi olmaz mı? Erdoğan duygusal kararlar veren bir lider aynı zamanda. One Minute’da gördük bunu, Mavi Marmara’da gördük... Bu kadar sert açıklamalardan sonra nasıl aynı masada yer alacağız İsrail’le?
Hükümet, kamuoyu ve diplomasi açısından bu tür zorlamaları, açıklamaları yapmak durumunda. Ben ABD Başkanı Johnson tarafından Başbakan İsmet İnönü’ye Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesini önlemek amacıyla 1964’te gönderilen ve kaba bir üslupla yazılmış mektubu hatırlıyorum. İnönü o meşhur Johnson mektubu geldiğinde, “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye orada yerini bulur” demişti. Ne oldu? 6 ay sonra İnönü hükümeti tepe aşağı gitti... Bu gelişmelerin hepsi çok dikkate alınması gereken gelişmeler. Kamuoyunun durumu başka, gerçek reel politikalar başka. Bu yüzden Eylül ayı heyecanlı geçer. Özellikle 20 Eylül’de Filistin devleti ilan edildikten sonra Ortadoğu’da terör yükselir...
Türkiye’de de tabii?
Tabii... Türkiye’de de yükselir.
Mine Şenocaklı - Gazetevatan