Suriye’deki iç savaşın Türkiye’yi, nasıl etkileyeceğini 2003’te Irak’a getirilen demokrasi tecrübesini hatırlayarak ve onun şu an güneydoğuya nasıl yansıdığını göz önünde tutarak tahmin edebiliriz.
Suriye’de yaklaşık sekiz aydır devam eden bunalım, geçtiğimiz hafta başında Suriye ordusundan ayrıldığı belirtilen askerlerin kurduğu “Özgür Suriye Ordusu” adlı örgütün “rejime karşı silahlı mücadele başlatma”[1] kararı ile yeni bir aşamaya girdi.
Silahlı mücadele kararının, son derece heterojen bir yapıya sahip olan “Suriye muhalefetinin” ne kadarının onayını veya desteğini aldığı şimdilik meçhul gözükse de Amerikan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mark Toner’in, silahlı mücadele kararını “rejimin binlerce kişiyi öldürmesine verilmiş doğal bir tepki”[2] olarak nitelemesi, Şam yönetimi tarafından ABD’nin “teröristlere” verdiği destek şeklinde algılandı.[3]
Suriye’de sekizinci ayına giren iç karışıklıklar sırasında muhaliflerin silah kullandığı ve bu çerçevede Suriyeli 800 güvenlik görevlisinin hayatını kaybettiği bilindiği için “Özgür Suriye Ordusu” adlı örgütün silahlı mücadele kararı aldığını açıklaması, aslında pek de yeni bir gelişme gibi gözükmeyebilir.
Ancak, Suriyeli muhaliflerin daha önce de silah kullanmasına rağmen, Washington’un “silahlı mücadeleye onay” açıklamasını, “Özgür Suriye Ordusu”nun 27 Eylül’deki kararına kadar geciktirmiş olması, anlamlı gözüküyor.
Amerikan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mark Toner’in Washington’un “Suriye iç savaşına onayı” şeklinde de okunabilecek olan açıklamasının Özgür Suriye Ordusu’nun silahlı mücadele kararı almasından hemen sonra yapılmasının anlamları üzerinde tahminde bulunmayı sonraya bırakarak, Suriye’de yaşanan süreci kısaca hatırlamakta fayda var.
1- 18 Mart’ta Der’a kentinde, duvarlara “halk rejimin devrilmesini istiyor” diye yazan çocukların polisin işkencesine ve halkın da yerel yöneticilerin aşağılamasına maruz kalmasıyla başlayan küçük çaplı gösteriler, Cumhurbaşkanı Beşşar Esed’in, bölgede yaşanan gelişmeleri doğru okuyamaması ve olayı basit bir asayiş sorunu olarak gördüğünü düşündürecek bir tutum içerisine girmesi sebebiyle zaman içerisinde ciddi bir bunalıma dönüştü.
2- İsrail’in güvenliğine karşılık bölgesel diktatörlüklerin garanti altına alınmasını öngören Camp David düzeninin iki önemli kalesi olan Tunus ve Mısır’da gerçekleşen devrimler, ABD ve bölgesel müttefiklerini bu düzene karşı bölgede direniş ekseni lehine bir denge unsuru olan Suriye üzerine yoğunlaşmaya sevk etti.
3- Suriye halkının rejimin diktatör niteliğine yönelik tepkisi, ABD ve bölgesel müttefiklerine “demokrasi, özgürlük ve insan hakları” kavramları üzerinden Suriye’nin iç işlerine müdahil olma konusunda geniş bir imkan sundu.
4- ABD ve bölgesel müttefikleri, Suriye’de bir Tunus veya Mısır tecrübesi yaşanabileceği ihtimalini göz önünde bulundurarak Şam yönetimine karşı ilk birkaç ay söylem düzeyinde kalan baskılar yaptılar; ancak bu baskıları somut siyasi, ekonomik veya askeri müdahale düzeyine taşımadılar. İlk birkaç ay Suriye’ye karşı düşük profilli baskı politikası izleyen ABD ve müttefikleri, bu süreç içerisinde atılacak muhtemel adımlar karşısında hem rejimin hem de muhaliflerin sergileyeceği potansiyellerini, imkanlarını ve kabiliyetlerini gözlemleme imkanı buldular.
5- Suriyeli muhaliflerin, bölgedeki uydu kanallarının da verdiği güçlü propaganda desteğiyle gösterileri kitleselleştirme ve büyük kentlere yayma stratejisinin başarısızlığı mayıs ayı sonlarına doğru iyice anlaşılmış tüm çabalara rağmen, Şam ve Halep’e yayılamayan gösterilerin Ürdün, Lübnan ve Türkiye sınırlarındaki küçük kentlerle sınırlı kaldığı görülmüştü. Bu durum, Suriye için bir Tunus veya Mısır modelinin söz konusu olamayacağının göstergesiydi.
6- Haziran ayı başlarından itibaren Suriye için yeni bir model arayışına girildiğini gösteren gelişmeler yaşanmaya başlandı. Suriye ile neredeyse eş zamanlı olarak isyan anaforuna maruz kalan Libya modelini çağrıştıran bu gelişmelerin ilki 31 Mayıs-3 Haziran tarihleri arasında diasporadaki rejim muhaliflerine Antalya’da Libya’daki Ulusal Geçiş Konseyi’ne benzer bir örgütün alt yapısını oluşturacak bir toplantı imkanının tanınması, ikincisi ise Cisr eş-Şugur kentinde 120 polisin öldürülerek Türkiye’ye mülteci akınının başlatılmasıydı.
7- Cisr eş-Şugur kentinde Libya’nın Bingazi kentinde olduğu gibi bir kurtarılmış bölge yaratılamadı, mülteci akını ise tüm teşviklere rağmen 10 bini geçmedi ise de Suriye’de rejim değişikliği için Libya’nın model alındığını düşündüren adımların atılmasına devam edildi. Suriye’de rejim değişikliği konusunda Libya modelinin esas alındığı o kadar açık bir şekilde yansıtıldı ki isyana liderlik etmek üzere kurulan ve sayısı beşi aşan örgütlerin tümüne Libya’daki gibi “Ulusal Geçiş Konseyi” adı verildi.
8- İsyana liderlik edecek bir örgüt, kurtarılmış bir bölge, civar ülkelerden askeri lojistik destek, sivilleri koruma gerekçesine dayandırılan Güvenlik Konseyi kararı ve nihayet uluslar arası müdahale aşamalarını öngören Libya modeli, Suriye’deki rejim değişikliği için hayata geçirilmeye çalışıldı. Bu çerçevede hazirandan bu yana diasporadaki muhalifler Türkiye, Fransa ve Katar’da bir ulusal geçiş konseyi kurmaya çalışırken, içerideki silahlı gruplar ise ramazan ayında Hama, Humus ve Deyr ez-Zor kentlerini bir kurtarılmış bölge haline getirme girişiminde bulundular.
9- Mayıs ayı ortalarından itibaren Suriye konusunda ekonomik ve siyasi yaptırımlar için girişimler başlatan ABD ve Batılı müttefikleri, BM Güvenlik Konseyi’nde Rusya, Çin ve Güney Afrika’nın direnişiyle karşılaştılar. Ancak Suriye’nin ramazan ayında silahlı gruplara kurtarılmış bölge yaratma izni vermemek için kullandığı askeri yöntemler, ABD’nin Suudi Arabistan ve Katar gibi bölgesel müttefiklerinin aksine Şam yönetimiyle diyalogu sürdürme yanlısı gözüken Türkiye’nin giderek Şam’la diyalogu kesme noktasına varmasına gerekçe teşkil etti.
10- Diasporadaki rejim karşıtlarıyla isyana liderlik edecek örgüt kurma ve içeride kurtarılmış bölge yaratma konusunda şimdiye kadar yaşanan başarısızlık Suriye devrimi stratejisinde kısmi değişikliğe gidilmesine yol açtı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, BM Genel Kurul toplantısına katılmak üzere gittiği Amerika’da ABD Başkanı Barack Obama ile görüştükten sonra Şam yönetimi ile diyalogu kestiklerini belirterek Ankara’nın Suriye’ye, Washington’la koordineli olarak bazı yaptırımlar uygulayabileceğinin sinyalini verdi.[4] 800 güvenlik görevlisinin öldürülmesine ve “halkı korumak için uluslar arası müdahale”[5] çağrısı yapmalarına rağmen şimdiye kadar “gösterilerinin barışçı olduğunu ve uluslar arası müdahaleye karşı olduklarını” savunan Suriyeli muhalifler, geçtiğimiz hafta silahlı mücadele kararı aldılar.[6] Amerika da Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mark Toner aracılığıyla bu kararı onayladı.
Suriyeli muhaliflerin daha önce de silah kullanmasına rağmen, Washington’un “silahlı mücadeleye onay” açıklamasını, “Özgür Suriye Ordusu”nun 27 Eylül’deki kararına kadar geciktirmiş olmasının anlamlarına geri dönecek olursak.
Yaşanan sürece ilişkin yukarıda yapılan özet, Suriye’de bir rejim değişikliği için Tunus ve Mısır modelinin ihtimal dışı bırakıldığını ve Libya modelinin en elverişli model olarak görüldüğünü gösteriyor. Bununla birlikte Suriye’de henüz bir kurtarılmış bölge ve isyana liderlik edebilecek bir örgüt bulunmuyor. Ayrıca yaşanan 8 aylık tecrübe, diasporadaki muhaliflerin içeride gösteriler düzenleyen muhalif kesimlere liderlik edebilecek bir yeteneğe ve nüfuza sahip olmadıklarını gösteriyor.
Binaenaleyh hem içerideki muhalif kitlelere liderlik edebilecek hem de kurtarılmış bir bölge yaratabilecek bir örgütün tıpkı Libya’da olduğu gibi ancak ordudan koparılacak askerler ve saf değiştirecek devlet yetkilileri tarafından kurulabileceği öngörülüyor.
Riyad Esed gibi ordudan ayrılmış ve şu an Türkiye’de bulunan askerlerin öncülüğünde kurulan bir örgütün hele de Türkiye sınırındaki bir kentte kurtarılmış bölge yaratması durumunda, Şam yönetimiyle ipleri koparmış Türkiye’den lojistik destek sağlaması, sivilleri koruma gerekçesine dayandırılan Güvenlik Konseyi kararı ve nihayet uluslar arası müdahale aşamaları için zemin yaratabilir.
Ancak silahlı mücadelenin büyümesi ve rejimi sarsacak şekilde etkili olmaya başlaması durumunda kaçınılmaz olarak tırmandırılacak provokasyonlarla Suriye’nin Lübnan’ı da tutuşturacak bir iç savaş yangınına sürüklenmesi son derece muhtemel gözüküyor.
Amerika’nın Suriyeli muhaliflerin “silahlı mücadele” yöntemine, bütün bu sonuçları göz önünde bulundurarak onay verdiğini düşünmemek için hiçbir sebep yok. Hem Suriye’deki tüm muhalifler hem de Şam yönetimi nezdinde saygınlığı olan Mişel Kilo, Fransız haber ajansına verdiği demecinde barışçı gösterilerin azaldığına, silahlı eylemlerin ise arttığına dikkat çekerek iç savaş endişesini dile getiriyor.[7]
Amerika’dan hemen onay alan bu silahlı mücadelenin Suriye’yi iç savaşa götürmesi kaçınılmaz gözüküyor.
Peki bu muhtemel sonuçtan Suriye ile olan ilişkilerini Şam-Tel Aviv dolaylı müzakerelerine arabuluculuk yapmak ve Şam’ı “uluslar arası sisteme kazandırmak” rolü üzerine kuran Türkiye nasıl etkilenebilir?
Ankara’nın, son süreçte Suriye’ye “demokrasi” ve “insan hakları” baskısı yaparak ve İsrail’le kontrollü bir gerginlik sürdürerek bölgede ciddi bir kamu diplomasisi nüfuzu kazandığı doğru; fakat dış destekle ve silahla getirilmeye çalışılan demokrasinin Suriye’de sebep olacağı iç savaşın Türkiye’yi, nasıl etkileyeceğini 2003’te Irak’a getirilen demokrasi tecrübesini hatırlayarak ve onun şu an güneydoğuya nasıl yansıdığını göz önünde tutarak tahmin etmek mümkün.
-----------------------------------
[1] http://www.yakindoguhaber.com/HD9340_ozgur-suriye-ordusundan-sam-yonetimini-hakli-cikaran-aciklama.html
[2] http://www.voanews.com/turkish/news/Suriye-Amerikay--Kkrtclkla-Suclad-130790938.html
[3] http://www.sana.sy/tur/236/2011/09/30/372343.htm
[4] http://siyaset.milliyet.com.tr/erdogan-suriye-ye-ilk-cezayi-kesti-/siyaset/siyasetdetay/22.09.2011/1441752/default.htm
[5] http://www.dha.com.tr/suriyeliler-uluslararasi-koruma-istiyor-son-dakika-haberi_206060.html
[6]http://www.dunyabulteni.net/index.php?aType=haber&ArticleID=176371&q=i%C3%A7+sava%C5%9F
[7]http://www.dunyabulteni.net/index.php?aType=haber&ArticleID=176896&q=i%C3%A7+sava%C5%9F
01 Ekim 2011