Zeynebiye - Ehlibeyt Dünyasının Gündemi | Türkiye Caferileri

Muhalif Dindarlığın Çetin Sınavı

Türkiye?de 12 Eylül askeri darbesinden sonra kurulan yerel rejimin uyumlu ve muhafazakâr dindarlıkla işbirliği içinde inşa edilmesi ile dünyada 11 Eylül darbesinden sonra kurulan küresel rejimin uyumlu ve muhafazakâr Müslümanlıkla işbirliği içinde yol alma stratejisi arasında mahiyet farkı yoktur. 

14 Eylul 2011
Muhalif Dindarlığın Çetin Sınavı

Keza, Türkiye’de 12 Eylül askeri darbesinden sonra sistem dışına çıkmış veya sistem dışında kalmış dindarlığın tehdit tanımına dahil edilmesi ile 11 Eylül darbesinden sonra AB(D) vesayet sisteminin dışında kalmış Müslümanlığın düşman listesine yazılması arasında da fark yoktur.

Bu tasnifi ayırt etmiş zihinler, karşılarına çıkan güncel meseleleri çözümlemekte, muhtelif gelişmelerde doğru ile yanlış tefrik etmekte ve en karmaşık görünen sorunlarda bile hakkı hakikati tek hamlede buluvermekte hiç güçlük çekmiyorlar.

Türkiye’de 2000’li yıllarda yaşanan değişim ve dönüşümü yerli yerine oturtmak için de 12 Eylül askeri darbesiyle kurulan yerel ve 11 Eylül darbesiyle kurulan küresel nizamın gereklilik, koşul, icap ve beklentilerini akılda tutmak lazımdır. Herhangi bir siyasal seçeneğin sözkonusu yerel ve küresel sistemin içinde mi davrandığı, yoksa o sistemlere meydan okuyarak alternatif olanın mı peşinde koştuğunu bildiğimizde gözümüzün önündeki tüm meselelerin içyüzünü kolaylıkla tahmin edebiliriz.

Mesela AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’in, yıllardır “Alevi Suriye yönetimi” ile mesafesiz ilişki içinde bugüne kadar gelindiği halde birdenbire “Alevi Suriye yönetimi”nden bir suçlama olarak sözetmeye başlaması, bununla yetinmeyip CHP liderinin, Suriye’nin yabancı güçler tarafından savaş ve işgalle talan edilmesine itirazını onun da Suriye yönetimindekiler gibi Alevi olmasına bağlaması aslında Suriye’nin AB(D) vesayet sistemine girmeyi reddetmesiyle alakalıdır. Çünkü Suriye’deki “Alevi yönetimi” baskılar karşısında İran’la bağını koparsa, İsrail’le ilişkilerini normalleştirse, Lübnan ve Filistin’in direniş ocakları olmaktan çıkmasına katkı sunsaydı ne “Alevi yönetimi”nden haberdar olacaktık, ne Suriye’deki tek parti rejiminin değişmesi için Türkiye toprakları karargâh yapılacaktı, ne de iktidarın tepesine kadar uzanan savaş lobisi 1998’deki kampanyayı da aşan istek ve hararetle yabancı güçlerin Suriye’yi istilasıyla sonuçlanacak savaşı çağıracaktı. 12 Eylül askeri darbesinin Türk-İslamcı yerel rejimine ve 11 Eylül darbesinin ılımlı İslamcı küresel rejimine bağlı ve de AB(D) vesayet sistemine çıpalı yönetim anlayışının temsilcisi olarak Çelik, ulus-devletin Sünni-Hanefi-Türk kurucu kimliğinin öğelerinden birinin de olsa dışında kaldığından düşman ve tehdit algısına havale edilmiş Aleviliğe dair resmi veya toplumsal refleksin her türlü biçimini harekete geçirmek istiyor.

AK Parti sözcüsü Hüseyin Çelik'in Alevi nefretini bu kadar net ifade etmesi, muhafazakâr saray Sünniliğinin, Ehl-i Beyt’e, muhalif dinî ve siyasi akımlara, ihya ve tecdid hareketlerine karşı asırlardır süren nefretinin güncel biçimidir esasında. Muhafazakâr anlayışın Ehl-i Beyt muhabbetinden veya farklılara karşı hoşgörüden bahsetmesine değil, pratikte ne yaptığına bakmak gerekir. Çelik’in sözleri, psikolojilerin nasıl bir imhaya hazır olduğunun itirafıdır aynı zamanda. Alevilik kadar, Ebu Hanife gibi Ehl-i Beyt Sünniliğinin bugünkü temsilcileri ve muhalif dindarlar da aynı imhanın hedefindedir. Alevilerin yeni Kerbelalar için diş gıcırdatan muhafazakârlara karşı laik devlete yapışmakta haksız olmadıkları anlaşılabiliyor. Çünkü Çelik’in sözleri, bin küsur yıllık tarihten bugüne gölgesi uzayan kâbus ve korku heykelidir!

AK Parti'li Hüseyin Çelik'i dinleyenler, Suriye sokağının intikamının Türkiye sokağında alınmaya hazırlanıldığı izlenimini bile edinmiş olabilirler!

12 Eylül darbesi için şartların olgunlaşmasını beklediklerini alenen söyleyebilmiş generali teşhir edenlerin, Suriye’yi işgal için şartların olgunlaşmasının beklendiğini hiç gizlemeyen AB(D) vesayet rejimine neden sözünün olmadığı, Libya’da NATO bombardımanıyla yetinilmeyip yabancı güçlerin komando timleriyle şehirlerin ele geçirildiği gerçeğine hiç değinmemelerinden çıkarılabilir. Tıpkı Suriye’de sınır bölgelerinde bir iç savaş yaşandığı halde rejimin masum halka katliam uyguladığı söylemi yara almasın diye 4 ay içinde 400’ün üzerinde güvenlik görevlisinin öldürüldüğüne hiç değinmemeleri gibi.

Asıl konuşulması gereken 11 Eylül olayları değil, AB(D) vesayet sisteminin 11 Eylül rejimidir. Çünkü 12 Eylül askeri darbesiyle kurulan “demokrasi” ile 11 Eylül darbesinin dayattığı “demokrasi” birbirinden hiç farklı değildir. Batı sisteminin on yıllardır desteklediği diktatörlüklerde halkın değişim talepleri neden 11 Eylül’ün “demokrasi”si ile sınırlı tutuluyor sanıyoruz? Milli iradeler, AB(D) vesayet sistemine entegrasyon sağlayacak “demokrasi” dışında bağımsız arayışlara yöneldiğinde neden alarmlar çalışmaya başlıyor? Bu yüzden 11 Eylül rejiminden nemalanan liberal İslamcılığın rejim muhafızlığı boyutunda 11 Eylül nizamına sahip çıkması işlevsel, araçsal ve operasyoneldir. AK Parti iktidarını kuşatmış liberal İslamcılık zamane müstevlisidir.

12 Eylül askeri darbesinin kurduğu “demokrasi”, devletin emir-komuta zincirine tâbi siyaset ve toplumsal hayat tesis etmişken, 11 Eylül darbesinin müesses nizamı da BOP ve Yeni Ortadoğu adı altında, nihayet şimdi de Küresel Anti-terör Forumu ile yıkım ve kıyıma devam ediyor.

Zâhiri kimi itirazlara aldanmayacaksak, 12 Eylül askeri darbesinin yerel rejimiyle pek bir sorunu olmayan muhafazakâr dindarlığın, 11 Eylül darbesinin küresel rejimiyle uyumu da başarıyla yürüttüğünü söyleyebiliriz.

Muhafazakâr medyada, bir zamanlar dindarlara karşı yürütülen kara propaganda ve medyatik operasyonların mutfak memurlarınca icra edilen şimdiki 28 Şubatvari yöntemler, hiçbir şeyin hakikatine sadık biçimde görülmemesini sağlıyor. Medya piyasasında ücreti mukabili her duruma, her politikaya, her fikre göre operasyon üreten paralı neferler, 28 Şubat dönemindeki zengin medyatik tecrübeden edindikleri tüm elçabukluklarını, 11 Eylül rejiminin gereklerini eksene alarak ve muhafazakâr dindarlığın görsel duyarlılıklarını tatmin ederek hayata geçiriyor. Bu bakımdan “ordu göreve” lobisinin medyatik insan kaynağında kimlerin bulunduğunu deşifre etmenin memleketi düzlüğe çıkarmaya epey yararı dokunabilir. Çünkü eski Türkiye'de dindar avını en iyi yapmanın övgüsü için koşturan operasyoncu gazeteciler, şu anda yeni Türkiye'de laik ya da dindar muhaliflerin avlanması için koşturuyor. İşte böyle bir zamanda, hiçbir politik taahhüde girmeksizin, ilkesel olarak barışın sözünü dile getiren Muhammed Cihad Saatçioğlu’nu şeytanlaştırıp zindanı hakettiği algısını oluşturabildiler. 28 Şubat döneminde başörtüsü mücadelesinin ön safında dimdik durmuş annesine yaşatılan mağduriyet ve zulüm, 28 Şubat’ın mağdurlarının iktidarında Gazze ve diğer zulüm coğrafyalarında ön safta dimdik duran oğlu Muhammed Cihad’a yaşatılıyor.

Muhalif ve mutezil dindarlık için çetin bir sınav dönemidir bu; sadece hakikate sadakati olan ihya, tecdid ve ıslah gayretinin erleri için fetret ve mihnet zamanlarıdır.

Kenan Çamurcu
 

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.