BMGK’dan kararın çıkması sürecinde Rusya ve Çin veto hakkını kullanmazken operasyonun başlamasıyla birlikte tepkilerini artırmışlardır. Keza Arap Birliği de BMGK kararına öncülük etmesine ve Uçuşa Yasak Bölge (UYB) uygulamasını desteklediğini ilan etmesine rağmen, askeri harekatın başlaması ve sivil kayıpların yaşanmasıyla birlikte tavrını değiştirmeye başlamıştır. Şu ana kadar yaşanan olaylar ve açıklamalar bağlamında Libya’daki durumun nereye gideceği sorusu hala açık değildir. Bunun en önemli nedeni, BM kararını çıkartarak uluslararası meşruiyet sağlamış olan “müttefik kuvvetler”in operasyonun nihai hedefi konusunda net bir tutum içinde olmamasıdır.
Başlangıçtan beri açıklanan hedeflerin başında “ateşkesin sağlanması”, “insani yardımların sağlanabilecek hale gelmesi” ve “Libya halkının güvenliğinin sağlanması” bulunmaktadır. Bununla birlikte, operasyonun açıklanmayan, hatta başta ABD olmak üzere bazı kaynaklarca reddedilen boyutu Lidya lideri Muammer Kaddafi’nin devrilmesidir. BMGK kararında Kaddafi’nin devrilmesine yönelik açık bir ifade bulunmamaktadır. Zaten, bu tür bir ifade ya da yaklaşım açıkla belirtilmiş olsaydı, BMGK’dan bu şekilde bir kararın çıkartılması mümkün olmayabilirdi. Fakat, 1973 sayılı kararın “Sivillerin Korunması” başlığı altındaki 4. maddede yer alan sivillerin korunmasının sağlanması için tüm gerekli önlemlerin alınması ifadesindeki muğlaklık, önümüzdeki dönemde “zorlama” yorumların yapılmasını beraberinde getirip ortamı karıştırabilecektir. Aynı maddede Libya’nın herhangi bir bölgesinde herhangi bir yabancı işgal gücünün varlığını dışlarken, sivillerin her türlü önlem alınarak nasıl korunacağı konusuna açıklık getirmemektedir. Açıkçası, gerek BM kararından, gerek ABD ve Fransa başta olmak üzere askeri harekatın asıl sorumluluğunu üstlenen ülkelerin açıklamalarından gerekse operasyonun yürütülmesi sırasındaki hedef tespiti ve akınlardan anlaşıldığı kadarıyla Libya’ya yönelik operasyonu yürüten ülkeler ve destekçileri, Kaddafi’nin devrilmesini hedeflemekte, fakat bunu nasıl yapacakları konusunda henüz net bir tablo çizememektedirler.
Ortadoğu’da daha önce yaşanmış deneyimler gerek UYB uygulamasının gerekse salt hava harekatlarının lider ya da rejim değişikliği konusunda yeterli olmadığını göstermiştir. 1990’lardan itibaren özellikle Irak ve Afganistan örnekleri ve bu ülkelere yönelik askeri müdahalelerde yaşanan gelişmeler dikkate alındığında yapılan değerlendirmeler, havadan yapılan operasyonların hedefteki rejim ya da kişinin hareket kabiliyetini sınırlamasına rağmen ortadan kaldırılamayacağını ortaya koymuştur. Özellikle, 1991’de Irak’ın Kuveyt’ten çıkarılmasının ertesinde yaşanan olaylar UYB’nin, bu tür liderleri deviremeyeceğini, hatta ömrünü uzatabileceğini göstermiştir. Bu nedenle, 2000li yılların başında yaşanan Afganistan ve Irak olaylarında ABD ya askeri müdahalede bulunduğu ülkede bulunan silahlı muhalefetin desteğini almış ya da doğrudan kara güçleri kullanmıştır. Libya örneğinde ikinci seçenek şu ana kadar kesin bir dille reddedilmiştir. Birinci seçenek ise Libya’daki muhalif güçlerin zayıflığı nedeniyle başarıya ulaşması zayıf bir yoldur. Bu noktada karşılaşılan temel soru şudur: Eğer Kaddafi rejiminin ya da Kaddafi’nin kendisinin devrilmesi amaçlanıyorsa, bunun yolu veya yöntemi nasıl olacaktır? Dışarıdan müdahaleyle liderlerin devrilmesine ilişkin örnekler dikkate alındığında genel olarak 5 temel durumun ortaya çıktığı görülmektedir.
Birinci durum, harekatı düzenleyenlerin hava operasyonları sırasında görev tanımlarının dışına taşarak ya da “görevlerini geniş yorumlayarak” hedeflerini genişletmeleri ve sözkonusu lideri doğrudan hedef almasıdır. Bu durum Libya örneğinde Muammer Kaddafi’nin doğrudan hedef alındığı ve öldürülmeye çalışıldığı bir senaryodur. Her ne kadar ABD ordu yetkilileri Kaddafi’nin hedef olmadığını söyleseler de 2 gün içindeki bombalamalar sırasında Kaddafi’nin sarayının hedef alınması aslında böyle bir olasılılığın kategori dışı olmadığını göstermektedir.
İkinci durum, hava operasyonunun lideri ve liderliği hedef aldığına inanan ve bu nedenle bir sonraki aşamanın bir kara operasyonu olacağına, bu süreçte de kendilerinin de hedef alınabileceğine ve sistem dışı kalacağına inanan halihazırdaki rejim yandaşlarının kendi liderlerini devirmeleridir. Yani, bugüne kadar çeşitli nedenlerle Kaddafi’ye destek olan grupların dış müdahalenin başlaması ve ilerleyeceğini de görmeleriyle birlikte tavır değişikliğine gitmeleridir. Bu tür durumlar genellikle bir darbe ya da lider değişikliği senaryosunu beraberinde getirebilir. Göreli olarak, daha az masraflı ve askeri harekat sürecini uzatmayan bir olasılık olduğundan dış müdahaleyi gerçekleştirenler açısından tercih edilen bir yöntem olmasına rağmen bu yöntem genellikle başarılı olmamaktadır. Eğer mevcut rejim ve lider yandaşları, liderleriyle birlikte kendilerinin de sonunun geleceğine inanırlarsa o zaman liderlerinin yanında kalmayı tercih etmektedir. Bu ise olası çatışma durumlarını uzatmaktadır. Ancak, eğer rejim ve lider yandaşları, liderleri devrildikten sonra bazı tavizler vererek yeni kurulan sistemde kendilerine yeni bir yer bulabileceklerine inanırlarsa o zaman lideri içeriden devirmek için ellerindeki imkanları kullanmaktadırlar. Sonuç olarak, bu tür bir olasılığın ortaya çıkması harekatın lideri kesinlikle devirecek bir hale dönüşmesi ve sonrasında kurulacak olan sistemin neye benzeyeceği konusunda rejim destekçilerinin ikna edilmesiyle ilişkilidir.
Üçüncü durum, hava operasyonunun sahadaki muhalifler tarafından karadan desteklenerek, rejim ve liderin devrilmesidir. Libya örneğinde, bu durumun göreli olarak zor olduğu söylenebilir. Çünkü, her ne kadar, isyanın ilk döneminde Kaddafi güçleri pek çok aşiretin bir araya gelmesiyle oluşan bu muhalif güçlere karşı mevzilerini kaybetmişlerse de kısa süre içinde elde ettikleri yerleri geri almıştır. Bunun en önemli nedeni, düzenli ordu ve ağır silahları olan Kaddafi rejimine karşı bazı yerleri ele geçirebilseler dahi onları koruyacak güçte olmamalarıdır. Şu ana kadar dağınık bir tablo çizen ve Kaddafi sonrası oluşabilecek siyasal yapı konusunda ortak bir anlayışa sahip olmayan bu muhalif güçlerin yeniden Trablus’a doğru harekete geçip, rejimi devirmesi şansı pek güçlü değildir. Böyle bir isteğe sahip olsalar bile güçlerinin yetip yetmeyeceği büyük bir soru işaretidir. Elbette, şu anda hava operasyonunu yürüten güçler, bu tür bir senaryoyu uygulamaya koymak istemeleri halinde, daha önce Ortadoğu’da başka ülkelerde olduğu gibi özel kuvvetlerini bölgeye göndererek doğrudan ve dolaylı destek vereceklerdir. Nitekim, geçtiğimiz günlerde Irak’ta bazı İngiliz Özel Kuvvetleri mensuplarının yakalanması bunun işareti olarak sayılabilir. Bu olasılık bu nedenle yabana atılmamalıdır.
Dördüncü durum, hava operasyonunu bir kara operasyonun takip etmesi ve gelişmelerin doğrudan bir müdahaleye dönüşmesidir. Libya’da bugüne kadar böyle bir olasılık görünmemektedir. BMGK 1973 sayılı kararı açıkça bu olasılığı dışlamaktadır. Ayrıca göründüğü kadarıyla, hava operasyonunu yürüten ülkelerin doğrudan bir işgale yönelik açık bir hazırlıkları da yoktur.
Beşinci durum ise hava operasyonun belli bir süre devam etmesi, ancak ne doğrudan ne de dolaylı yollardan rejim değişikliğine kalkışılmamasıdır. Bu tür durumlarda, UYB uygulaması bir süre sonra karadan geçişe de yasak bir bölgeye dönüştürülebilir. Ülkenin özellikle muhaliflerin yaşadığı kesimlerinde Libya ordusunun herhangi bir hareketini ateşkesi ihlal etmek olarak kabul edecek bir durumun yaratılmasıyla birlikte ülkede devletin egemenliği üzerine fiilen bir engel konulabilir. Bu tür bir sürecin sonu, uçuşa yasak bölge ya da karadan geçişe yasak bölge olan alanların ne kadar uzun süreyle, ne ölçüde aktif denetlenebildiği ve bunun meşruiyetinin sağlanıp sağlanamadığıyla ilişkili olmaktadır. Libya’da bu durumun gerçekleşmesi halinde, ülkenin bir süre daha hava operasyonuna maruz kalacağı, bu süre zarfında herhangi bir rejim ya da lider değişikliği olmaması halinde belli bir alanda uçuşa ve belki de karadan geçişe yasak bölgelerin oluşturulması durumu yaşanabilir. Bu durumda, ne Kaddafi rejimi ne muhalifleri ilerleyemeyeceğinden ülkenin fiili olarak iki ana bölgeye bölünebileceği, uzun süreli bir gerginlik ortamına dönüşebilir. Bu olasılığın en kritik boyutu, Arap Birliği’nin takınacağı tavır olacaktır. Çünkü, Batı korumasında oluşacak yeni bir siyasi yapıya tanınırlık ve meşruiyet sağlanmasında BM kadar hatta daha önemli olan rolü bu örgütün oynayacağı düşünülebilir.
Görüldüğü gibi Libya’daki durum, operasyonun amaçları ve araçları arasındaki ilişki çerçevesinde gelişecektir. Önümüzdeki dönemde yaşanabilecek gelişmeler yukarıda kabaca sınırları çizilmiş olan 5 ana durumundan birisi çerçevesinde şekillenecek olsa da hangi senaryonun gerçekleşeceği büyük bir olasılıkla aşağıdaki 3 olguya bağlı olarak şekillenebilir:
1. ABD, Fransa, İngiltere ve müttefiklerinin Kaddafi’yi devirmek için ne kadar ciddi olduğu, bunun için ne kadar büyüklükte bir maddi ve manevi maliyeti karşılayabileceği ve bunun için Libya’daki tarafları ikna edip edemeyeceği.
2. Kaddafi’ye destek veren grupların tehdit-çıkar değerlendirmesi ve bunun sonucunda rejime ve lidere olan desteklerini devam ettirip ettirmeyeceği.
3. Askeri harekatın ne kadar süreceği, hedeflerin ne ölçüde genişleyeceği ve hangi araçların kullanacağı. (Hava operasyonu uzadıkça, sivil kaybı çoğaldıkça ve kara operasyonu olmayacağı beklentisi arttıkça Kaddafi’nin devrilmesi muhtemelen güçleşecektir.)
4. Askeri harekata verilen uluslararası desteğin ne kadar süreceği, tepkilerin ne boyutlara ulaşabileceği.
Bu nedenle operasyonun ilerleyen safhalarında yaşanacak olan gelişmeler yukarıdaki olgular ve senaryolar etrafında ele alınarak güncellenmeye çalışılacaktır.
Yrd. Doç. Dr. Serhat ERKMEN, ORSAM Ortadoğu Danışmanı, Ahi Evran Üniversitesi U.İ.B. Başkanı