Hüsnü Mahli Akşam Gazatesi'ndeki bugünkü yazısında Lübnan seçimlerini değerlendirdi.
Lübnan'da seçim
Pazar günü Lübnan'da seçim vardı. Kamuoyu yoklamalarının beklentilerinin tersine seçimi şu anda iktidarda olan Saad Hariri ve yandaşları kazandı. Ama 128 kişilik Meclis'te durum değişmedi. İktidar partileri (Hariri'nin partisi Al-Mustakbal, Hıristiyan Maruni, Dürzi, Ermeni ve Sünnilerin bir kısmı) 71, muhalefet (Nasrallah liderliğindeki Şii Hizbullah, Sünni, Hıristiyan Maruni, Ermeni, Dürzi kesimlerin bir kısmı) de 57 sandalyesini korudu.
Başını Hizbullah'ın çektiği muhalefet kazanmış olsaydı Lübnan'da ve dolayısıyla bölgede çok şey değişebilirdi. Ama bu olmayınca Lübnan seçimlerinin çok fazla önemi kalmadı.
İşte bu nedenle dengelerin değişmesine karşı olanlar Hariri ve yandaşlarının kazanması için ellerinden gelen her şeyi yaptı.
Suudi Arabistan, ABD, Fransa, genel olarak Batı ve İsrail'in dolaylı desteklediği Hariri ekibine herkes yardım etti.
Seçimden bir hafta önce ABD Başkan Yardımcısı Biden, Beyrut'a gelerek Hariri'ye destek verdiklerini ilan etti ve 'Hizbullah kazanırsa Amerikan mali yardımlarını keseriz' türünden tehditler savurdu. Ekonomik ve mali kriz içinde olan Lübnanlılar doğal olarak bu tehditlerden etkilendi. İsrailli bakanlar ise seçim günü 'Hizbullah kazanırsa Lübnan İran sömürgesi olur ve biz buna sessiz kalmayız' türünden açıklamalar yaparak Lübnanlıları korkutmaya çalıştı.
İsrail birlikleri ise Lübnan sınırında tatbikat yapıyordu. Suudi Arabistan da yüz milyonlarca dolar yardımda bulunarak Lübnanlı seçmenleri dünyanın dört bir yanından taşımak için yüzlerce uçak kiraladı. Suudi parası ayrıca Lübnan içinde binlerce seçmenin oyunu satın almak için harcandı.
Peki şimdi ne olacak?
Hariri ve yandaşları hükümeti kurarak devam edecek. Ama Lübnan'da işler yine karışık kalacak. Bunun nedeni de Batı'nın bu ülke ile ilgili planları. Bu planlar Lübnan'ın bağımsızlığına kavuştuğu 1943 yılından itibaren uygulamaya konulmuştu. Hıristiyan ve Dürzilerin başta Fransa olmak üzere Batılı ülkeler tarafından sürekli Osmanlı'ya karşı kışkırtıldığı bu ülke Osmanlı'nın bölgeden çekilmesinden (1918) sonra Fransız sömürgesi olmuştu.
1943 yılında buradan ayrılan Fransa, iktidarın paylaşılması ile ilgili çok garip bir sistem oluşturarak bugünün tüm hastalıklarının tohumlarını attı. O günkü koşullarda çoğunluk olan Hıristiyan Maruniler'e Cumhurbaşkanlığı ile Genelkurmay başkanlığı verildi. Başbakanlık Sünnilere, Meclis Başkanlığı ise Şiilere bırakıldı. Hükümet ve devlet içindeki tüm görevler bu şekilde paylaştırıldı. Bugün bile uygulanan bu paylaşım denklemi Lübnan'da işlerin karışık kalmasına yol açıyor. Örneğin 2005 seçim sonuçlarına göre seçmenlerin % 22'si Hıristiyan Maruni olmasına karşın Meclis'te Marunilere 34 sandalye tahsis ediliyor. 27'şer sandalye ile yetinen Şii ve Sünnilerin seçmen oranı %28 ve % 27.
Diğer sandalyeler Dürzi, Alevi, Ermeni ve farklı din ile mezhepteki gruplara veriliyor.
İşte böylesi garip bir yapılanma ile yönetilen Lübnan bağımsızlığından bu yana hiç istikrar yaşamadı.
1950'li yılların başından itibaren kargaşa yaşamaya başlayan Lübnan 1958'de ilk Amerikan-Fransız müdahalesine maruz kaldı.
Suriye sınırına mayın döşeyen ABD, İncirlik'ten kaldırdığı uçaklarla bu ülkeye asker indirerek Hıristiyanlara destek verdi ve kendi yandaşı Marunilerin iktidarda kalmasını sağladı.
1975'te ise İsrail'in bir provokasyonu ile iç savaşın kanlı girdabına giren Lübnan savaşın bittiği 1990'a kadar 200 bin insanını kaybetti. Bu arada İsrail ordusu Beyrut'a kadar gelerek ülkenin tüm güney bölgesini işgal etti. Faşist Hıristiyanların desteğindeki Şaron askerleri 16 Eylül 1982'de Sabra ve Şatilla kamplarını basarak 3500 Filistinli'yi hunharca öldürdü. Peşinden de Amerikan ve Fransız birlikleri İsrail ve Hıristiyanlara destek vermek amacıyla Beyrut ile çevresine çıkarma ve havadan indirme yaptı.
Ulusal güçlerin ve Filistinli gerillaların direnişi ile karşılaşan İsrail, ABD ve Fransız güçleri bir süre sonra çekildi ama İsrail ordusu Lübnan'ın güneyini 2000 yılına kadar işgal altında tuttu. İç savaş ise Suriye ordusunun Arap Birliği'nin kararı ile Lübnan'a girmesi ile son buldu. Ama bu ülkede istikrar bir türlü gerçekleşmedi.
İsrail ajanlarının cirit attığı Lübnan'da suikastlar, patlamalar ve ölümler eksik olmadı.
Eski Başbakan Hariri'nin Mart 2005'te öldürülmesi ise bu cinayetlerin en sonuncusu değildi. O tarihten sonra ülkede 15'i aşkın politikacı, gazeteci, aydın öldürüldü. Son üç ayda İsrail lehine casusluk yapan 34 kişi yakalandı. Bunlardan biri ise Lübnan ordusunda çok önemli bir yerde görev yapan albay rütbesinde bir kişi.
1600 kişinin öldüğü Temmuz 2006 İsrail saldırısı ile yeni bir dönemin eşiğine giren Lübnan, pazar seçimlerinden sonra aynı konuları tartışmayı sürdürecektir.
Bu konuların başında da Hizbullah'ın elindeki silahlar ve Hariri suikastı ile ilgili uluslararası muhakemenin süreç ve sonucu.
ABD ve İsrail için önemli olan Hizbullah silahları.
İran'a saldırmayı gündeminden düşürmeyen İsrail; menzili 300 kilometre olan 30 bin füzeye sahip Hizbullah'ın karşı saldırıya geçebileceğinden korkuyor.
2006'da Hizbullah'tan silahlarını almak için Lübnan'a uluslararası güç gönderen ABD ve müttefikleri bunu beceremeyince şimdi de Hariri ve müttefiklerinin tekrar hükümet olmasını fırsat bilerek bu konuyu gündeme getirecek ve bu ülkeyi yeniden karıştırmaya çalışacaktır.
Bakalım 'barışsever' Obama ne yapacak?