Zeynebiye - Ehlibeyt Dünyasının Gündemi | Türkiye Caferileri

Yeni Baştan... Hz. Ali!

Sabah Gazetesi yazarı Haşmet Babaoğlu, Başbakan Erdoğan'ın Necef ziyaretinin hissettirdiklerini köşesinde paylaştı. 

01 Nisan 2011
Yeni Baştan... Hz. Ali!

Biliyorsunuz, Başbakan Necef'teki Hz. Ali'nin olduğuna inanılan türbeyi ziyaret etti.
Tabii medyanın haberi veriş biçimi tarihi gerçekler ve dini bilgi açısından eksiklerle doluydu.
Yine de bu ziyaretin zamanlamasının müşiş anlamlı ve doğru olduğunu kabul etmeliyiz.
Malum, Ortadoğu'daki her siyasal başkaldırı rüzgârı bir taraftan da Şii-Sünni çatışmasına yol açma riski taşıyor.
Erdoğan'ın Necef ziyareti bu bakımdan bölge için daha önce eşi görülmemiş bir "barış ve empati" mesajı içeriyor.

***

Keşke, diyorum, bu ziyaret bir kapı açsa...
Keşke İslam dünyası şöyle bir sarsılsa da...
Siyasal iktidarların ve petrolün kibirinden yüz çevirip Hz. Ali'ye doğru bakmaya başlasa!
Çünkü...
Mezhep merceğinden ve bütün efsanelerden uzak durarak...
Hz. Ali'yi bir insan, bir iman adamı ve bir lider olarak en baştan öğrenip kavramanın...
Onun "fark"ını anlamanın...
Ona duyduğumuz ihtiyacı idrak etmemizin...
Tam zamanıdır!
Ne yazık ki, adını çok ansak da...
Anısı hâlâ yalnız!
Artık anlamalıyız ki...
Ne çileci ayinlerle yaşatabiliriz onun anısını, ne de bölük bölük ayrılarak paylaşabiliriz manevi mirasını!

***

Ali Şeriati ömrü boyunca Şia'nın "coşkun ve kederli Ali sevgisi"nin onu gerçekten tanımayı önlediğini anlatmıştı.
Artık Sünniler de şunu kabul etmeli ki, uzaktan uzağa "sevgi ve saygı duymak" onu anlamaya yetmiyor!
Neden yalnızdı?
Neden "orta yol"cuydu?
Ölümü pahasına da olsa, kendisini sevenlerin tezahüratına "yenilmemeyi" nasıl başarmıştı?
Neden kılıcı bu kadar kuvvetliyken "Allah'ım, bizim de, düşmanlarımızın canlarını da koru, bizi uzlaştır" diye dua ediyordu?
Buralardan başlamalı...

Haşmet Babaoğlu yıllar önce Büyük Yalnız başlıklı yazısıyla yine İmam Ali'yi anlatmıştı:

Bugün size yalnız bir adamdan, tarihin büyük yalnızından söz etmek istiyorum. Yalnızdı. Kalabalıklar içinde, çok sevilirken bile yalnızdı. Bugün de anısının bir yanı hâlâ yalnız...

Bugün size yalnız bir adamdan, tarihin büyük yalnızından söz etmek istiyorum.

Yalnızdı.

Kalabalıklar içinde, çok sevilirken bile yalnızdı.

Bugün de anısının bir yanı hâlâ yalnız...

Çağlar boyu adının anılıyor olması bu yalnızlığı dindiremiyor...

Ta o günden bugüne bir "bölüğün" sadece onun yolundan gittiğini söylemekte ısrarlı oluşu, zamanında "Andolsun ki, sözünüze inanmadan sabahladım; yardımınızı ummadım, düşmanı sizinle korkutmadım" diye haykırışını unutturamıyor...

Hayır, hayır... Bazen aynı şeye inanmak, aynı yola baş koymak insanları birbirine gerçekten "yakın" kılmaya yetmiyor.

O öyle bir biçimde inanmıştı ki, yapayalnızdı...


"Azim ve irade sahibi kırk kişi bulsaydım hakkımı dilerdim" demişti.

Bulamamıştı.

Kırk kişi...

Binlerce seveni vardı, binlerce sayanı vardı; yüz süreni, omuz vereni vardı. Ama yanında onun gibi saf tutacak kırk kişi bulamamıştı, öyle yalnızdı.

Elbette yalnızlığı, hayatın önüne getirip koyduğu sorumluluklar karşısında sızlanan, mızmızlanan bir yalnızlık değildi.

Onunki dünyaya efendi olmanın getirdiği "kopuş"tu...

Hani Nietzsche diyor ya, "En ıssız çölde, ruh biçim değiştirir, aslan olur."

O da bir bakıma hem içindeki çölden, hem de kalabalıkların çölünden geçmiş, aslan olmuştu...

Evine biat etmek, ona bağlılıklarını sunmak için insanlar hücum ettiğinde küçük çocuklarının ezilmekten zor kurtulduğu o hengâmeyi şöyle anlatmıştı bir keresinde: "Halkın etrafıma, sırtlanın boynundaki kıllar gibi üşüşmesi kadar beni ezen bir şey olmadı şu hayatımda..."

En kutlu kişi dünyadan ayrıldığında öteki güçlüler iktidar kavgası yaparken o, sevdiğinin naaşını yıkadı. O sırada "Başkasından ayrılsak teselli bulurduk, senden ayrılışa teselli yok" diye gözyaşı dökerken aslında kendi yalnızlığının örgüsünü örüyordu yavaş yavaş...

O sırada dışardaki kızışan iktidar kavgasına dönüp bakmış ve hüzne kapılmıştı: "Bir sudur ki kokmuş; bir lokmadır ki yiyenin boğazında kalmış, kursağına oturmuş... Bir şey söylesem derler ki baş olmaya hırsı var, sussam derler ki ölümden korkar."


Gözleri sadece bakmazdı onun, görürdü. Kalbi çarpmazdı sadece, hissederdi.

Bu yüzden insanın çağlar aşırı gerçeğini kavramakta hiç güçlük çekmemişti: "Siz Allah'ın ahitlerinin bozulduğunu görüyorsunuz da kızmıyorsunuz; fakat babalarınızın ahitlerinin bozulmasından öfkeleniyorsunuz..."

İşte bu yüzden hâlâ anısı da yalnız...

Çünkü hâlâ yeryüzü aynı bağların kölesi olanlarca kana boğuluyor. Hâlâ babalar ne derse öyle oluyor...


Kırgındı...

Ama hiç gücenmemişti.

Hınç hiç yanına yaklaşmamıştı.

Kırılan hayallerinden düşmanlarına değil, hep kendine pay çıkardı.

"Semerin sırtına, yuların boynuna ey dünya; senin tırnaklarından kurtuldum, yollarından çekildim ben" demekten çekinmemişti.

Peki, hiç mi isyan etmemişti?

Galiba bir gün...

"Bir dağ bile beni sevse musibete uğrar" dediği gün...

Savaşçıydı.

Kılıcıyla tanınırdı.

Ama bütün yiğitler gibi yalnız savaşçıydı.

Savaşta şöyle dua edilmesini isterdi: "Allah'ım, onların da canlarını koru, bizim de. Aramızı uzlaştır."

Sevilmekten başı dönmeyecek kadar yüce ve bilge olmak zordur, çok zordur.

Ama o böyleydi ve o yüzden sevilmeye karşı bile uyanık olmaya çağırmıştı insanları: "Yakındır, benim yüzümden iki bölük helak olur gider:

Bir bölüğü beni fazlasıyla sevendir, sevgi gerçek olmayan inanca yürütür onu; öbürü bana buğuz edendir, gerçek olmayan yola salar onu."


İnsan bir yerden başlayıp onu anlatmaya girişince yine onun tarafından durduruluyor. Çünkü demiş ki bir gün kendisini övene: "Ben dediğinden aşağıyım, gönlünde gizlediğinden yukarıdayım."

O yüzden burada duruyorum.

Zaten tarih de susuyor.

Adının sık anılıp sık çağırılması, sadeliğinden uzak biçimde çileci gösteriler yapılması onun anısının bütün sıcaklığıyla katılmasına yetmiyor...

O unutmayın ki... Bir yanlışla galip gelmektense, doğrulara sırtını vererek uzun bir mağlubiyetin kapısını açmaktan çekinmemiş, bu uğurda şehit olmuştu.

O, Hz. Ali...

Ali Bin Ebu Talip... Büyük yalnız...

Haşmet BABAOĞLU

(Not: Dün, yani 16 Kasım günü Hz. Ali'nin şehit oluşunun hicri takvime göre 1384. yıldönümüydü. O vesileyle yine aynı adla yıllar önce Yeni Yüzyıl Gazetesi'nde çıkan bir yazımı yeniden değerlendirip köşeme almayı tercih ettim. Yazıda yer alan Hz. Ali'nin sözleri Nehc-ül Belaga'nın Gölpınarlı tarafından yapılmış çevirisindendir.)

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.