Tarihçilerin çoğunluğunun yazdığına göre, Peygamber Hz. Ali’yi isteyerek antlaşmayı aşağıdaki şekilde şerh etmeyi emretti.
Peygamber Emir–el Müminine: “Bismillahirrahmenirrahim” yaz diye emretti ve Ali (a.s) da öyle yazdı. Suheyl dedi ki,“Ben bu cümleden bir şey anlamıyorum. Rahman ve rahim kim, tanımıyorum. Onun yerine “Bismike Allahumme” yani (Tanrı adıyla) diye yaz.” Peygamber Suheyl’in dediğini kabul ederek öyle yazılmasını emretti. Hz. Ali’de denileni yazdı. Bilahere de Peygamber Hz. Ali’ye: “Bu Allah’ın Peygamberi Muhammed ile Kureyş temsilcisi Suheyl ile imzaladığı bir antlaşmadır.” diye yazmasını emretti. Suheyl dedi ki:“Bizler senin risalet ve nübuvvetini resmi olarak tanımıyoruz. Zira eğer bizler senin risaletini tanımış olsaydık, hiçbir zaman seninle savaşmaya kalkışmazdık. Sadece kendi adını ve babanın adını yazabilirsin. Aynı zamanda bu lakabını da antlaşma metninden çıkarmalısın.”
Ama öte taraftan bazı Müslümanlar, Peygamberin Suheyl’in arzularına bu derece teslim olmasına razı değilllerdi. Fakat Peygamber birtakım maslahatları -ki sonradan teşrih edilecektir- gözönünde bulundurduğundan dolayı, Suheyl’in bu isteğini de kabul etti. Ardından da Hz. Ali’ye emrederek metindeki Resulullah lafzını çıkarmasını emretti. Bu lahzada Hz. Ali edep dolu sözlerle şöyle arz etti: “Ben böyle bir şeye, mübarek isminizin yanından risalet ve nübüvvetinizi silmeye cesaret edemem." Peygamber de kendi mübarek elleriyle silmesi için, Ali’den kendi parmağını mezkur lafzın üzerine bırakmasını istedi. Ali’de Peygamberin parmağını o lafzın üzerine götürdü. Peygamber “Resulullah” lakabını sildi.
İslamın büyük önderinin bu antlaşmayı imzalaması için kendisine gösterdiği barışseverlik ve müsamaha gerçekten de dünya tarihinde eşi görülmemiş bir şeydi. Zira o maddi fikirlerin ve nefsani ihsasatların ipoteğinde olan bir şahıs değildi. Bineanaleyh O, hakikat ve doğruların yazmak veya silmek ile değişmeyeceğini çok iyi biliyordu. Barış ve selamet payelerinin korunması için, Süheyl’in bütün bu zorluk çabalarına rağmen, o daima barış kapısından girmeyi tercih etmiş ve onun dediklerini kabul etmiştir.
Tarih tekerrür ediyor
Peygamber mektebinin mümtaz öğrencisi olan Hz. Ali (a.s) da gelecekte aynı müşkülatla karşılaşacaktı. Zira o gerçekten de nefsi nebevinin ikinci nüshası olması hasebiyle birçok merhalede onunla uyum içerisindeydi. Emir–ül Müminini, “Resulullah” lafzını silmekten imtina ettiği bir lahzada, Resul–i Ekrem (s.a.v) kendisiyle kamilen benzerlik içerisinde olan amcası oğlu Ali (a.s)‘a dönerek onun geleceği hakkında şöyle haber verdi: “Ali, bu grubun evlatları da seni bu işin bir benzerini yapmaya davet edeceklerdir. O zaman sen de Kemla–i Mazlumiyet ile bu işi kabul edeceksin.”
Bu hadise Siffin savaşına kadar daima Ali (a.s)‘ın hatıralarında yaşıyordu. Emir–ül Müminin Ali (a.s)’ın saf taraftarları Şam askerlerinin vücuda getirdiği sahtekar tezahürlerin etkisi altında kalarak ki, Muaviye ve Amr As komutasında Hz. Ali ile savaşıyorlardı. Hz. Ali (a.s)’yi onlarla sulh etmeye zorladılar. Sulh ve kararnamenin yazılması için bir encüman taşkil edildi. Emir–ül Mümininin memuru Ubeydullah b. Ebi Rafi özel sulh nameyi şu mezmunda yazmakla memur kılındı: “Bu Müminlerin emiri Ali’nin “Bu sırada Muaviye’nin resimi temsilcisi Amr b. As ve Şam askerleri Hz. Ali’ye dönerek şöyle dediler: “Ali’nin ve babasının adını yaz. Zira eğer bizler onu Emir–ül Müminin olarak tanısaydık hiçbir zaman onunla savaşmazdık.” Bu konuda birçok konuşma yapıldı. Emir–ül Müminini, hiçbir zaman kendi saf taraftarlarının eline yeniden bahane bulma fırsatını vermezdi. Bir müddet taraftarlarca vücuda getirilen keşmekeşlik sonrası kendi komutanlarından birinin ısrarıyla Emir–el Müminin’in lafzını silmesine kabul gösterdi.
Sonra da şöyle buyurdu: “Allahu Ekber bu sünnet Peygamberin sünnetiyle mutabık düşmektedir.” Ardından da Hudeybiye destanının ve Peygamberin hatırlatmasını halk için teşrih etti.
Anlaşmanın maddeleri:
1–Kureyş ve Müslümanlar, on yıl boyunca birbirlerinin aleyhinde tecavüz ve saldırıda bulunamayacaklarına taahhüdde bulunuyorlardı ki, Arabistan'ın bütün bölgelerinde genel anlamda toplumsal barış ve huzur sağlansın.
2–Eğer Kureyş efradından birisi büyüğünün izni olmaksızın Mekke’den firar eder de İslam’a girer veya Müslümanlara ilhak ederse, Muhammed (s.a.v) onu Mekke’ye göndermek zorundaydı. Ama öte yandan Müslümanlardan birisi Kureyş’e firar edecek olursa hiçbir surette Müslümanlara geri verilmeyecekti.
3–Müslümanlar ve Kureyş, istedikleri her kabile ile antlaşma yapmaya yetkili idiler.
4–Muhammed ve ashap, bu yıl bulundukları noktadan Medine’ye geri döneceklerdi. Ama gelecek yıl serbest bir şekilde Mekke’ye sefer edebilecekler ve gönül hoşluğu içinde Allah’ın evini ziyaret edeceklerdi. Fakat şu şartla ki, Mekke’de üç günden fazla kalmayacaklardı. Aynı zamanda sefer silahları olan şu kılıçlarının dışında yanlarına hiçbir silah almayacaklardı.
5–Mekke’de yaşayan Müslümanlar, bundan böyle kendi dini ibadetlerini yerine getirmede özgür bırakılıyorlardı. Bundan böyle Kureyş, hiçbir şekilde onlara baskı yapmayacak onları kendi dinlerinden döndürmeye çalışmayacak ve hakeza dinlerini alaya almayacaklardı.
6–İmza eden taraflar, birbirlerinin malını muhterem sayacaklarına taahhüdde bulunuyorlardı. Hile ve düzenciliği terk edecek, birbirlerine nisbeten hiçbir şekilde kin beslemeyeceklerdi.
7–Medine’den Mekke’ye gelen Müslümanların dokunulmazlığı olacaktı.
Bu Hudeybiye barış antlaşmasının metnidir ki, bizler onu muhtelif ve değişik kaynaklardan topladık. Onlardan bazılarına da dipnot olarak işaret ettik. Kararname, zikredilen maddeler iki ayrı nüshada tanzim edildi.
İslam'dan ve Kureyşten bir gurup şahsiyetin şahadette bulunması sonra da bir nüshası Suheyl’e ve diğer bir nüshası da Paygambere takdim edildi.
Bu antlaşmanın ardından yükselen özgürlük sesi, garazı olmayan herkesin kulağına ilişiyordu. Bu antlaşmada alınan kararlar, bütünüyle mükemmel olmasına rağmen, o gün bir gurup insanın öfkelenmesine ve katılaşmasına sebep olan ikinci madde daha hassas ve dikkate değer idi. Peygamberin ashabı bu özel muameleden oldukça rahatsız olmuşlardı. İslam Peygamberi gibi bir önderin aldığı kararlara söylenmemesi gereken laflar sarf ettiler. Bu madde yanan bir meşale gibi daha da parlıyordu. Bizlere Peygamberin İslamı yaymak ve tebliğ etmekte, düşünce tarzını anlatmaktadır. Meselenin zahirinden de Peygamberin özgürlük ve hürriyete gail olduğu vasfedilmesi güç ihtiram, açıklığa kavuşmaktadır.
İslam Peygamberi: “Onlar bizden kaçanları geri tahvil vermezken, bizlere ne oluyor ki, onlardan kaçıp bizlere iltica edenleri onlara geri iade edelim” diye itiraz eden bir grup sahabeye cevap olarak şöyle buyurdu: “İslam bayrağının altından şirk bulunduğu bir bölgeye iltica eden, insanlık dışı bir muhiti İslam'ın ve tevhid dininin hakim olduğu bir bölgeye tercih eden bir kimse şunu gösteriyor ki, İslam'ı canu gönülden kabul etmemiştir. Onun imanı sağlam temeller üzerine oturmamıştır. Böyle bir Müslüman ise bizlerin işine yaramaz. Öte yandan eğer bizler, onlardan kaçıp bizlere iltica edenleri geri iade ediyorsak, o da şundan ötürüdür ki, bizler Allah’ın onlara mutlaka bir kurtuluş vesilesi ihsan edeceğine yakinen inanıyoruz.”
Peygamberin tefekkür tarzı akıl ve mantık ölçülerine dayanıyordu. Nitekim bu hadise zamanla aşikar oldu. Öyle ki, çok geçmeden bu maddenin mevcudiyetinden doğan bazı acı hadiseler sebebiyle büyük zararlara maruz kalan Kureyş bizzat başvuruda bulunarak bu maddenin anlaşmadan çıkarılmasını teklif etti. Nitekim ileride detaylıca beyan edilecektir. Bu madde İslam'ın kılıç zoruyla yayıldığını ileri süren müsteşriklerin yersiz garazları içinde yalanlayıcı bir unsur teşkil etmektedir. Bunlar İslam'ın bu kadar kısa bir müddet içerisinde yeryüzünün büyük bir kısmına nasıl hakim olduğunu iftihar hakikatini görmek istemiyorlar. O zamanda çaresiz, zihinleri bulandırmak için garaz beslemeye koyuluyorlar. İslam'ın ilerleme ve yayılma sebebini Müslümanların kudret ve bilek gücü olarak tanıtıyorlardı.
Halbuki yarımada da Peygamberin huzurunda ve binlerce kişinin gözleri önünde de imzalanan bu antlaşma bariz bir şekilde islamın ve onun yüce terbiyesini yansıtmaktadır. Bütün bunlara rağmen: “İslam ve Müslümanların ilerlemesine kılıç sebep oldu” demek hakikaten uzak boş bir iddiadır. Huzaa Kabilesi, üçüncü maddenin yardımıyla Müslümanlarla müttefik oldu. Aynı zamanda Huzaa Kabilesinin eski düşmanlarından biri olan “Ben–i Kinane” Kabilesi de Kureyş ile müttefik olduklarını ilan ettiler.
11 Eylul 2015