Hayber, Medine`den sürgün edilen Yahudilerin çoğu buraya yerleşmiş ve âdeta Yahudiliğin bir nevi merkezi haline gelmişti.. Müslümanlar için bir tehlikeydi. Bu yüzden Resûl-i Ekrem (s.a.v) Hayber meselesinin bir an evvel halli için Hayber seferine çıkmaya karar verdi. Hayber muhasara edildi. Birçok çarpışmalar oldu. Ordunun başına Ebu Bekir ibni Kuhafe daha sonra Ömer bin Hattab görevlendirildi şiddetli çatışmalar olmasına rağmen fetih nasip olamadı. Muhasara 10 gündür devam ediyordu.
Hz. Peygamber (s.a.av) bir gün şu müjdeyi verdi: "Yarın sancağı öyle birisine vereceğim ki, Allah ve Resûlü onu sever, o da Allah ve Resûlünü sever. Allah, onun eliyle feşi gerçekleştirecektir." Mücahitleri bir merak sardı. Acaba bu büyük şerefe nâil olacak zât kimdi? Her bir mücahid aynı arzu, aynı heyecan, aynı ulvî duygular içinde merakla bekleşirken, sabah namazından sonra Resul”i Ekrem (s.a.v) sancağın getirilmesini emretti. Sancak derhal getirildi. Artık herkes Hz. Peygamberin mübarek elinde bulunan sancağa ve mübârek ağızlarından çıkacak söze pür dikkat kesilmişti. Bu merak ve heyecan dolu manzara karşısında Hz. Resûlullah, "Ali nerede?" diye sordu. "YâResûlallah, onun gözleri ağrıyor" dediler. Resûl-i Ekrem buna rağmen, "Olsun! Çağırın gelsin!" buyurdu. Haberi alan Hz. Ali, derhal huzura geldi. Ağrıyan gözleri mübârek duasıyla şifâ buldu.
Resûlallah (s.a.v) ayrıca onun için, "Allah`ım! Soğuğun sıkıntısını bundan gider!" diyerek de duâ etti. Hz. Ali der ki: "O günden sonra ne sıcaktan, ne de soğuktan asla rahatsız olmadım" Gerçekten de Hz. Ali yazın en sıcak günlerde kalın aba giydiği halde bundan rahatsızlık duymazdı. Kışın ise en soğuk günlerde en ince elbise giyer ve asla üşümezdi. Hz. Resûlullahın ak sancağı artık Hz. Ali`nin elindeydi. Merak dolu bakışlar, birden imrenmeye dönüşmüştü. Demek Allah ve Resûlünün sevdiği ve onun da onları sevdiği zât buydu. Sancağını Hz. Ali`ye teslim eden Resûl-i Ekrem kendisine zırhlı bir gömlek giydirdi ve Zülfikâr`ı da beline kendi eliyle bağladı. Sonra da şu emri verdi: "Allah, sana fetih nasip edinceye kadar çarpış. Sakın arkana dönme." "Allah`tan başka ilah ve ibadet edilecek bulunmadığına ve Muhammed`in Allah`ın Resûlü olduğuna şehadette bulununcaya kadar onlarla çarpış. Onlar bunu yaptıkları takdirde, can ve mallarını kurtarmış olurlar. Kalplerindekilerin hesabı ise Yüce Allah`a aittir."
Bu arada Hayber Yahudilerinin en cesuru kabul edilen Merhab, kardeşinin de öldürülenler arasında olduğunu duyunca, kaleden çıktı. Üzerinde iki kat zırh gömlek vardı. İki kılıç kuşanmış, başına da iki sarık sarmıştı. Bu heybetli görünüşüyle Hz. Ali (as)”ın karşısına çıktı. Yapılan teke tek vuruşmada, Yahudilerin en kuvvetli adamı olan Merhab, "Esedullah" (Allah`ın arslanı) ünvanının sahibi olan Hz. Ali karşısında dayanamayıp, kafası Zülfikârla ikiye bölünerek yere düştü. Manzarayı gören Hz. Resûlullah mücahitleri müjdeledi: "Sevininiz! Hayber`in feşi artık kolaylaştı." Ve Hayber feşedildi. Resûl-i Ekrem (s.a.v) henüz Hayber`den ayrılmamıştı. Hz.Câfer bin EbîTalib başkanlığındaki Habeşistan muhacirleri çıkıp geldiler. Resûlullah (s.a.v) bundan son derece memnun oldu ve bu sevincini şöyle izhar etti: "Bilmem bu iki şeyden hangisi ile sevineyim? Feşi Hayber`e mi, yoksa Câfer`in gelişine mi?"
Hayber’in fethi ile hemen hemen Arabistan`daki bütün Yahudiler İslâm devletine tâbi duruma gelmiş sayılıyordu. Müslümanların yenilmez bir güç halini aldıklarını bir kere daha anlaşıldı. Nitekim Hayber feşinden sonra, civar kabileler teker teker kendi arzularıyla gelip İslâm hâkimiyetini kabul ederek boyun eğdiklerini bildirmişlerdir. Bu bakımdan Hayber`in feşi, İslâm tarihinde önemli bir yer işgal eder.