O heyecanlı gecede Hz. Ali'nin Peygamber'in (sav) yatağında yatması, onun ne denli hakikat aşığı olduğunu göstermektedir. Bu tehlikeli işe ikdam etmesinin tek nedeni, toplumun saadetini içeren din-i mübinin bekası idi.
Âlemlerin Rabbi, Kur'an-ı Kerim’de bu fedakârlığı övmüş, onu Allah’ın rızasını kazanmak için bir muamele olarak nitelendirmiştir. Müfessirlerden birçoğunun nakline göre şu ayet bu hususta nazil olmuştur:"İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah'ın rızasını kazanmak için nefsini (canını satar) . Allah, kullarına çok merhametlidir. " (10)
Bu amel, öyle bir öneme sahiptir ki, büyük İslam âlimleri, onu Emirülmüminin en büyük faziletlerinden biri saymışlardır. (11)
Fakat güneş her zaman için bulutlar arkasında kalamıyacağı gibi hakikatler de bir gün ortaya çıkar.
Muaviye’nin, nübüvvet hanedanı, özellikle de Emirülmüminin’e karşı düşmanlığı hiç bir kimseye gizli kalmış değildir. O, sahabeden bazısını satın alarak yalan hadisler uydurmuş ve bu ameliyle tarihin parlak sayfalarını karalamak istemişti, fakat buna asla muvaffak olamadı.
SEMERE B. CÜNDEP
Ömrünün sonlarında Muaviye'nin sarayına gitmiş, ondan bir miktar para alarak hakikatleri tahrif ediyordu. Bir gün Muaviye ondan, minbere çıkıp millete mezkûr ayetin Ali’nin değil de onun katili Abdurrahman b. Mülcem'in hakkında nazil olduğunu söylemesini istedi. Bu iş karşılığında ona yüzbin dirhem vaadetti. Semere yüzbin dirheme razı olmadı. Muaviye ücreti dört yüzbin dirheme kadar yükseltti. Tamahkâr ihtiyar razı oldu. Hakikatleri tahrif etmeye kalkışarak Resulullah’ın zamanında da kara olan hayatını daha bir kara etti. O, mescidin kalabalık olduğu bir sırada minbere çıktı ve:" Bu ayet, Abdurrahman b. Mülcem'in hakkında nazil oldu, Ali'nin hakkında böyle bir şey inmedi" dedi.
Saf insanlar, hemen onun sözüne inandılar. Hâlbuki söz konusu ayet nazil olduğu sıralarda Yemen'li Abdurrahman Hicaz'da değildi; belki de anasından bile doğmamıştı.
Bunu hiç düşünmediler. Fakat her zaman için böyle devam edemezdi. Bilahare Muaviye hanedanın hükumeti son buldu; o dönemin yalancılarının yalanları bir bir su yüzüne çıktı. Hakikat güneşi, cehalet ve iftira bulutlarının arkasından tulu etti. Bütün asırlarda muhterem müfessirler ve değerli muhaddisler, mezkûr ayetin Leylet'ül-Mebit'te Ali'nin (as) fedakârlığı hakkında indiğini itiraf etmişlerdir. (12)
"Semer b. Cündep, Benî Ümeyye döneminin hiyanetkâr unsurlarından biridir. Semere hakikatleri tahrifte yukarıda dediğimizle yetinmeyip İbn-i Ebi’l-Hadid’in nakline göre sözlerine şunu da ekledi: "Ali’nin hakkında ise şu ayet inmiştir: "İnsanlardan öylesi de vardır ki, dünya hayatına ilişkin hareketleri senin hoşuna gider, kalbindekine de Allah'ı şahid tutar, hâlbuki o düşmanların en yamanı, en inançsızıdır." (Bakara 204)
Ziyad'ın Irak valisi olduğu dönemde Basra'nın kaymakamı olan bu zat, Müslümanlar ve Ehl-i Beyt dostlarından sekiz bin kişiyi öldürdü. Ziyad b. Ebih, onu sorguya çekip: "Nasıl cür'et edip bu kadar adamı öldürdün? Bunların arasında suçsuz kişilerin de olabileceğini düşünmedin mi?" deyince "bunların iki mislini dahi öldürebilirim" dedi.
Bu adamın hayatının kara sayfaları, bu sayfalara sığacak kadar değildir.
Bu şahıs, Peygamber (sav)'in komşunun haklarına riayet hususundaki dileğini de reddetmiş, Peygamber de ona: "Gerçekten sen, zararlı bir adamsın, İslam’da ise başkalarına zarar verme yoktur" diye buyurdu.
İBN-İ TEYMİYYE'DEN BİR SÖZ
Ahmed b. Abd'ül-Halim-i Harrani-i Hanbelî (ölümü Hicri 728) ehl-i sünnet âlimlerinden biridir. Vahhabilerin inançlarından birçoğu onun fikirlerinden kaynaklanmaktadır. O'nun Peygamber, Emirülmüminin’in ve Ehl-i Beyt hakkında özel inançları vardır. İnançlarının çoğunu "minhac-üs-sünne" kitabında beyan etmiştir. Sapık inançlarından dolayı onunla çağdaş olan ulemanın çoğu onu tekfir etmişlerdir.
Emirülmüminin’in bu fazileti hakkında onun bir sözü vardır. (13) Görülüyor ki, bazı cahil ve kapasitesiz kişiler, O'nun sözlerine aldanarak sorup araştırmadan o sözleri halkın arasında yayıyorlar. Bu yüzden burada onun sözlerini nakledip cevabını vermek istiyoruz. O şöyle diyor: Onun için bir fazilet sayılmaz. Çünkü Ali, o gece kendisine bir şey olmayacağını iki yoldan anlamıştı:
1) Peygamber'in kendisinden bunu duymuştu. Hani Peygamber o gece Ali'ye şöyle buyurmuştu: "Ya Ali, bu gece benim yatağımda yatman icap ediyor. Onlar sana hiç bir şey edemiyeceklerdir."
2) Peygamber (sav), yanında bulunan emanetlerin sahiplerine iade edilmesini, alacaklıların alacaklarının ödenmesini Ali’nin üzerine bırakmıştı. Ali bundan, kendisine bir şey olmayacağını anlamıştı.
Yoksa Peygamber bu işi ona değil başka birine bırakırdı.
İbn-i Teymiye'nin sözlerine ayrıntılı bir cevap vermeden önce kısa bir cevap vermek istiyoruz:
İbn-i Teymiye, bir fazileti inkâr etmek isterken farkında olmadan daha üstün bir fazileti isbat etmiştir. Zira Ali’nin, Peygamber’in sözüne olan imanı, ya normal bir iman idi veyahut da çok kuvvetli bir iman idi. Eğer imanı, normal bir iman idiyse, demek ki öldürüleceğine ihtimal verdiği halde bu işe ikdam etmiştir, sağ ve salim kalacağını bilerek değil. Çünkü normal bir iman, insana yakin getiremez. Normal bir imana sahip olan kişiler için (ki Ali (as) yüzde yüz bunlardan değildir) Peygamber'in sözünden yakin hâsıl olmaz; zahirde kabul etseler de kalpleri hiç bir zaman mutmain olamaz. Yok, eğer imanı, fevkalede kuvvetli bir iman idi de Peygamber'in sözünden, kendisine bir şey olmayacağına yakin etmişdiyse, o zaman Ali için daha üstün bir fazilet isbat edilmiş oluyor. Çünkü kişinin imanı, Peygamber'den duyduğu şeye apaydın gün gibi yakin edecek bir derecede olursa böyle bir iman hiç bir şeyle mukayese edilemez. Böyle bir imana sahip olmanın neticesi olarak peygamber ona: "Benim yatağımda yat düşmanların saldırısında sana hiç bir şey olmayacaktır" dediği zaman herhangi bir şüphe ve vesveseye kapılmadan mutmain bir kalp ile gidip onun yerinde yatıyor.
Böylece İbn-i Teymiye "Ali kendisine bir şey olmayacağını biliyordu; sadık ve musaddak olan Peygamber bunu ona haber vermişti " derken farkında olmadan Ali için imanın en üstün derecesinden ibaret olan bu en büyük fazileti isbat etmiş bulunuyor.
AYRINTILI CEVAP
İbn-i Teymiye'nin birinci delininin cevabında diyoruz ki: "Sana hiç bir şey olmayacaktır, kötü bir durumla karşılaşmayacaksın" cümlesini büyük tarıhçilerden bir kısmı nakletmemiştir.(14)
Sadece İbn-i Esir (2) (ölümü H. 630 ) ve Taberî (3) ( Ölümü H.310) mezkûr cümleyi nakletmiştir.
Zannedersem onların bu konudaki kaynağı İbn-i Hişam Sire'sidir. (15)
Çünkü konuyu aynen onun gibi anlatmışlardır. Hatta bu konudaki ibareleri de İbn-i Hişam'ın ibarelerinin aynıdır.
Üstelik bizim biliğimiz kadarıyla Şia âlimleri hadiseyi bu şekilde anlatmamışlardır.
Şeyh Muhammed b. Hasan Tusi, (ölümü: H. 460) "Emali" adındaki kitabında hicret hadisesini geniş bir şekilde anlatmışlardır. Mezkûr cümleyi de az bir değişiklikle nakletmiştir.
Fakat hadisenin şekli Ehl-i Sünnet kitaplarındakinden farklıdır. Şeyh Tusi açıkça naklediyor ki: "Ali (as) Leylet'ül-Mebitten sonraki iki gecede gece yarıları Hind b. Ebi Hale ile beraber Resulullah’ın huzuruna vardı. O iki geceden birinde Peygamber (sav) Ali’ye şöyle buyurdu:
"Ya Ali! Bu andan itibaren onlar sana bir şey yapamıyacaklar."
Bu cümle, İbn-i Hişam, Taberî ve İbn-i Esir’in naklettiği cümlenin takriben aynısıdır. Ne var ki, Şeyh Tusi'nin nakline göre Peygamber bu cümleyi ikinci veya üçüncü gece buyurmuştur, birinci gece değil.
Bir de bu konuda bizim için en iyi delil, Ali'nin (as) kendi sözüdür. Ali (as) açıkça bu işini, hakikat yolunda bir nevi fedakârlık sayıyor. Nitekim burada tercümesini, dipnotta da metnini aktardığımız şiirlerinde Hz. Ali (as) bu hakikati tasrih etmektedir. Bu şiirler, "El-Füsul'ül-Mühimme" (s.48) ve diğer kitaplarda naklonulmuştur.
O şiirden üç beytin tercümesi özetle şöyle: "Ben kendi canımı tehlikeye atarak yeryüzüne ayak basanların en iyisini, Muhammed'i kurtardım. Müşrikler onu öldürmek için bir düzen kurmuşlardı, fakat Allah'u Zü'l-Celâl onu, onların mekr-u hilesinden korumayı irade etmişti.
Ben her an düşmanın saldırmasını beklediğim, ölüm ve esareti göz önüne aldığım bir halde onun yatağında sabahladım"
Hz. Ali’nin bizzat kendisi her şeyi böyle açıkça beyan ettikten sonra artık İbn-i Hişam’ın sözünü - ki yanlış olduğuna dair birçok delilimiz vardır- kabul etmenin hiç bir anlamı kalmaz.
İbn-i Hişam, İbn-i İshak’ın "sire"sini özetlediğine göre bu yanlışlık, büyük bir ihtimalle özetleme sırasında vücuda gelmiştir. İbn-i Hişam, hadiseleri özetle nakletmek istediğine göre sadece o cümleyi nakletmiştir. Cümlenin ne zaman denildiği onun için önemli olmadığı için de zamanını beyan etmemiştir.
Sözümüzün diğer bir delili de, hem Ehl-i Sünnet, hem Şia âlimlerinden birçoğunun naklettiği meşhur bir hadisedir. Hadis şöyledir:
"Allah Teala Leylet’ül-Mebitte Cebrail ve Mikail'e hitaben: "Ben, siz ikinizden birisi için ölümü, diğeri için hayatı, mukadder edersem, hanginiz gönüllü olarak ölümü seçer, hayatı ötekisine bırakırsınız?" diye buyurdu. Hiç biri gönüllü olarak ölümü kabul etmeyince Allah Teâla: "Bu anda Ali, kendisi için ölümü, Peygamber için hayatı seçmiştir" buyurdu ve daha sonra onlara yeryüzüne inip Ali'yi korumayı üstlenmelerini emretti." (16)
İbn-i Teymiye'nin ikinci deliline gelince... Biz zannediyoruz ki, Hicret hadisesinin devamı açıkca anlatılırsa, bu mesele de hallolacaktır.
HİCRET HADİSESİNİN DEVAMI
Peygamber'in müşriklerin elinden kurtulmasının ilk merhaleleri, başarıyla gerçekleşti. Peygamber-i Ekrem gece yarısı Sevr mağarası'na sığınarak onların düzenlerini suya düşürdü. Peygamber en korkunç ve tehlikeli anlarda bile çok sakin ve mutmain idi. Hatta o hassas anlarda Ebu Bekir'e "Hüzne kapılma, hiç şüphesiz Allah bizimledir" (17) diyerek ona teselli veriyordu.
Peygamber(sav) üç gün mağarada idi. Bu üç gün içerisinde Şeyh Tusi’nin nakline göre Ali ve Hatice’nin oğlu Hind b. Ebi Hale, müverrihlerin çoğunun nakline göre de Ebu Bekir'in oğlu Abdullah ve çobanı Amir b. Fuheyre, Peygamber’in huzuruna varıyorlardı.
İbn-i Esir (18) şöyle yazıyor: "Ebu Bekir’in oğlu, gündüz Kureyş'ten duyduklarını geceleyin Resulullah ve babasına anlatıyordu. Onun çobanı da koyunları mağaranın yakınlarına getiriyor, Peygamber ve Ebu Bekir’e onların sütünden veriyordu.
Geceleyin Mekke’ye dönerken de Abdullah, ayak izlerinin silinmesi için sürünün önünde yürüyordu. Şeyh Tusi Emali'de şöyle diyor: "Leylet'ül-mebitten sonraki gecelerin birinde Ali ve Hind b. Ebu Hale, Peygamber’in yanına gittikleri bir zamanda Peygamber, Ali'ye iki deve hazırlamasını emretti. Ebu Bekir: "Ben önceden ikimiz içinde deve hazırlamışımdır" dedi.
Peygamber : "Devenin parasını alırsan, kabul ederim" diye buyurdu; sonra Ali'ye devenin kıymetini ödemesini emretti.
Resul-i Ekrem o gece Sevr mağarası'nda Ali'ye bir de şunu buyurdu: "Ya Ali! Yarın Mescid'ül-Haram'da yüksek bir sesle ilan et ki: 'Kimin Muhammed’in yanında bir emaneti veya bir alacağı varsa gelsin alsın'" Daha sonra Fatımalar hakkında (maksat, kendi aziz kızı Fatıma, Ali’nin annesi Esed kızı Fatıma ve Zübeyr'in kızı Fatıma) dır dır. Bazı tavsiyelerde bulunarak onların ve Benî Haşim'den gönüllü olanların hicret etmeleri için gerekli hazırlıkları görmesini emretti.
İşte bu anda İbn-i Teymiye’nin birinci delilini teşkil eden "Onlar, bundan böyle sana hiç bir şey edemezler" cümlesini buyurdu.
Gördüğünüz gibi Peygamber, Leylet'ül-Mebit'ten sonraki gecelerde kendisi mağaradan çıkmaya hazırlandığı bir sırada bu cümleyi buyurmuştur.
Halebî kendi Sire’sinde (19) : "Ali'nin, Sevr mağarasında Peygamber’in huzuruna vardığı gecelerden birinde Ali’ye buyurduğu sözlerden biri de emanetlerin sahiplerine verilmesi ve borçların ödenmesi idi" dedikten sonra Ed-Dürr'ül-Mensur kitabının yazarlarından naklen: "Ali, hicret gecesinden sonra da Peygamber ile görüşüyordu" diyor. Sözün kısası şu ki: "Şeyh-i Şia merhum Tusi, muteber senetlerle emanetlerin, sahiplerine verilmesi emrinin Leylet'ül-Mebitten sonraki gecelerde sadir olduğunu naklettikten sonra biz artık bu sahih nakil ile uğraşıp insanların zihnini meşgul etmemeliyiz. Zahirinden Peygamber(sav)'in bütün tavsiyeleri bir gecede, yani Leylet'ül-Mebitte ettiği anlaşılan Ehl-i Sünnet tarihçilerinin nakline gelince.. Bunu şöyle tevcih edebiliriz: Bu tavsiyelerin edildiği zaman, onlar için önemli olmadığından dolayı onlar sadece tavsiyelerin kendisini nakletmişler, zamanına değinmemişlerdir.