ABD Başkanı Barack Obama, İran'ın yeni Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ile telefonda görüştü.
Obama, Beyaz Saray'da bütçe konusundaki açıklamasının başında sürpriz şekilde, "İran Cumhurbaşkanı Ruhani ile biraz önce telefonda konuştum" dedi.
Görüşmede, İran'ın nükleer programı konusunda bir anlaşmaya varılmasına yönelik devam ettirdikleri çabaları ele aldıklarını kaydeden Obama, "New York'ta söylediklerimi Cumhurbaşkanı Ruhani'ye de tekrarladım. İleriye doğru yol almada önemli engeller elbette çıkacak olmasına ve başarının hiçbir şekilde garantisi olmamasına rağmen, kapsamlı bir çözüme ulaşabileceğimize inanıyorum dedim" ifadesini kullandı.
Böylece İran ile ABD 1979 yılından bu yana ilk kez devlet başkanları düzeyinde bir görüşme geçekleştirmiş oldu. Obama ve Ruhani’nin yaptıkları telefon görüşmesinde gerekli işbirliği zemininin en kısa sürede oluşturulması için dışişleri bakanlarını görevlendirdikleri bildirildi.
İki ülke dışişleri bakanı düzeyinde dün bir araya gelmişti. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ve İran Dışişleri Bakanı Cevat Zarif, 6 yıl aradan sonra Birleşmiş Milletler binasında bir görüşme gerçekleştirdi.
İran'ın nükleer programının ele alındığı toplantı sonrası yapılan açıklamalarda iki lider olumlu mesajlar verdi.
İran-ABD yumuşamasının fırsatları ve tehditleri
Yakındoğu Haber-Analiz Sitesi Editörü Alptekin Dursunoğlu, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ile ABD Başkanı Barack Obama arasındaki yeni bir sayfa sinyallerini değerlendirdiği makalesinde şunları söylemişti:
İran’la Amerika arasında 1979’dan beri yaşanan ‘Soğuk Savaş’, ikili siyasi ve diplomatik ilişkinin bulunmaması sebebiyle hem iki taraf hem de bölge açısından ağır sonuçlar doğuruyor.
Elbette hem ikili ilişkilerde hem de bölgesel politikalarda her iki tarafın da kırmızıçizgilerinin bulunduğu biliniyor; ancak taraflar arasında siyasi ve diplomatik ilişkinin bulunmaması, sorunların üçüncü taraflar üzerinden ele alınmasını zorunlu kılıyor.
Bu da ikili temaslar ile yönetilebilecek krizlerin daha da derinleşmesine ve şiddetlenmesine neden oluyor.
Örneğin NPT üyesi İran’ın Uluslar arası Atom Enerjisi Ajansı denetimindeki nükleer programı, tarafların karşılıklı ekonomik çıkarlarına hizmet edebilecek bir işbirliği alanı. Ancak ‘nükleer silah üretilebileceği kuşkusu’ üzerinden saldırı tehditlerinin gündeme getirilmesi Körfez’deki petrol trafiği güvenliğini dolayısıyla da bölgesel bir savaş ihtimalini söz konusu eden bir bunalıma dönüşüyor.
İran, NPT’den kaynaklanan yasal bir hak olarak Uluslar arası Atom Enerjisi Ajansı’nın denetiminde uranyum zenginleştirmesi yaptığını belirtirken, Amerika İran’ın zenginleştirdiği uranyumu nükleer silah yapımında kullanacağını öne sürüyor.
NPT, uranyum zenginleştirmesini yasaklamamasına rağmen, İran’dan ‘nükleer silah üretebilir’ kuşkusu ve ihtimali ile uranyum zenginleştirme tesislerini kapatması isteniyor.
İkili temasla, NPT’den kaynaklanan hukuksal zeminle ve Ajans’ın teknik denetimi ile yönetilebilecek bir kriz, tek taraflı ekonomik veya siyasi yaptırımlarla yahut askeri tehditlerle savaş potansiyeli taşıyan uluslar arası bir bunalıma dönüştürülüyor.
Soğuk Savaş döneminde dahi ABD ile Sovyetler Birliği arasında siyasi ilişkinin hep korunduğu dikkate alınırsa, İran ve ABD arasında ikili ya da bölgesel sorunların sürekli olarak derinleşmesinin ve çıkmaza saplanmasının en temel sebebinin ikili ilişkinin bulunmaması olduğu söylenebilir.
İran’la ABD arasında ikili ilişkinin bulunmaması, bazı üçüncü taraflar açısından bir fırsata, bazı üçüncü taraflar açısından ise bir tehdide dönüşüyor.
İsrail'in ABD'yi İran'a müdahaleye zorlamasıyla da bu ilişkisizlik vekillerin asılları yönlendirdiği ters bir ‘soğuk vekalet savaş’ manzarası oluşturuyor.
Nükleer programı sebebiyle İran’a tek taraflı olarak yaptırımlar uygulaması, ABD’nin enerji bağımlısı müttefiklerinden Japonya’yı, bazı AB ülkelerini ve Türkiye’yi olumsuz etkiliyor.
Buna karşın ABD’nin İsrail ve Arap müttefikleri ile rakipleri Rusya ve Çin açısından fırsatlar yaratıyor.
ABD ile İran arasındaki sorunları ikili düzeyde ele alacak bir mekanizmanın olmaması, İsrail’e askeri seçenek de dahil olmak üzere her türlü yolla İran'ın nükleer programdan caydırılması için manevra alanı açıyor.
İran’ın dünyayla ticaret yapamaz hale getirilmesi, sadece Dubai bankalarının işine yaramıyor; Birleşik Arap Emirlikleri İran’a ait Ebu Musa, Büyük ve Küçük Tomb adalarında hak iddia etme, Suudi Arabistan ve Katar ise İran’ın nüfuz alanlarına operasyon yapma cesaretini Tahran’ın ekonomik ve siyasi yalnızlığından ve maruz kaldığı askeri tehditten alıyor.
Washington ve Tahran arasındaki temassızlık, İran’ı kendilerine daha muhtaç hale getirdiği için ABD’nin rakipleri Rusya ve Çin için de önemli fırsatlar yaratıyor.
Çin enerji ihtiyacını, petrol ambargosu altındaki İran’dan istediği şartlarda temin edebiliyor.
İran’ın yalıtılmışlığı Rusya’yı Avrupa’nın enerji ihtiyacını karşılamada da İran’ın nükleer tesislerle ilgili yatırımlarında da alternatifsiz hale getiriyor.
Elbette ABD’nin bölgesel müttefiklerine ve uluslar arası rakiplerine eşsiz fırsatlar yaratan Tahran-Washington geriliminin sürmesini her iki ülkede destekleyen kesimler de yok değil.
Amerika’da İsrail lobisinin İran’da ise ulusal güvenlikle ilgili kurumlar ile ideolojik kaygıları vurgulu olan kesimlerin Washington ile Tahran arasındaki normalleşmeden tedirgin olduğu görülüyor.