Başlarken yine dün olanları anımsayıp güney banliyöde teröristlerin gerçekleştirdiği patlamada hayatını kaybeden mazlum şehitlere Allah'tan rahmet ve bu tehlikeli ve büyük terörist saldırı sonucunda yaralanan herkese acil şifalar diliyorum. Şehitlerin ailelerine taziyelerimi gönderiyorum.
Takdir etmemiz gerektiği gibi banliyö ehlinin, halkın sabrının, tahammüllerinin, bilincinin, uygar ve disiplinli davranışlarının önünde huşu ve saygı ile duruyoruz. Saldırıyı kınayan ve bu acı olay karşısındaki duygularını ifade eden başkanlar, bakanlar, dini liderler, siyasi kimlikler, vekiller, partiler, cemaatler, şahıslar, devletler ve hükümetler dahil herkese teşekkürlerimizi sunuyoruz. Bunun yanında günlerin ilerde, bütün bölgemizde cereyan eden terörizme, cinayet ve suçlara desteğini açığa çıkaracağı ve şimdi sessiz kalan devletleri kınıyoruz.
Kardeşlerim, bugün kelamım iki başlık altında olacak. Birinci başlık Temmuz Savaşı'nın yıldönümü ile ilgili. İstediğiniz gibi isimlendirin, ''Vaad-un Sadık Savaşı'' veya düşmanın isimlendirdiği gibi ''2. Lübnan Savaşı''. İkinci başlık; iç sorunlar, dünkü ehlimize yönelik terörist saldırı ve bu saldırıdan önceki roketli ve bombalı saldırılar ile ilgili olacak. Özellikle ikinci bölümde, siz ve bizi farklı bölgelerden ve ülkelerden izleyen herkes, izin verin açıklıkla, şeffaf ve sorumluluk bilinci ile konuşayım. Şeyleri isimleriyle analım ve bu fitneci, tahripkar terörist projeyi devre dışı bırakabilmek için yardımlaşarak yol haritamızı çizelim.
Bu sene zaferin yıldönümünü, dikenli tellerin bitişiğinde bulunan, havasının Filistin havası, esintilerinin de Filistin esintileri olduğu Ayta beldesinde selamlamak istedik. Siz erkekler, kadınlar, çocuklar, yaşlılar, siyasi, askeri ve dini şahsiyetler ve burada toplanan herkes şu anda düşmana bir taş atımı uzaklıktasınız. Bu toplantının, gaspçı rejmin ikamesinden 65 yıl sonra, sizin ve izleyen herkesin bildiği büyük bir anlamı ve işaret ettiği şeyler var. Yıldönümünü selamlamak için Ayta'da toplanmak istedik. Çünkü Ayta, Güneyde, Bekaa'da, Güney Banliyölerde ve geri kalan bölgelerdeki tüm beldelerimizin, köylerimizin, mahallelerimizin, kentlerimizin sembolüdür. Kararlı, topraklarına bağlı, kahraman ve cesur direnişçileri, Rablerinin katında diri olan şehitleri, sabırlı yaralıları, özgür esirleri ve halkı ile bir semboldür. Ayta, 33 gün boyunca savaşan, kararlı duran ve yenilmeyen beldelerin sembolüdür. Ayta kararlılığın ve cesur duruşun sembolüdür. 33 gün boyunca Ayta'da yaşananlar, vatani, dini ve milli gerekliliğin üstünde olan manevi değerlerdi. Yaşananlar, Mukavemet ve Mukavemet'in halkı ve toprağı için, insani ve ahlaki değerler ile ifade edilir. Zaferin ve kararlılığın arkasında aşk ve bilinç vardı. O zamanlar İsrail hava kuvvetlerinin ve tanklarının sürekli saldırıları ile vahşi bir şekilde bombalanan, çoğu evi imha edilen Ayta ve Ayta'nın direnişçileri ve sakinleri tamamen katledilebilecekleri ciddi bir tehlike altındaydılar. O zamanları unutmadık. Ben yetkili kardeşlerimizle direkt olarak oradaki halkımıza Ayta'da kalmanıza gerek yok, sınırda bir köyde kalmanızı gerektirecek bir şey de yok mesajını gönderdim. Buna rağmen oradaki kahraman ve cesur direnişçiler sınırdaki bir köyde kalıp kanlarının son damlasına, son nefeslerine ve son mermilerine kadar savaşmaya karar verip Mukavamet'in gerçek manevi kimliğinden, Lübnanlılara ve tüm dünyaya bir mesaj gönderdiler. Bu duruşu hatırladığımız zaman, Muharrem ayının Aşura gününde Hüseyin'in (a.s) ashabına söylediklerini anımsadım. Mukavemet, Ayta ehlinden başka bir yerde savaşmasını istedi ama onlar en ön saflarda durmakta ısrar ettiler. Ayta'da halk ruhları, kalpleri, bedenleri ve 33 gün boyunca her saat akan kanları ile gece gündüz Lebbeyk Ya Hüseyin şiarına sahipti. Ayta halkı, diğer tüm beldelerde olduğu gibi, ateşkesin ilk saatinde yıkılmış evlerine döndüler. Hasırlarını açtılar, çadırlarını da kurup yıkım ortasında yaşamaya devam ettiler. Toprakları üzerinde kalmakta ısrar ettiler. Evlerini tekrar inşa edip bahçelerini ektiler. Çocuklarından aziz şehitlerinin onlara sunduğu onurlu hayata devam ettiler. Ayta bugün tüm diğerleri gibi vefalı, güzel ve yüce bir beldedir.
Kardeşlerim 25 Mayıs 2000 zaferiniz, daha önce bir çok defa dediğimiz gibi, büyük İsrail projesinin çöküş ve bitişinin göstergesiydi. Çünkü, Lübnan gibi en zayıf Arap Devletinde tutunamayan İsrail ve ordusu Nil'den Fırat'a kadar bir devlet kuramaz. İsrail, ordusu zikredildiği zaman herkes korksun istiyordu. 14 Ağustos 2006'daki tarihi zaferiniz, kendini büyük, kibirli, hegemonyasını kurmuş, korku verici, Filistinlilere, Lübnanlılara, Suriyelilere, tüm Araplara, İran'a ve bölge halklarına şartlarını dayatabilen bir güç gibi göstermek isteyen İsrail projesini de çöküşe götürmüştür. Bugün Ayta'da toplanan sizler bu projenin de yenildiğini ispat ediyorsunuz. İsrail, generalleri, liderleri ve halkı aracılığı ile Temmuz Savaşı'ndan başarısız, yenilmiş ve zayıf düşmüş bir şekilde çıktığını itiraf etmiştir. Bugüne kadar, askeri eğitimlerle, tatbikatlarla ve planlamalarla yaralarını sarmaya devam etmektedir. Bu iki büyük zaferden, Lübnan, bölge halkları ve hükümetleri için iki stratejik sonuç çıkmıştır:
Birinci stratejik sonuç, 25 Mayıs 2000 tarihinde ortaya çıkmıştır. Halkı tarafından sahiplenilmiş örgütlü ve silahlı halk direnişinin özgürleştirme kudreti vardır. Felsefi ve tarihi yaklaşımları konuşmamıza hiç gerek yok. Delilimiz 25 Mayıs 2000'deki halk zaferi ve ondan sonra Gazze'de yaşananlardır.
İkinci stratejik sonuç ikinci büyük zafer ile birlikte ortaya çıkmıştır. Evet halk direnişi özgürlük getirebilecek bir güçtür. Çünkü halk hareketi çete savaşlarına bağlı; uzun nefesli, düşmanı sürekli kanatma, zamanı kullanabilme, taktik çeşitliliği ile hareket edebilme ve bunun ardından bir süre sonra düşmanın çekilmesine neden olma gibi özelliklere sahiptir. Velakin halk direnişi, sert ve şiddetli bir askeri saldırı karşısında savunma gücü olamaz. Temmuz Savaşı ve bu savaşın tecrübesi bize açıkça gösterdi ki, saldıran düşman tarafının teknolojik, askeri ve diğer mühimmat imkanlarına sahip olmayan bir ülkenin ''halkı tarafından sahiplenilmiş örgütlü bir halk direnişinin'' hakiki bir savunma gücü olma kudreti vardır. Bunun delili de Temmuz Savaşı'dır. Temmuz Savaşı dünyaya, bazılarının bunun önüne geçmeye çalıştığı ama başaramadığı, akademik düzeyde çalışılan bir ders niteliğinde olmuştur. Biz bugün, işgal altında kalan topraklarımızı kurtarmak, halkımızı, köylerimizi, vatanımız Lübnan'ın egemenliğini ve toprağını savunmak adına bu derse ve Mukavemet yoluna ve uzun seneler boyunca tecrübelerle ispat edilen imanımız ve kararlı inancımıza bağlılığımızı belirtiyoruz. Bizim şu anda içinde bulunduğumuz konum 65 yıllık tecrübelerin sonucudur. Bölge hükümetlerinin, halklarının, ordularının, partilerin, fraksiyonların ve Mukavemet bileşenlerinin 65 yıl boyunca yaşadıkları, şu an Lübnan'ın sahip olduğu en zengin ve en güçlü şeyin ''Ordu, halk, Mukavemet'' diyen altın denklemin olduğunu ispat ediyor.
Dosta ve düşmana diyoruz ki, burada sınırda kalan bizler ve diğer sınır bölgesi köyleri, sınırdaki bahçelerimize ellerimizle ekinlerimizi ekeceğiz, evlerimizi sadece sınır bölgesinde değil, dikenli tellerin dibinde inşa edeceğiz. Nehirlerimizin suyunu, yerin dibine girip denizde kaybolsa da koruyacağız ama düşman tarafından çalınmasına izin vermeyeceğiz. Petrolümüzü, gazımızı, denizden ve işgal altındaki Filistin'in deniz sınır bölgesinden çıkaracağız ve İsrail bize bir şey yapamayacak. Bugün bundan fazlasını da söyleyeyim. Lebune'deki kaliteli pusu operasyonu aracılığı ile gönderilen mesajlara ek olarak geçen günlerde söylediklerimi tekrarlıyorum. İsrailli herhangi bir askerin, şehitlerimizin kanı ile taşir edilmiş Lübnan topraklarını kirletecek bir adım dahi atmasına müsamaha edilmeyecek. Aksi takdirde o ayaklar kesilecek. İsrail'e demek isterim ki, askerlerinin Lübnan topraklarında ve sınır bölgesinde seyahat edebildiği dönemler, geri dönüşsüz sona ermiştir. Bugün, Temmuz Savaşı'ndan 7 yıl sonra direnişiniz, bu senelerde yaşanan tüm sert hadiselere rağmen direniş gücünüz, rakamlara, istatiklere ve doğru bilgilere dayanarak diyebilirim ki her zamankinden çok daha iradeli ve güçlüdür.
İkinci bölüme geçelim. Dediğimiz gibi ikinci bölümde sakince konuşacağız. Bu kitlelerin, çevrenin, kadın, çocuk, yaşlı, erkek olmak üzere bu insanların, mağazalar ve sahiplerinin banliyöde veya başka bir yerde hedef alınması yeni bir şey değil. Düşman, herhangi bir düşman, direnişçilerle mücadelede başarısız olduğu zaman, insanları, direnişçilerin kitlesini ve hatta direnişçilerin yanında olmayan insanları hedef alır. Bu insanlara saldırıya sığınır. İsrail savaşlarının ve katliamlarının tarihi buna şahittir. Düşman, bu meselenin bizim zayıf noktamız olduğunu düşünerek hareket ediyor. Düşman, askeri mücadelelerde kaybettiği zaman, buradan baskı yaparsam veya şuraya saldırırsam hasmımım canını acıtırım diye düşünür. Bu zayıf nokta bizim aynı zamanda gururumuzdur. Bu neye delalet eder? Mukavemetin, liderleri ve halkı arasındaki duygusal, insani, ahlaki, ruhsal ve manevi ilişkilerine delalet ettiği gibi ''bir'' olduklarına da işaret eder. On yıllar boyunca Mukavemet'in kullandığı araçları, davranış ve koruduğu değerleri insanların onu sarıp kucaklamasına sebep olan özelliklerdir. Sivilleri korumak ve halkın reaksiyonlarına tepki vermenin dışında askeri bir işi yoktu. Burada karşılıklı duygusal ilişkide olan, sevinçleri ve acıları ortak olan Mukavemet ve insanlar var. Mukavemeti mutlu eden insanları da mutlu ediyor. Bu, bir açıdan güç noktası iken bir diğer açıdan baktığımız zaman da düşman güçlerinin istismar ettiği zayıf noktadır.
Dün güneyde insanlar hedef alındı. Bu bir suikast operasyonu değildi. Orada Hizbullah'tan herhangi bir lider veya yönetici yoktu. Hizbullah'a ait merkez de yoktu. Dün bu katliamı gerçekleştirenler, bilerek ve kasıtlı olarak kadınlardan, çocuklardan ve masumlardan müteşekkil sivil insanlara verdirebildikleri kadar fazla kayıp verdirtmek istediler. Hedef buydu. Şu ana kadar medyada patlayıcıların 60 kilo olduğundan bahsedenler var. Hayır, 60 kilodan çok daha fazla. Kardeşlerimiz bilgilendirecekler, 100 kilodan da fazlaydı. Önceki patlamada da hedefte insanların katledilmesi vardı. Bu katliam, on yıllardır devam eden açık çatışmalar bağlamında gerçekleştirildi. Hizbullah'tan önce de bu vardı. Bu çatışmalar var olduğu sürece bu patlamalar bir araç olarak kullanılmakta. Devletlerin ve siyonizmin iradesine teslim olmayı reddeden ve direnmeye devam eden bir ekip olduğu sürece ve bu ekibi sahiplenen bir çevre var olduğu sürece, ekip ve çevresi bu katliamlara ve kurbanlara tahammül etmek mecburiyetinde kalıyor. Bu da yeni bir şey değil.
Şimdi sorumlulukların sınırlarını ve yol haritasını çizebilmek için biraz ayrıntılara bakmamız gerekiyor. Biz bugün kalıntılar üzerinde durmuyoruz. Hiç bir zaman da kalıntıların üzerinde durmadık. Şehitlerimizi omuzlarımıza yükseltir, gururla ve acı ile defnederiz. Özellikle dünkü şehitlerimizi. Yaralılarımızı tedavi edip evlerimizi yeniden inşa ederiz. Devletin de zarar görenlerin yanında olması gerektiği gibi biz de yanlarında olacağız. Lakin hareket etmeye devam edeceğiz. Bu, dünyanın ne sonudur ne de başıdır, Mukavemet'in de ne başıdır ne de sonudur. Bu uzun yolda bir bölümdü dün yaşadıklarımız. Geçen aylar ve haftalarda, Bekaa'ya, Hermel ve bazı köylerine, Baalbek'e ve Nebi Şit'e roketler düştü. Bunlardan kimin sorumlu olduğu biliniyordu, çünkü roketler Suriye topraklarından fırlatılmıştı. Suriye silahlı muhalefeti diye isimlendirilen cemaatlerin işi olduğu biliniyordu. Oturup tahlil etmeye, toplantılar yapmaya gerek yok. Fail belli. Başka olaylar yaşandı. Hermel anayolunda patlamalar gerçekleştirildi ve siviller ile Lübnan ordusundan askerler vuruldu. Diğer yollarda patlamalar gerçekleştirildi, güney banliyölerine roketler atıldı. 9 Temmuz'da gerçekleştirilen patlamadan sonra banliyölerin doğusundan Cebel bölgelerine roketler atıldı. Dünkü patlamadan önce yine atılan roketler vardı ve dünkü katliam gerçekleştirildi.
Şimdi izin verin de dünkü patlamadan öncesini konuşayım. Biz nasıl hareket ettik? Bombalar bizi hedef alıyordu. Hermel, Mejd El Ancer ve Zehl yolunda bizi hedef alıyorlardı. Banliyöye atılan roketlerin hedefinde yine biz vardık. 9 Temmuz'da, 50 sivilin yaralanmasına neden olan büyük patlamanın da bizi, halkımızı, çevremizi ve bölgemizi hedef aldığı açık. Peki biz ne yaptık? Ne yaptığımızı söyleyelim de söylediklerimizi temel alalım. Öncelikle hiç bir şekilde geri cevap vermedik. Bildiğiniz gibi Lübnan'da herhangi bir mekanda bir hadise olduğunda bunun ardından insanların inip yolları kestiğini, araçlara saldırdığını ve zarar verdiğini görürüz. Biz ise hiç bir şekilde kalkıp da reaksiyon vermiyoruz. Burada insanların bilinçleri ve basiretleri ile sorumluluk sahibi gibi davranmaları gerekir. Kimseyi de işam etmedik, etmiyoruz. Ben o zamanlar kardeşlerimizden rica ettim, ne bir açıklama ne başka bir şeye gerek yok dedim. Hatta ben şimdiye kadar 9 Temmuz patlaması, atılan roketler ve saldırılar ile ilgili konuşmadım. Biz bilimsel çalıştık. Kime saldırıldıysa da onlar için aynı şeyi talep ettik. Hadise daha tazeyken birilerini görürsünüz genellikle, çıkar sağı solu işam eder, kınamalarda bulunur, yargılama ister vesaire. Hatta 9 Temmuz patlamasından sonra Lübnan'dan birileri çıktı ve utanmadan bombalı aracı Hizbullah'ın oraya yerleştirdiğinden bahsetti. Bundan daha büyük bir iftira ve zulüm olabilir mi? Vallahi ki şimdi yemin ediyoruz ama yemine de ihtiyacımız yok; bu halkı Hizbullah ve liderleri kadar seven, ona aşık olan, acılarını paylaşan ve ayakları altındaki toprağı öpen kimseyi bulamazsınız. Bu sefiller, açıklamalarında, demeçlerinde ve internet sitelerinde; 9 Temmuz patlamasında Hizbullah'ı işam ediyorlar. Delilleri de kimsenin ölmemiş olması. Asıl sizler öyle iş yaparsınız. Birlikte çalıştığınız istihbarat servisleri böyle iş yapar. Hizbullah ve benzerleri öyle çalışmaz.
Şimdi ihtimalleri masaya yatırmamız lazım. Başkalarından talep ettiğimiz gibi bizim de oturup konuşmamız lazım. Bu aracı Bir El-Abid'e kim koydu? Bize roket atanlar kimler? Hermel yolunda patlayıcı yerleştirenler kim? Varsayımlar var. İlk varsayım İsrail. İsrail ile aramızda büyük bir çatışma var. Uzun yıllardır savaşıyoruz, aramızda açık savaş var. İlk varsayım, özellikle Hizbullah'ın programına ve sistemine göre, ilk olarak İsrail listenin başında gelir. İlk önce buna delalet eden işaretler üzerinde çalışırız. Şimdi nasıl çalıştığımızı söylemeyeceğim ama işaretler üzerinde çalıştık ama bir şey çıkmadı, lakin bu varsayım olarak köşede durur. İkinci varsayım, Kusayr'a girişimizden sonra değil çok daha önceden bizi hedefe koyan tekfirci gruplardır. Suriye olaylarının başında bize karşı savaş açıp ''Sıranız geliyor, bedel ödeyeceksiniz, siz mecusisiniz, siz İranlısınız vs.” diye ilan ettiler. Yine bu varsayımı soruştururuz ve işaretler üzerinde çalışırız. 3. varsayım da bu hatta katılan bir başka grubun işi olabileceğidir. İç fitne ve savaş yaratmaya çalışıyor da olabilirler. Bu grup da A, B, C ve ila ahiri olabilir.
Hızlı hareket edip birilerini işam etmedik. Bugüne kadar hiç böyle yapmadık. Bugün ben işam edeceğim. Bir El-Abid patlamasının üzerinden 30 günden fazla zaman geçti. Roketler, saldırılar, patlamalar vesaire bu kadar süreden sonra hiç kimseyi işam etmedik ve biz bugün verilerimizi bir araya getirdik. İstihbarat dairesi kendi verilerine dayanarak birilerini tutukladı. Onları soruşturdu ve bazı şeyleri itiraf ettiler. Bunun ardından hepsini bizim verilerimizle birleştirdik ve resim net bir şekilde ortaya çıktı. Bugün açık ve net bir şekilde diyebilirim ki, derece derece ilerleyelim, Hermel yoluna iki noktaya patlayıcı yerleştirenler artık isim isim biliniyor. Bunlardan biri tutuklandı. Bugün Sayın Savunma Bakanı tarafından bir bildiri yayınlandı ve ben meseleden büyük bir hassasiyet, şeffaflık ve açıklıkla bahseden bu bildiri için savunma bakanına buradan teşekkürlerimi iletiyorum. Bazılarımız bunu duymuş olabilirler. Duymamış olanlar da duysunlar ve dikkatlice okusunlar bu beyanı. Hermel yoluna patlayıcıları yerleştirenlerden biri ordu istihbaratı tarafından yakalandı. Geri kalanları isim isim itiraf etti. Bugün savunma bakanının beyanında da zikredildiği gibi o mıntıkadaki 4 genci katledenler de onlar. Bunu da itiraf etmiş tutuklu şahıs. Cafer ailesinden 2 şehit, Emhez ailesinden bir şehit ve 4. şehit de Türk uyruklu biri ki halkımızdandır, hepimiz bir halkız. Bu 4 gencin katilleri şu anda biliniyor. Parantez içinde belirtmek isterim ki Cafer ve Emhez aileleri için de geri dönüp söyleyeceklerim var. Evet ben Beyrut'tan Ayta'ya konuşuyorum ama Baalbek'teki halkımız da bizi duyuyordur. Güney banliyölerine roketleri atanlar artık isim isim bilinmekte. Ve Bir El-Abid bölgesinde patlayıcıları yerleştirenler, % 99,99 isim isim bilinmekte. %0,01'i de öylesine bırakmış olalım. Peki kim bunlar?
Şimdiye kadar ki soruşturmalarda ve tahkikatlarda İsrail'in ajanları oldukları kanıtlandı mı? Hayır. Bundan sonra kanıtlanabilir mi? Evet olabilir. Yani ben İsrail'in ajanları olabilecekleri varsayımını hiç reddetmedim. Çünkü İsrail tüm insanları çalıştırabilir, bunda bir sorun yok. Lakin şimdiye kadar ispat edilen, sorumluların tekfirci bir yöne sahip gruplar olduklarıdır. İsimleriyle bilinmektedirler. Bunları kimlerin çalıştırdığı, desteklediği ve yönlendirdiği de bilinmekte. Savunma bakanı beyanında bazı isimleri zikretti. Zikredilmeyen isimler de var. Bazıları tutuklandı, bazıları da tutuklanamadı. Uyruklarına gelince de maalesef bazıları Lübnanlı, yine maalesef bazıları Suriyeli ve yine maalesef bir kısmı da Filistinli. Dünkü patlama konusundaki tüm veriler ve deliller yine aynı grubu işaret ediyor. Bu deliller ve veriler, güney banliyölerine bombalı araç gönderen belirlenmiş mekanlar ve isimler, yine bizi ellerindeki veriler konusunda bilgilendiren Lübnan güvenlik servisine dağıtılmıştır. Biz yapabildiklerimizi yaptık, onlar da yapacaklarını yaptılar ve dünkü acı olay meydana geldi. Verilerimize göre dünkü patlamanın sorumluları tekfirci gruplardır. Bu tekfirci gruplar İsrail'e çalışır mı? Kesinlikle çalışır. Kimse çıkıp da İsrail'i bu meselenin dışında koydular demesin. Bizim, Amerikan ve İsrailli istihbarat servislerinin bu tekfirci gruplara sızdığına dair şüphemiz yok. Lakin patlamayı gerçekleştirenler bu tekfirci gruplardır.
İleriki günlerde ne yapacağız? Şimdi hadisenin intihar saldırısı olduğu varsayımı halen tartışmaya açıktır. Sahada çalışan uzmanların nereye varacağını göreceğiz. Bu konu medyada dolaştı ve biz şimdiye kadar yalanlayamıyoruz, varsayım olarak orada duruyor. Şimdi talep edilen nedir? Yüksek Güvenlik Meclisinin bugün masaya yatırdığı ve hepimizin önünde durması gereken ulusal bir hedef var. Bu katliamları ve terörist saldırıları nasıl önleyebileceğimize dair ulusal bir hedef var. Çünkü patlayıcıları dün banliyöye koydular, 9 Temmuz'da yine banliyöye koymuşlardı, yarın nereye koyacakları belli değil. Eğer İsrail ise, onlar için banliyö veya başka bir bölge fark etmez. Eğer tekfirciler ise onlar için de fark etmez.
Birazdan isimlerle bu konuya geri dönüş yapacağım. Bu tekfirciler Şiileri katlettikleri gibi Sünnileri de katlediyorlar. Yine Hıristiyanları katlettikleri gibi Müslümanları da katlediyorlar. Kiliseleri patlattıkları gibi camileri de patlatıyorlar. Şii camilerine intihar eylemcilerini gönderdikleri gibi Sünni camilerine de gönderiyorlar. İşte Irak, Suriye, Pakistan, Afganistan ve Somali önünüzde duruyor. Şahit çok. Dolayısı ile ulusal bir hedef var. Bu hedef der ki, bugün banliyöye yarın Lübnan'da başka bir yere yerleştirilmesi muhtemel patlayıcılar ile gelen katliamları ve terörist saldırıları nasıl engelleyebiliriz? Şimdi sorumluların dereceleri yavaş yavaş yükseliyor ve ben açık konuşacağım. İlk patlama ve dünkü katliamdan sonra durum kontrol altına alınamazsa, Lübnanlı yetkililere, siyasi şahsiyetlere, ordu komutasına ve güvenlik servislerine, tüm Lübnanlılara, tüm dini mercilere demek isterim ki Lübnan, bu patlamalar devam ederse istesek istemesek de uçurumun kenarına gelecektir. Bu bağlamda, Lübnanlıların karşı karşıya olduğu bu tehdit karşısında sorumluluk içinde hareket etmek gerekir. Bu tehdidin bir partiye, bir cemaate veya bir mezhebe yönelik olduğunu düşünen varsa yanlış düşünmüş olur. Bütün bölgeyi tahrip edenler şimdi de Lübnan'ı tahrip etme kararı aldılar. Ve şimdi bazı başlangıçları yaşıyoruz. Yeni hadiseleri bu duruş ile gözlemlemek gerek.
Ulusal hedef, işbirliği ister. Birinci derecede devletin, ordu ve güvenlik servislerinin sorumluluğundadır. Bununla birlikte tüm bölgelerde halkın kendi arasında, siyasi güçler arasında ve servislerle işbirliğini gerektirir. Bu iki hat üzerinde çalışılır. Bu söylediklerim bizim seçimimiz değildir. Söylediklerim tüm dünyada bağlı kalınan şeylerdir. Birinci hat koruma adına gerçekleştirilen prosedürlerdir. Teftiş, kontrol noktaları ve ila ahiri. Bilinir, tüm dünyada standarttır bu prosedürler. Devlet ve güvenlik birimleri gelip bu prosedürleri uygulasın, biz hepimiz destek vermeye hazırız. Lakin tüm açıklığıyla bu hattın yeterli olmadığını söyleyebilirim. Hiç kimse, hiç bir lider, parti, fraksiyon, örgüt vesaire bu prosedürlerin katliamları ve bombalı araç geçişlerini tek başına önleyebileceğini söyleyemez. Evet biraz hafifletir, hasarı azaltır ama mutlak bir şekilde önlemesi mümkün değildir. Tüm dünyada öyledir. Dolayısı ile talep edilen 2.hattır ve birinci hattan daha önemlidir. Bu hat, bu cemaatlerin keşfedilip, kuşatılması, birbirinden sökülmesi ve yakalanıp ortadan kaldırılmasını esas alır. Bu da bir standarttır. İnsanlar öyle çalışır. İnsanlar oturup, burada kontrol noktası, burada teftiş, burada prosedür uygulanıyor acaba bombalı araç ne zaman gelecek diye oturup bekleyemez. Güvenlik güçleri bu intihar eylemcisinin kim olduğunu, bombalı aracı gönderen grubun kim olduğunu gidip teftiş edip, intiharcının veya bombalı aracın gönderilmesini engellemedir. Dünyada terörizm ile böyle mücadele edilir. Talep edilen ikinci hat budur. Tabi bunun olması için herkesin bir uğraş vermesi gerekir. Bu bağlamda talep edilen işbirliğinden bahsederken bu grubun siyaseten ve askeri olarak korunmamasının, desteklenmemesinin, masum gösterilmemesinin ve müsamaha edilmemesinin öneminden bahsetmemiz gerekir. Bizim veya banliyö için değil. Lübnan için. Çünkü bu gruplar Lübnan'ı yıkıma götürmek istiyor. Lübnan halkını iç savaşa sürüklemek istiyor. Lübnan'ın iç savaşa sürüklenmesini engellemeniz gerekmektedir. Yol budur. Bu bağlamda talep edilen bir başka konu ise mezhebi kışkırtmalardan uzak durmak. Aramızda siyasi rekabet varsa, bırakın siyasi kalsın. Siyaseten konuşalım, birbirimize siyaseten saldıralım. Çünkü sakinliğe davet ile sorunlar çözülemiyor. Bazıları var ki bir uzlaşı ve sakinlik oldu mu maaşları kesilir. Televizyonda, gazete köşelerinde çıkıp sövüp küfür etmezlerse maaşlarını alamazlar. Peki maaşınızı alın. Kardeşim siyaseten sövün. Lakin Şii, Sünni, mezhep vesaire bu konuları bir kenara koyun. Bu hedefin başarıya ulaşması için talep edilen budur.
Benim insanlara ve katillere söylemek istediklerim var. Bütün bu bölgeler bir tehdit altında yaşıyor. Dün patlamadan etkilenen insanlarımıza ve ailelerine söylemek istediklerim var. Biz sabrınızı, cesaretinizi, basiretinizi ve vefanızı biliyoruz. Bu kelamlar duygusal değildir. Biz bunları on yıllardır yaşadıklarımızla biliyoruz. En büyük sınav ise Temmuz Savaşı'nda verildi. Bu insanların savaştan önce ve sonra geri döndüklerinde yıkılmış evlerini, bahçelerini ve sokaklarını gördükleri zamanki reaksiyonlarını biliyoruz. Sizi iradenizden, imanınızdan ve Mukavemet'e bağlılığınızdan etmek istiyorlar. Ama bu konuda başarısız olacaklar. Siz onları her zaman başarısızlığa uğrattınız, ileride de uğratacaksınız. Bizim bu konuda imanıza, iradenize ve bağlılığınıza dair bir korkumuz yok. Lakin tehlikeli olan ve bizi korkutan şey ise bu katillerin sizi hedef alması karşısında sizin duygusal davranıp ülkeyi fitneye ve yıkıma götürecek reaksiyonlar vermeniz ihtimalidir. Dikkat etmemiz gereken nokta budur. Onlar ne istiyor?
Birazdan açık konuşacağım ve isimleri Suriyeli, Filistinli ve Lübnanlı diye sayarken, bu isimler değerli Sünni mezhebinden olabilirler. Bunun ardından size, banliyöye roketleri atanlar, yolları patlayıcılarla döşeyenler ve bombalı aracı gönderenler Sünnilerdir demek için gelecekler olacaklardır. Bu mantıkla kelam eden kimse İsrail'e hizmet eder ve katliamla hedefine ulaşmak isteyen katilin ortağıdır. Ve ben sorumluluğumu kullanarak bunların Sünni olmadığını söylüyorum. Bunların ne dini, ne mezhebi, ne vatanı ne de milliyeti vardır. Bunlar ne Suriyeli, ne Filistinli ne de Araptırlar. Ne Müslümanlardır ne de Sünni. Bunlar katildir. Bunlar, daha önceki konuşmalarımda da çokça dillendirdiğim gibi Sünnileri de katletmişlerdir. Şiilerden çok Sünnileri katlettiler. Hıristiyanlardan çok Sünnileri katlettiler. Rakam ve istatistik istiyorsanız getirelim. Şii alimden çok Sünni alim katlettiler. Dün gerçekleştirilen patlamada şehit olan Sünniler, yaralanan Sünniler var. Burası aynı zamanda Sünnilerin de yaşadığı bir bölge. Patlamada bir Filistinli de şehit oldu. Dolayısı ile Lübnan'daki ehlimizden ve özellikle Şiilerden talebim şudur ki size gelip Suriyeli dedikleri zaman Suriyelilere reaksiyon vermeyin. Lübnan'da mülteci konumunda ailesi, çocuğu, kadınları ile yaşayan Suriyeliler var. Veya size filan Filistinli dedikleri zaman da reaksiyon vermeyin. Çünkü kamplarda ve çevresinde sorunlar yaratmaya çalışanlar, Lübnanlıları ve Filistinlileri birbirine kırdırmaya çalışanlar var. Suriye bu Suriyeliyi ilgilendirmiyor veya Filistin bu Filistinliyi ilgilendirmiyor. Bunlar, gözleri ve kalpleri kör olan katil tekfirci gruplardandır. Bunlar sadece Lübnan'ı değil tüm bölgeyi yıkıma götürecek projelere sahip gruplardır. Bölgede olan biteni izleyin. Bunların başka bir projesi, başka bir programı yoktur. Tahrip, katletme, katletme ve katletme. Irak'taki kardeşlerimizde, patlamaların ve katliamların arkasındaki grupları Amerikalı, Batı, Arap ve İsrailli servislerden kimin yönlendirdiğine dair kesin bilgiler var. Tuzağa düşmeyeceğiz. Allah-u Teala bize, fitnenin öldürmekten daha kötü olduğunu söylüyor. Fitneye sürüklenmeyeceğiz. Masumalara saldırmayacağız. Masumlardan, iştirak etmedikleri eylemlerin sorumluluğunu sormayacağız. Bu, bilinç, sabır ve tahammül ister. Kimse bizi ve sizi bu noktaya çekmeye çalışmasın.
Cafer ve Emhez ailesi için söyleyeceklerim var demiştim. Bugün çocuklarınızın kimin tarafından katledildiği ortaya çıktı. Bunlardan biri Lübnan devleti tarafından tutuklandı ve diğer isimleri de itiraf etti. Dolayısı ile bu cinayetlerle alakası olmayan şahısları sorumlu tutmamanız gerekir. En üst seviyede sorumlu davranıp kontrollü bir şekilde hareket edilmesi gerekir. Çünkü, kuzey Bekaa'da herhangi bir aileye veya aşirete mensup herhangi biri tarafından gayrimeşru ve sorumsuzca edilecek her hareket tehlikeli sonuçlar doğuracaktır. İnsanları bilinçli, sabırlı ve tahammüllü olmaya davet ediyorum ki patlamaların ve katliamların irademizi etkilemeyeceğine ve fitne tuzağına düşürmeyeceğine dair mesaj gönderelim. Bu sadece bizim sorumluluğumuzda değil. Bu bütün Lübnan'ın sorumluluğundadır. Tekrar ve yeniden söylemek istiyorum ki ben kimseye yalan söylemem, eğer gidişat bu şekilde devam ederse, kontrolden çıkıp uçurumun kenarına gelecektir.
Katillere gelince. Eğer direkt İsrail'e çalışıyorsanız sorun değil. Sizi tanıyoruz, aranıyorsunuz, bir devlet sizi yakalayıp yargılamak istiyor ve elbet bir gün ellerimiz size ulaşacak. Devlet sizi ihmal ederse bizim ellerimiz size ulaşacak. Biz, kesinlikle devletin alternatifi değiliz. Ne güvenlik konusunda ne de Lübnan'ı savunma konusunda. Velakin tüm aşamalarda, devletin sorumluluk almayacağı her konuda, karşı çıkan varsa da karşı çıksın, ama biz sorumluluk alacağız. Şeffaf olalım.
Eğer ki Suriye halkını koruduğunuzu iddia ediyor ve Hizbullah'ı Suriye'ye girişinden dolayı takip ediyorsanız ki bu da varsayımlardan biri, size iki şey söyleyeceğim. Birincisi, siz tekirci gruplar, Suriye halkını en fazla yıkıma uğratan, mahveden gruplarsınız. Sadece rejim yanlılarını değil, muhalif cephelerini de öyle. Siz, muhalefet eliyle Hıristiyan din adamlarını kaçırıp öldürenlersiniz. Siz camileri yıkıp, çocukları öldürüyorsunuz, Suriye'nin değişik kentlerine hesapsız kitapsız bir şekilde bombalı araçlar gönderiyorsunuz, siz değil misiniz bunlar? Suriye halkını savunduğunuzu iddia ediyorsunuz ama siz Suriye halkına en fazla zararı verenlersiniz. Bu bir.
İki: Biz, yine şeffaflık ve açıklıkla söyleyeyim, Suriye'ye savaşmak üzere sınırlı bölge veya bölgelere girdik. Ve ilk defa bu kadar şiddetli açıklıkta konuşacağım. Biz nerede savaşıyorsak maneviyatımızla savaşıyoruz. Biz esirleri katletmiyoruz. Siz esirleri duvara dizip gün ışığında bir yanda video çekerken bir yandan idam edersiniz. Biz sivilleri katletmiyoruz. Biz bazı çatışmalarda sivillerin kaçışını sağlamak adına daha çok şehit verdik. Geçen aylar boyunca bazı Arap televizyonları kanalı ile bizim bombaladığımız, katlettiğimiz ve katliamlar gerçekleştirdiğimizi söyleyenler oldu. Bunların hepsi yalan ve iftiradır. Bazı kardeşlerim niye isim veriyorsun diyor ama ben isim vereceğim. El Arabiya ve El Cezire kanalları var. Suriye, Irak, İran ve bizim için bir araya geldiler. Arap dünyasında daha önce bu iki kanalda konuşulan şey kabul edilirdi. Şimdi Mısır'daki, Tunus'taki ve diğer ülkelerdeki bölünmelerden sonra El Cezire bir kesimin ve El-Arabiya da bir başka kesimin yanında durmaya başladı. Açın bakın, veriler, haberler, konuşulanlar tamamen birbirine zıt şeyler. Bir tarafta 4000 ölü varken diğerinde 50 ölü var. Kime inanırsınız? Bu bölünmelerden sonra, bir kanalı takip edenler diğerine sövmeye başladı. Peki birini izlerken ve diğerinin Mısır haberlerini doğru bulmazken Şam haberlerini niye doğru kabul ediyorsun? Maalesef Arap medyası özellikle son senelerde yalan haber nakletmekten, yalan haber fabrikasyonu ve aktarımı seviyesine geldi. Biz Hizbullah'ın, sadece tekfirci silahlı gruplara karşı savaştığımıza kıyamet gününde herkes şahit olacak. Siz Suriye halkını savunmuyorsunuz. Siz kadınlarımızı, çocuklarımızı, masumlarımızı katlederek, bölgemizi, çevremizi ve kentlerimizi tahrip ederek aldığımız pozisyondan geri çekileceğimizi sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Ey ahmaklar, İsrail ile 30 yıl boyunca yaşadığımız tecrübelerimizi okuyun!
Bu tarz patlamalara cevabımız, herhangi bir patlama için cevabımız, şudur, açıkça söylüyorum, eğer Suriye'de 100 savaşçımız varsa 200, 1000 savaşçımız varsa 2000 ve 5.000 savaşçımız varsa bu sayı 10.000 olacak. Yanılıyorsunuz ve yanlış mekana vuruyorsunuz. Bu terörist tekfircilere karşı Suriye'de verilen savaş, eğer ihtiyaç duyarsa ben dahil tüm Hizbullah Suriye'ye gideriz. Suriye'ye, Suriye ve halkı için gittiğimiz gibi, Lübnan ve halkı için, vallahi, Lübnan'daki tüm Hıristiyan ve Müslümanlar için, Filistin ve Kudüs için gideriz.
Dolayısı ile bize savaş açanlar sonucu belirleyebileceklerini varsaymasınlar. Savaşın sonucunu biz belirleriz, savaşın bitişini biz belirleriz. 25 Mayıs 2000'deki son atışı, 96 yılında Gazap Üzümleri operasyonunda ve 14 Ağustos 2006'da yine son atışı yapan bizdik. İsrail ile yaptığımız tüm savaşlardan zaferle çıktığımız gibi; sizinle tüm gücümüzle bu savaşa girmemizi istiyorsanız, Lübnanlılara, Filistinlilere, Suriyelilere ve tüm bölge halklarına demek isterim ki biz tekfirci, tahripkar teröristlere karşı olan savaştan da zaferle çıkacağız inşallah ve benim buna inancım vardır. Savaş külfetli olacak evet ama koyun gibi kesilmekten ve katillerin evimize gelerek bizi katletmesini beklemekten daha az külfetlidir. Biz bütün savaşlarda; onurumuzu, varlığımızı, şerefimizi ve namusumuzu korumak adına yaptıklarımızda olduğu gibi, kadın ve erkek bu savaşın da içindeyiz. Küçüklerimiz de, bu savaştaki büyüklerimizdir. Bizi ne ölüm ne de kan caydırır ve biz tarihin derinliklerinden beri zaferlerin ashabıyız. Vesselamü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtüh.