Zeynebiye - Ehlibeyt Dünyasının Gündemi | Türkiye Caferileri

Robert Fisk, Esed'in Cezaevine Girdi

İlk defa bir Batılı gazeteciye, Esed?in cezaevlerine girme izni verildi. Robert Fisk, mahkumlarla görüşmelerini kaleme aldı: 

04 Eylul 2012
Robert Fisk, Esed'in Cezaevine Girdi

Odaya birer birer başları öne eğik, kelepçeliymişler gibi bilekleri önden çaprazlanmış halde girdiler. Suriye’nin en korkulan cezaevlerinden birinde, Beşar Esad rejiminin silahlı muhaliflerine yardım etmelerine dair olağandışı hikâyelerini anlattılar. İçlerinden biri kırklı yaşlarında uzun sakallı, kısa boylu ve kambur bir Fransız-Cezayirli idi; bir diğeri, siyah gözlü Türk olan, Afgan-Pakistan sınırındaki Taliban kampında aldığı eğitimden söz ediyordu. Suriyeli bir tutuklu Şam’ın merkezinde kanlı bir patlamaya neden olan iki intihar bombacısına nasıl yardım ettiğini anlatırken, bir müftü, Suriye hükümetine karşı olan kendi içinde çatışmalı fraksiyonları birleştirme yönündeki yoğun çabalarından söz ediyordu.

Yüksek güvenlikli Suriye cezaevine girişimizin sıradışı niteliği nedeniyle, bu dört adamla buluşmamız – gardiyanların yanında görüşebileceğimiz başka tutuklular da vardı – donduran, iç karartıcı bir deneyimdi. İçlerinden iki tanesi, ilk tutuklanmalarından sonra kötü muamele gördüklerine dair açık işaretler gösterdiler. Hapishanenin askeri müdürünü – gri saçlı, orta yaşlı, askeri yorgunluk belirtileri taşıyan bir adamdı – ve uzun kollu gömlekli istihbarat memurunu görüşmelerimiz sırasında dışarı çıkmaya ikna etmemiz 10 dakika sürdü. Beklenmedik bir şekilde makamlarından dışarı çıktılar ve böylelikle tutuklularla yalnız görüşebildik. Daha sonra Suriye otoritelerinin görüşme kayıtlarını alma isteğini reddettik.

Adamlardan iki tanesi, İslamcı vaizler tarafından örgütlenmelerinden bahsetti, bir diğeri ise Arap uydu kanallarının onu nasıl cihad için Suriye’ye gitmeye ikna ettiğini anlattı. Bunlar kuşkusuz Suriye otoritelerinin duymak istediği türden hikayelerdi, fakat tutuklular – ki onları sorgulayanlara da aynı şeyleri söylemiş olmalıydılar – bariz bir şekilde bizimle konuşmaktan, yahut en azından Batılılarla konuşmaktan ve tutuklu geçen ayların ardından varlıklarını bize göstermekten endişe ediyorlardı. Fransız-Cezayirli olan, ona verdiğimiz bir kutu tavuk ve cipsi mideye indirdi. Suriyelilerden bir tanesi, sürekli olarak tecrit hücresinde tutulduğunu söyledi. Dördüne de, isimlerini ve ayrıntıları Uluslararası Kızılhaç’a vereceğimize dair söz verdik.

Muhammed Emin Ali el-Abdullah, Suriye’nin kuzeyindeki Deyr ez-Zor kentinden, 26 yaşındaki bir dördüncü sınıf tıp öğrencisiydi. Söylediğine göre yetkililer tarafından kendisine verilmiş olan düzgün bir çizgili mavi gömlek ve pantolonlarla cezaevi müdürünün kahverengi deri koltuğuna oturmuş halde, Lazkiye’deki “sıradan” bir çiftçi ailesinin çocuğu olduğunu ve ikinci sınıftan itibaren “psikolojik sorunlarla” karşı karşıya kaldığını söyledi. Konuşurken iki defa gözyaşlarına boğuldu. Öğrenci olarak tıbbi tavsiyeler aldığını söyledi, aynı zamanda kendisine Kuran’dan bazı özel sureler okumasını tavsiye eden bir “şeyh”ten psikolojik yardım da aldığını kabul etti.

"Böylelikle kişiliğime eriştiler ve zaman zaman ikinci bir adam bana Selefi davası ile ilgili diskler verdi, bunların çoğu İbn Baz ve İbni Usaymin gibi Suudi şeyhlerinin konuşmalarıydı. Daha sonra İslam’daki bütün diğer mezhepleri reddeden, Sufilere , Şiilere saldıran videolar verdi." "Şeyh" bir yıllığına tutuklu kalmış fakat daha sonra Şam’da Muhammed’in oda arkadaşı olmuş. “Daha sonra bana cihadçıların Afganistan’da NATO’ya ve Amerikalılara karşı operasyon videolarını göstermeye başladı” dedi.

Muhammed, geçen yıl Suriye’deki ayaklanma başladığı zaman “şeyh”in ve başka iki kişinin kendisine rejim karşıtı gösterilere katılmasını tavsiye ettiklerini söyledi. “Cuma namazı bittikten sonra birimiz kalabalığın ortasında durur, yüksek sesle adaletsizlikten ve kötü durumdan bahsederdi; geri kalan dört kişi köşelere gidip ‘Allahu Ekber’ diye bağırır kalabalığı da aynısını yapmaya teşvik ederdi.”

Anlattığına göre bu süre zarfında Muhammed, “El Hacer” denilen bir Selefi ile tanıştırılmış ve bu kişi ondan harekete “tıbbi ve lojistik destek sunmasını – otoritelerin aradığı kişileri saklamasını ve güvenli evler bulmasını – istemiş. El Hacer bundan sonra Muhammed’in evine sık sık gelmeye başlamış. “Benden bir tür biat istedi, onun ellerini sıkmamı, onu itaat edeceğim bir lider olarak tanımamı, cihada katılmamı ve onu sorgulamamı istedi”. El Hacer bundan sonra Muhammed’in evine yabancıları getirmeye başlamış.

"Beni kendi çevrelerine dâhil ettiler. Bu süreçte aklımı ‘dışarıda’ bıraktım ve daha sonra bu grubun El Kaide olduğunu anladım. Bu yılın 10 Nisan günü, bu kişilerden biri bir arabayla kendileriyle gelmemi istedi. 2.5 metre yüksekliğinde, patlayıcıyla doldurulacak kasaları olan silindirler gördüğüm bir yere getirdiler. Orada yaklaşık 10 kişi vardı. Beni neden oraya götürdüklerini bilmiyorum, belki de onları parçası olmaya sürüklemek içindi. İntihar bombacısı olacak bir Filistinli ve bir Ürdünlü ile üç de Irak vatandaşı vardı. İki bombacının önünde, bir araçla oradan çıktık. Nereyi bombalamaya gittiklerini bilmiyordu, fakat ben eve döndükten 15 dakika sonra patlamayı duydum, iki dakika sonra da daha büyük bir patlama oldu. Televizyonu açtığımda ve bombanın Bazaz bölgesinde kalabalık bir caddeye girdiğini gördüğümde felaketi yaşadım; evler bombanın etkisiyle harabeye dönmüştü ve tüm [hedef alınan] sakinler orta sınıftan ve yoksul insanlardı. Çok üzgündüm.”

Daha sonra Selefilerden biri Muhammed’den hastanedeki annesini ziyaret etmesini istemiş – çünkü o bir doktordu ve Selefiler tanınabilirdi – fakat Suriye istihbarat örgütü Muhaberat orada onu bekliyordu. "Kendilerine çok açık bir şekilde şunu söyledim: ‘Tutuklandığım için mutluyum – böyle bir gruba dâhil olmaktan ve daha fazla kan akmasında sorumlu olmaktan iyidir.’ Bu insanların arasına nasıl karıştığımı bilmiyorum. Kendimi bir tür ‘geri dönüşüm kutusu’na koyuyorum. Şimdi bir kitap yazmak ve insanlara, aynılarını yapmamaları için kendi başıma gelenleri anlatmak istiyorum. Ama bana kâğıt ve kalem vermiyorlar.”

Muhammed iki ay önce öğretmen olan babasını, annesini ve kız kardeşlerinden birini görmüş. Ona kötü muamele yapıp yapmadıklarını sorduk. “Sadece bir gün,” dedi. “İşkence değildi.” Bileklerinden birinde neden iki kara leke olduğunu sorduk. “Tuvalette kaydım” dedi.

Karısı ve çocukları Marsilya’da yaşayan ve kendisi Fransız Ordusu’nun 1. Taşıma Alayı’nda görev yapmış olan Cezayirli Cemil Emir el Hudud, daha sönük bir adamdı. 48 yaşında olması ve bundan da önemlisi acınası cihad arama öyküsü – ki kendi söylediğine göre El Cezire’nin Suriye’de Müslümanların acı çektiğine dair haberleri onu teşvik etmişti – onu düşük bir adam haline getirmişti. Blida’da doğduktan sonra Fransa’ya göç etmiş, fakat akıcı bir şekilde Fransızca konuşmasına rağmen zamanı ufak tefek işler ve işsizlikle geçmiş. Sonrasını “uzun bir tereddütten sonra, Türkiye’ye gitmeye ve Suriyeli mültecilere yardım etmeye karar verdim” diye anlatıyor.

Kendi söylediğine göre “ılımlı bir Selefi” imiş, fakat Türkiye’deki mülteci kamplarında Libyalı bir şeyh, çok sayıda Tunuslu ve bir Yemenli imamla tanışmış ve “cihad dersleri almış”. Bir av tüfeğiyle Suriye sınırını geçmiş, başka kişilerle birlikte askeri kontrol noktalarına saldırmış ve Lazkiye tepelerinde terkedilmiş evlerde ve bir camide uyumuşlar. Daha önce Fransız silahlarının eğitimini almış ve bir Kalaşnikofu hiç kullanmamış – pratik için bir taşa üç kurşun atmasına izin verdiklerini söyledi – fakat Suriye’de cihadın ona uygun bir şey olmadığını anlamasını sağlayan birkaç sefil haftanın sonunda Türkiye’ye geri yürüyüp Fransa’ya dönme kararı almış. “Televizyonda gördüğüm şeyi Suriye’de görmedim” diyordu.

Kendisinden şüphe eden köylüler tarafından yakalandıktan sonra bir şehre (muhtemelen Halep), oradan da helikopterle Şam’a götürülmüş. Neden cihad için Filistin’i değil de Suriye’yi seçtiğini sorduk. “Filistinli bir arkadaşım, onların adamdan ziyade paraya ihtiyacı olduğunu söyledi” diye cevap verdi. “Bunun yanı sıra, sınırı geçmesi de zor” diye ekledi. Tutukluluğunda kötü muamele görüp görmediğini sorduğumda cevabı, “Allah’a şükür, iyiyim” oldu. Aynı soruyu tekrar sorduğumda, aynı yanıtı verdi.

Cılız, kara yüzlü bir Suriyeli imam – Şam’daki Hatice el Kübra Camii imamı – bu yıl şehirde farklı milliyetçi ve dini amaçlara sahip dört Suriyeli “militan grup”la olan toplantılarını, onlara katılmayı nasıl denediğini, fakat onların cihadçı değil, hırsız, katil ve tecavüzcü olduğunu fark ettiğini anlattı. Şeyh Ahmed Galibo da aynı şeyleri söyledi. Görüşme sırasında bu adamların isimlerini de söyleyen şeyh, grubun sırf şüphe üzerine, kendileriyle anlaşmazlığa düşenleri nasıl da tasfiye ettiklerini, “vücutlarını kestiklerini, kafalarını kopardıklarını ve lağıma attıklarını” dehşet içinde gördüğünü söyledi. Böyle yedi cinayete tanık olduğunu söyledi; nitekim cesetleri lağıma atılması Şam’da yaygın bir olay.

El Kübra Camiinde müftü olduğunu bilen ve dört köktenci liderle buluştuğunu bilen Suriye polisi, bu yılın 15 Nisan günü onu tutuklamış. Bize, her şeyi itiraf ettiğini, zira “bu militanların bir ‘Hür Ordu’ olmadığını” söyledi, sorgucuların kendisine çok iyi muamele ettiğinin altını çizdi, Suriye’de devrim kışkırtması yaptığı için Katar Emiri’ni kınadı ve serbest bırakılacağına inandığını söyledi: “çünkü pişmanım”.

Cuma Öztürk, Türkiye’nin güneydoğusundaki Gaziantep şehrinden gelmiş, anlattığına göre Suriye sınırını, Afganistan-Pakistan sınırındaki bir Taliban kampında geçen eğitim aylarından sonra geçmiş. Peştu – ya da Arapça – konuşamıyordu, fakat hamile karısı Mayuda’yı ve üç yaşındaki kızlarını Gaziantep’ten bırakarak Şam’a gitmiş. Cihaddan belli belirsiz şekilde bahsetti, fakat kendisinden bir “kaçakçı” yolundan Türkiye’den Suriye başkentine gitmesinin istendiğini ve sınırda kendisine başkalarının katılacağının söylendiğini aktardı. Kayınvalidesinin cenazesi için Halep’e geldiği zaman tutuklanmış. Kederli bir şekilde “Olanların hepsinden pişmanlık duyuyorum” dedi, “şimdi” kendisine iyi muamele edildiğini söyledi. Bizden, Türk yetkililerini hapishanede olduğu konusunda bilgilendirmemizi istedi.

Dört buçuk saat süren görüşmelerimiz sona erdiği zaman Suriyeli hapishane müdüründen tutuklulara aileleriyle daha fazla görüşme imkânı vermesini istedik, bu isteğimiz karşısında yüzüne yansıyan yorgun gülümseme, bunun onun yetkisi dışında olabileceğini gösteriyor. Aynı zamanda Muhammed el Abdullah için kâğıt-kalem istedik ve – sonuçsuz kalsa da – hapishanedeki kişilere uluslararası hukukun uygulanması gerektiğini söyledik. Tutuklular, dostane bir şekilde müdürün ellerini sıktılar, fakat fark ettiğim kadarıyla onlarla gömlekli istihbarat elemanı arasında pek sevgi kalmamıştı. Tutukluların her biri, geldikleri şekilde hücrelerine döndüler, başları eğik ve gözleri yere bakar halde.

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.