Özgündüz basına yansıyan şekliyle yeni “Mele” kadrosuyla ilgili değerlendirmelerde bulundu. İşte o mülakatın tam metni.
HÜRRİYET: Caferi hocalar din eğitimlerini nasıl alıyorlar?
ÖZGÜNDÜZ: Biz de medrese sistemi var. Bu medreseler İlahiyat Fakültesi bitirenlerden çok daha dini konuları derinlemesine bilen insanlar yetiştiriyor.
HÜRRİYET: Siz Diyanet'in kadrosunda mısınız?
ÖZGÜNDÜZ: Hayır.
HÜRRİYET: Medrese eğitimi dediniz, burada medrese mi var?
ÖZGÜNDÜZ: Hayır Irak Necef’te okudum.
HÜRRİYET: Neden yurt içinde eğitim almadınız?
ÖZGÜNDÜZ: Yurt içinde eğitim almamız yasal değil.
HÜRRİYET: Sizi alırlar mı Diyanet'e kadrolu din adamı olarak?
ÖZGÜNDÜZ: Bu sorudan ziyade biz o kadroya girer miyiz?
HÜRRİYET: Diyanet'in mele projesine nasıl bakıyorsunuz?
ÖZGÜNDÜZ: Türkiye’de mele bulamazsınız, mele yok. Molla var, Kürt vatandaşlarımız mele tabiri kullanıyorlar. Onların kendisine soracaksınız, bu tabiri kabul ediyor mu etmiyor mu? Biz onların yerine yanlıştır, yanlış kullanılmıştır, diyemeyiz.
HÜRRİYET: Yani Caferiler de mele diye bir şey yok diyorsunuz?
ÖZGÜNDÜZ: Biz de Caferiler de mele yok, molla tabiri de nadiren kullanılır. Genelde hoca, şeyh, ahunt tabirleri kullanılıyor.
HÜRRİYET: Bu yasa sizi kapsamıyor mu peki?
ÖZGÜNDÜZ: Bizi; Caferiler dediği bölümden itibaren ve Caferi hocalar dediği kısım bizi ilgilendiren kısımdır, mele farklı bir olay Güneydoğu vatandaşlarımızı ilgilendirir. Haberde Iğdır, Ardahan denmiş çok eksik bilgidir bu. Iğdır, Kars, Ardahan, Ağrı ata yurdu illerimizdir. Ama şu anda o illerin toplamında olan hoca sayısından daha fazlası göç münasebetiyle İstanbul’dadır. Yine bu dört ilin toplamından fazla Caferi, İstanbul’da yaşıyor. Türkiye genelinde üç milyon civarında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı var. Bunların hukuksal anlamda din hizmetlerine genel bütçeden pay ayrılıyorsa bu vatandaşların da payının verilmesi gerekir. Fakat kaygıların giderilmesi şartı ile.
HÜRRİYET: Nedir kaygı?
ÖZGÜNDÜZ: Asimilasyon. Yani din hizmetlerine ayrılan para, genel bütçeden olduğuna göre, kendi paramı kendime verecek. Ve kendi paramı kendime verirken de bir minnet koyup beni asimileye götürecekse, buna kesinlikle hayır. Bu camiada buna evet diyecek kimse yok. Diyanet'in şuan da yüz bin civarında kadrosu varsa ve benim nüfusum % 5 ise, demek ki benim de ihtiyacım beş bin kişilik bir kadrodur.
HÜRRİYET: Peki, sizin daha önce bir talebiniz oldu mu kadro verin diye?
ÖZGÜNDÜZ: Sayın Görmez'den önceki başkanların söylemleri genelde bize asimilasyon kaygısı yarattı. Ama Prof. Dr. Mehmet Görmez'in açılıma, hukuka, adalete inandığını, yakın olduğunu düşünüyorum. Biz, hemen ilk günden beş bin kadro verilsin, demiyoruz. Bu realitelerle örtüşmeyecek, çünkü beş bin kadromuz yok. Fakat hakkımız olan bu. Ne yazık ki yurt içinde eğitim imkanımız olmadığından bu sayıda din alimi yetiştirme şansımız olmamıştır. Yurt içi yurt dışında üç yüz civarında âlimimiz var.
Biz de ya hep ya hiç vardır. Bizim görüşümüz bu. Bizden tabiri caizse adam avlayarak aramıza fitne sokmaya çalışırsanız bu bizim sadece kaygımızı arttırır. Şu ana kadar bu denemeler de başarısız geçmiştir. Toplum tarafından onlar inancına ihanet etmiş insan olarak görülür. Bizim topluca buna kendi aramızda karar vermemiz ve Diyanet'le devletin bu konudaki yetkin etkin kurumu olarak bizim asimilasyon kaygılarımızı giderici yasal düzenlemenin yapılması kaydıyla, topyekûn kadrolaşma mümkündür. Ama filan kişi sevilendir, sayılandır. Bu takdir hakkı millete aittir, hükümete değil.
Zaten bizim âlimler sevilmese âlimlik yapamaz, mezhebin kriterleri de onu gerektiriyor. İmamın adil olması şartı var Caferilik'te. Adilse zaten halk tarafından sevilir, adil değilse zaten halk onu dışlar, imam olarak tanımaz yer vermez. Bu yüzden bizim âlimlerimizin hepsi sevilir, hepsi saygıdeğerdir.
Yasal düzenlemeyle kaygılarımız giderilirse biz de o zaman kadrolaşırız. Bu olmadan bizden belki zaafı olan % 1 kişi -bizim toplum onlara çürük ceviz diyor- çıksa da onlar ihanetkar olarak görülür ve başarı sağlamaz; toplum içerisindeki etkinliklerini kaybederler.
Onun için ya hep, ya hiç diyorum ben. Zaafı olan belki de ekonomik açıdan mecbur kalmış girmiş olsa da toplumda ki sevgi, saygısını yitiriyor, yazık ediyorlar, onu denediklerinde de bizim kaygımız artıyor; demek ki birer ikişer bizi av gözüyle görüyorlar, diyoruz. Bunlar toplumumuzun kaygısı daha da artıyor.
Köklü çözüm şudur; bizim camiaya var olan alimlere o kaygıyı giderici yasal düzenleme danışarak yapılacak, ondan sonra da hepsine bu kapı açılacak. Yani siz onların arasından kendinize uygun olanını seçmeyeceksiniz.
HÜRRİYET: Ama Sünnilerde de her İmam Hatibi bitiren âlim, imam kadrosu yer bulamıyor.
ÖZGÜNDÜZ: Evet, kaymakam oluyor, vali oluyor, bakan oluyor, başbakan oluyor doğru diyorsunuz onlar İmamlığa tenezzül etmiyor.
HÜRRİYET: Hayır, yani işsizleri de var demek istedim içlerinde.
ÖZGÜNDÜZ: İmam Hatip’i bitirip işsiz olan yoktur, bana örnek gösteremezsiniz. Zaten bu ülkede nerdeyse İmam Hatip Lisesi düz liseden daha çok nerdeyse. Ama bizim meselemiz o değil. Alim sayımız ihtiyacımızın % 10’u kadar bile değil. Siz onların da arasına fitne sokarsanız o zaman samimiyetinizden kuşku duyarız.
HÜRRİYET: Yani siz Diyanet'in bu yaptığını fitne olarak görüyorsunuz öyle mi?
ÖZGÜNDÜZ: Hayır böyle derseniz bizim de yanlış anlaşılmamıza vesile olursunuz. Üç beş kişi siz aramızdan seçerek, gelin size kadro verelim, derseniz bu bizim toplumda ancak kaygı yaratır. O üç beş kişinin saygınlığını da ortadan kaldırır. Siz önce yasal düzenlemeyle kaygıyı gidereceksiniz, % 10'u vereceksiniz, açacaksınız kapıyı, müzakereler başlayacak. Zaten Diyanet İşleri Başkanımız da buna yakın bir insan.
HÜRRİYET: Yani bunu bir adım olarak göremez misiniz?
ÖZGÜNDÜZ: Hayır. Bakın yanlış şey yazarsanız bizi sıkıntıya sokarsınız bizde feveran ederiz ertesi gün yalan yazmıştır diye, dava açarız biz böyle dememişiz diye. Ben çok kısa olarak sözün özü şudur diyorum; bu toplumun asimilasyon kaygısını giderecek yasal düzenlemenin müzakereyle, danışarak yapılması bu kaygıların giderilmesi ondan sonra da sizin seçmeniz değil, bu toplumun âlim deyip arkasından namaz kıldığı bütün insanlara bu kapıyı açacaksınız, hepsi sevilendir.
Siz av gibi avlamaya çalışırsanız üçünü oradan ikisini buradan beşini şuradan O zaman onlara da yazık edersiniz toplum da. Bu kaygıyı daha da artırırsınız.
Ama Diyanet işleri Başkanımızın bu nokta da iyi niyetli, açılıma hukuka yatkın bir insan olduğunu görüyoruz. Öncekilerde görmediğimiz bir perspektif genişliğini kendisinde görüyoruz. Bu yıl ki Aşura’ya gösterdiği ilgi de bizi memnun etti. Yani iyi niyet adımı olarak değerlendireceğimiz tavırdı. Hurafeden uzak, Nuh’un gemisi, Âdem’in tövbesine bağlamadan İmam Huseyn’in Aşura’sı olarak anılması, bu Diyanet İşleri Başkanımız döneminde oluyor. Bunlar bir ilk. Bunu iyi niyetli bir adım olarak görüyorum.
Dediğim gibi yasalar düzenlenmeden, kaygılar giderilmeden ava çıkarsanız bazen ava çıkan avlanır, hem devlete olan güveni azaltırsınız -doğmuş olan bu fırsat kaçar- hem de o insanlara yazık edersiniz, toplumun güvenini sarsarsınız.
Realite bu. Realiteyi görerek bu işi yaparsanız doğru yaparsınız. İyi niyetle yapıyorsanız realiteyi doğru tespit etmek lazım.
13 Aralık 2011