Kaç kişi vardı Hz. Hüseyin’in safında?
Bin üç yüz kişi olduğu söylenir. İmam Hüseyin (as) hepsini dağıttı. Kalanlar zorla kaldı. “Bin defa ölüp dirilsek senden yine ayrılmayız” deyip ısrarla kalanlar oldu. Yoksa hepsine “Bunların derdi benimledir” dedi. Son anında bile yani bıraksalar yine kan kaybından ölecek o an bile Resulullah’la olan bağını hatırlatarak yine yardım talebinde bulunmuyor. Yanlıştan dönmesini istiyor insanların ve savaşmamak için, kan dökülmemesi için de elinden geleni yapıyor. Bütün önerileri, imkanları zorluyor. Mesela Medine’de bu teklif kendine geldiğinde Mekke’ye gitmiştir, cahiliye döneminde bile orada kan dökmek yasaktı. Mekke’ye iltica etmiş adeta. Ama orada da Yezid’in terör çetesi rahat bırakmamış. Oradan da kan dökülmesin diye çıkmıştır. Ha, o sırada kendisine Kufe’den mektuplar gelmişti. Oraya gitmeyi tercih etti, çünkü çağrılmadığı yere gidip kimsenin başına bela olmak istemedi. Oraya gelirken yolda onların döndüğünü öğreniyor. Kufe üzerinden Kerbela Çölü’ne gidiyor. Kerbela, bütün kaynakların gösterdiği, Hz. Resulullah’ın ve Hz. Ali’nin de bildirmiş olduğu gibi, taktir-i ilahidir ve Hüseyin’in minası, kurbangahı olmuştur. Bu herhangi bir isyan değildir. Tarihte birçok kalkışma olmuştur. İstibdata karşı hareketler olmuştur, savaşlar olmuştur. Neden Hüseyin’inki böyle kalıcı, zinde ve diridir? Çünkü Kuran zindedir, eskimiyor. Kurani bir duruştu, ilkeli bir duruştu Hüseyin’inki. Hareketin başladığı andan şehadetine kadar ilkeden sapmamış, ilkeli duruş, ilkeyle mukayyet duruş, haklı başlayıp haklı devam ettirip, haklı sürdürüp, haklı bitirme… Ve en küçük bir haksızlığın işin içine katılmasına izin vermemiş, hatta kendisiyle gelenlere “Boynunda kul hakkı olanlar katılmasın bana” , yani “Ben zulme karşı adaletin savaşını verirken, kendisi zalim olan birisinin bu harekete katılmasını istemiyorum,” demiştir.
Hz. Hüseyin, bir yönüyle mutlak adaletin savaşçısı ve kurbanı o halde?
Evet… Babası da, Hz. Ali Efendimiz de bu ilke uğruna şehit olmuştu. Adaletin savaşını verirken, kendisi adil değilse bunu nasıl gerçekleştirecek? Başkasının hakkı boynunda ise, sen de kendi çapında bir zalimsin demektir. Yanıma gelsin de kim gelirse gelsin anlayışı değil bu. Adaletin zulme karşı savaşıdır madem, mutlak adalet, mutlak haklılık, hak o ölçünün muhafaza edilmesine azami dikkati göstermiştir. Kalıcı kılan en önemli boyutu bu. Tabii ki ölüme gidiyorken yüzlerce kilometrelik yola ailesini de yanına götürmesinin de ayrıca anlamı vardı. Çünkü, eğer onları götürmeseydi bu sefer tarihe bir şahit lazım, bir tarih, bir vakanuvistlik lazım. Bu işi Yezid’in tarafına bırakacak olsaydı o zaman çarpıtılacaktı. Kerbela destanı gelecek kuşaklara ve o günkü Müslümanlara doğru aktarılmayacaktı. Tanıklarını yanında götürdü. Ali kızı Zeyneb’i yanında götürmesinin, üç yaşındaki kızını yanında götürmesinin, eşini yanında götürmesinin altında yatan sebep, tarihin doğru tanıklarını yani düşmanın, zalimin çarpıtmasına müsaade etmemek. Tabii ki bu “Eğer bu dünyanın en mükemmel medeniyeti, Muhammed’in dini benim kanım dökülmeden ayakta durmayacaksa, öyleyse can feda. Kılıçlar, alın beni.” İnsanlığa doğmuş bu emsalsiz, kusursuz medeniyeti korumak için kendini feda etti. Dolayısıyla insanlığa, insanlığın kurtuluşuna, özgürlüğe, adalete, ilkeye, Kuran’a, İslam’a kendisini feda etti. Kendisini feda etmekle kalmadı, en yakınları, en sevdikleri, kardeşleri, oğulları, şehitlerin yaklaşık yirmisi kendi ailesinden. Kardeşleri, kardeş oğulları, kendi oğulları… Bu her adamın işi değil. Bu ölümden sonra onlar esir alınacaktı. Şehir şehir dolaştırılacaktı. Onlar tarihe şahitlik edecekler, vakayı doğru bir şekilde insanlığa, tarihe aktaracakları ama bunun içinde büyük musibetlere göğüs germek, belalara göğüs germek gerekirdi. Bunun hepsini kendini ailesi üzerinde toplayarak kabullenmiştir. Onun için Hüseyin’e borcu vardır. Minnet, şükran borcu vardır. Hakikaten eğer Hüseyin’in o şahane duruşu olmasaydı. Yezid cahiliye dönemini yeniden hortlatacaktı. Dolayısıyla İslam’ı yaşattı, korudu. Emevi saltanatı da bin aydan fazla sürmedi. Selam olsun Hüseyin’e ve şahsında bütün şehitlerimize. Çanakkale’ye kadar, günümüze kadar ilkeleri uğruna, özgürlük ve adalet uğruna can vermiş şehitlerimizin cümlesine selam olsun diyorum.
09 Mart 2011