“Ben ilmin şehriyim, Ali kapısıdır” hadisini nasıl anlamak lazım?”
Peygamberimiz buyurmuştur: “Ben ilmin şehriyim, Ali kapısıdır.” Başka ibareyle “Ben hikmet eviyim, Ali kapısıdır. İlim ve hikmet isteyen işte o kapıya gelsin.” Yani Müslümanların, ilim isteyenlerin, ilim peşinde olanların uğrayacağı adres Hz. Ali olmalıdır. Çeşitli vesilelerle sahabelerden de, Hz. Ömer’den defalarca “Ali’nin hakem olmadığı bir problemden Allah’a sığınırım” rivayet edilmiştir. İlmi problemlerde halifeler genelde Hz. Ali meseleleri çözerdi. Hz. Ebubekir döneminde de bu böyle olmuştur. Peygamberimizden sonra ilim peşinde olanla bu kapıya müracaat etmeli, yani adres olarak insanlara, bilgi susamışlarına o kapıyı adres olarak göstermiştir.
Hz. Ali’yi yeterince biliyor, tanıyor muyuz?
Hakkıyla tanınmıyor desem milletimize haksızlık edeceğim. Daha başka ülkelerde daha güzel tanınıyor demiş olacağım. Ondan korkuyorum, ama Hz. Ali deyince elinde Zülfikar, savaş meydanındaki bir kahraman hep akla gelir. Hep Hayber Kalesi’nin kapısını kopartan Ali akla gelir, fakat bilge Ali, bilgin Ali, zahit Ali, arif Ali hep ihmal edilir. Oysaki bunların her birinde, cihatta da bir numara olduğu gibi ilimde de bir numaraydı. Takvada da imamu’l-muttakindi. Zühtte de kimse kimse ondan daha zahit olmamıştır. Yani, neden, “Ben ilmin şehriyim, kapısı Ali’dir” denmiştir. Bu bir Peygamber ağzından çok çok anlamlıdır. Bizim ağzımızdan asabiyet ifadesi olabilir, akrabalık taassubu gibi, ama bir peygamberin ağzından bu söz çok anlamlıdır. Keza birçok kaynakta, “Sizinle savaşan benimle savaşmıştır. Sizin savaşınız benim savaşım, sizin barışınız benim barışım” anlamında bir rivayet vardır. Ali’nin yanlış savaşı olmaz. Ali’nin haksız savaşı olmaz. Ya bilgisizlikten ya da ilkesizlikten kaynaklanan yanlışı olmaz. Peygamber üstleniyor çünkü, savaşını da üstleniyor. Peygamber üstlenmiş olduğuna göre, “biz Peygamber’den sonra Allah’ın selamı kendisine olsun, adres olarak, ilim ve hikmet adresi olarak Ali’nin kapısına gitmek durumundayız.”Bunu bize bildirmek istiyor Resulullah.
Allah Resulü için, “O konuşan Kuran’dı” rivayeti de var. Yine Sıffin’de, Hz. Ali Efendimiz, “vakıfun” tabir edilen kararsızlara, “Nereye gidiyorsunuz, Kuran benim” buyuruyor. Bunu nasıl yorumlamak gerekiyor?
“Ben konuşan Kuran’ım” sözü, Hz. Ali’ye nisbet ediliyor. Bir başka rivayette şöyle deniyor: “Kuran da insan gibidir. Zahiri vardır. Bir de batını vardır.” Tabi ki bu hadislerden, sözlerden bazılarımız oluşturduğumuz, kurumsallaştırdığımız tarikatımız için, şeyhliğimiz için, ne bileyim ideallerimiz için istifade ediyoruz, yani kendimize göre yorumlamaya çalışıyoruz. Kimimiz mesela batın varsa biz batına gidiyoruz, Kuran’ın zahirini hükümsüz gibi sayarak Bu yanlış bir defa. Bunu bir kenara koyalım. Birimiz zahire göre amel ediyoruz, birimiz batına. Kuran’ın zahiri de, batını da bizim içindir. Kuran’ın zahirinden de gaflet edemeyiz, batınından da gaflet edemeyiz ve öncelikle zahirine amel edip Allah öncelik ona vermiş ki, zahirde ne demek istemişse zahir lafzen onu yüklemiştir. Allah, batını ilim dehası olanlara bırakmıştır. Her dereden çıkan bir şeyhe bırakmamıştır onu.
İnsan gibidir Kuran, zahiri ve batını vardır. Hz. Ali bir insan-ı kamil olarak bunun tam mazharıdır bir, ikincisi Kuran nasıl yaşanır? Yani Kuran’ı bir insan nasıl yaşar, nasıl davranır, tavırları nasıl olur? Hz. Ali’ye bakın onu göreceksiniz. Canlı Kuran’dır. “Bana bakın. Kuran nasıl yaşanır onu iktibas edin.”Bu anlamda buyurmuştur.
02 Mart 2011