Kureyş'in ileri gelen zengin kadınlarından biri tarafından veril olarak Şam'a yaptığı ticaret seferi, bir yere kadar onun mali durumunu iyileştirdi. Kureyş gencinin yiğitliği ve becerikliliği Hatice’nin hoşuna gitmişti. Ödül olarak anlaştıkları meblağdan fazla vermek istedi. Fakat Kureyş genci, sadece anlaştıkları meblağı aldı. Daha sonra Ebu Talib'in evine gitti ve kazancının hepsini amcasına verdi.
Gözü yolda olan amca, babası ve kardeşinin yadigârını görünce gözlerinden sevinç gözyaşları döküldü. Yeğeninin ticaret işinde başarılı olduğuna çok sevindi ve ticarete devam etmesi için iki at ve iki deveyi onun ihtiyarına bıraktı. Bu seferde kazandığı parayla da onu evlendirmek istedi.
Bu şartlarda Resulullah da (s.a.v) kesin olarak bir hayat ortağı seçmeyi kararlaştırdı. Fakat nasıl oldu ki kur'a Hatice'nin adına çıktı? Hâlbuki daha önce Hatice, Akabe b. Ebi Mut, Ebu Cehl ve Ebu Süfyan gibi Kureyş eşraflarının kendisiyle evlenme hususundaki tekliflerini reddetmişti. Yaşam açısından tamamen değişik seviyede olan bu iki şahsı, ne gibi sebepler acaba böyle birbirine yaklaştırdı ve aralarında öyle bir ülfet, muhabbet ve maneviyat icat etti ki, Hatice bütün servetini Tevhit ve Hak kelimesini yüceltme yolunda harcaması için Muhammed'in (s.a.v) ihtiyarına bıraktı. Dört tarafına fildişi ve sedefle süslenen koltukları dizilmiş, Hindistan ipekleri ve İran altın sırmalı perdeleriyle süslenmiş bir ev, nasıl oldu da Müslümanların sığınağı haline geldi?!
Bütün bunların sebebini, Hatice'nin hayat sayfalarında aramalıyız. Sabit, pak ve manevi bir kaynağı olmaksızın bu gibi fedakârlıklar yapılamaz, kesinlikle.
Bu izdivaç, Hatice’nin Kureyş azizinin(Resül-i Ekrem) takva, iffet ve emanet tarlığına olan inancının sonucudur. Tarihin sayfaları da buna şahittir. Hatice’nin fazileti hakkında varit olan hadiseler de bunu daha da bir aydınlatmaktadır.
Hatice temiz ve afif bir kadın olduğu için daima takvalı ve temiz bir koca peşindeydi. Bu yüzden Peygamber onun hakkında şöyle buyurmuştur: "Hatice, faziletli cennet kadınlarındandır." Kadınlardan Peygamber'e ilk iman eden Hatice’ydi. Emirülmüminin, Bi’setin evvelinde İslam'ın yalnızlığına işaret ettiği bir hutbesinde şöyle buyuruyor: "O gün Resulullah (s.a.v) ile Hatice'den başkasının evinde İslam yoktu; ben de onların üçüncüsüydüm." İbn-i Esir yazıyor ki: "Afif adında bir tüccar Mescid-i Haram'a varit oldu. Resulullah, Hatice ve Ali'den oluşan üç kişilik bir cemaatin Allah'a ibadet ettiğini gördü. O Allah ki, bölge halkı onu unutmuş, yerine sahte ilahlara tapıyordu. Bu hali görünce çok şaşırdı. Hakikati bilmek için Peygamberin amcası Abbas ile görüştü ve gördüğünü ona anlatarak "Bunlar kimdir" diye sordu. Abbas : "Birincisi, dedi; peygamberlik iddia ediyor, o kadın da onun hanımı Hatice'dir, üçüncüsü de yeğenim Ali'dir." Ve şöyle devam etti: "Bütün yeryüzünde bu üç kişiden başka bir kimsenin bu din üzere olduğunu bilmiyorum. "
Allâme Cafer Subhânî’nin Ebediyet Nuru eserinden