Selman-i Farisi’nin İslam’a Yönelişi
İmam Musa bin Cafer (a.s)’dan Selman-i Farisi’nin nasıl Müslüman olduğu sorulunca şöyle buyurdular: “Emir’ul- Muminin Ali (a.s), Selman-i Farisi, Ebuzer-i Gifari ve Kureyş’ten bir grup cemaat Peygamber (s.a.a)’in kabrinin yanında toplandıkları bir sırada Hz. Ali (a.s) Selman’a: “Ya Eba Abdillah, nereden gelip nasıl Müslüman olduğunu bize anlatır mısın?” dediğinde, Selman-i Farisi şöyle dedi:
“Ya Emir’el Müminin! Eğer senden başkası böyle bir istekte bulunmuş olsaydı, ona anlatmazdım. Ben İsfahan’ın “Cîy” köyündenim (Başka bir nakilde Şirazlı olduğu geçer) ve babam çiftçi birisi idi. Beni haddinden fazla seviyordu ve bundan dolayı evden dışarıya çıkmama izin vermiyordu. Ben çocukluğum sebebiyle Mecus dininden başka inançlardan haberdar değildim.
Babamın bir tarlası vardı. Bir gün tarlaya gidip orada çalışanlara bir şeyler söylememi emretti. Tarlaya gitmek için evden dışarı çıktım ve yolda Hıristiyan’ların kilisesine uğradım. Orada bir grup cemaatin namaz ve duayla meşgul olduğunu gördüm. Daha fazla bilgi edinmek için kiliseye girdim. Oradaki insanların Allah’a yalvarıp yakarışları beni kendilerine cezp etti. Oradakilerin dininin benim babalarımın dininden daha iyi olduğunu anladım. Akşam olunca eve döndüm. Babam: “Nerede idin, neden geç geldin?” diye sordu.
Cevaben: “Hıristiyanların kilisesine gitmiştim; onların dinî merasim, namaz ve ibadetleri benim ilgimi çekti; onların dininin babalarımın dininden daha üstün olduğunun farkına vardım” dedim.
Babam: “Senin babalarının dini daha üstündür” dedi.
Ben: “Hayır, onların dini daha üstündür. Onlar Allah’a tapıyorlar; O’na ibadet ve kulluk ediyorlar. Ama siz, kendi elinizle yaktığınız ateşe tapıyorsunuz; el çektiğinizde ise o sönüyor” dedim.
Babam, bu sözlerimden dolayı sinirlenerek beni hapsetti ve ayağıma kelepçe vurdu.
Birisi vasıtasıyla Hıristiyanlara bir mesaj göndererek onların dinini kabul ettiğimi ve onların dini merkezinin nerede olduğunu sordum.
Cevaben: “Şam’dadır” dediler.
Yine onlara bir mesaj göndererek: “Şam’dan bir kervan gelirse, döndüğü zaman onlarla beraber Şam’a gitmem için bana haber verin” dedim. Bir ticaret kervanı Şam’dan gelir gelmez, ayağımdaki zinciri açıp onlarla birlikte Şam’a gittim.
Selman Hıristiyan Oskoflarının Mektebinde Şam’a ulaştığımda: “Hıristiyan dininin en büyük âlimi kimdir?” diye sordum. “Kilisenin reisi Oskof’tur” dediler. Onun yanına vararak dedim ki: “Sizin hizmetinizde olmak istiyorum, beni eğitin.” O da ricamı kabul etti.
Bir müddet onun yanında ilim tahsil ettim. O dünya seven birisi idi, onu fazla sevmiyordum… Nihayet bu dünyadan göçtü. Onun yerine geçen şahıs, zahit ve takvalı birisi idi. Bir süre istek ve rağbetle yanında kaldım. Ama çok geçmeksizin o da dünyayla vedalaştı.
O vefat etmeden önce, ondan: “Sizden sonra kimin yanına gideyim, kimi tavsiye ediyorsunuz?” diye bana yardımcı olmasını istedim.
Cevaben: “Evladım, ben Musil’de takvalı bir âlim tanıyorum; vefatımdan sonra onun yanına git” dedi.
Ben Musil’e giderek o âlimin yanına gittim ve: “Filan Oskof beni size gönderdi” dedim. Bir müddet de onun yanında kaldım. Nihayet onun da ölümü yetişti. Son anlarında ona: “Artık siz dünyadan ayrılıyorsunuz; bana kimin yanına gitmemi tavsiye ediyorsunuz?” diye sordum.
Cevaben: “Oğlum! Nasibin’de çok değerli bir alim vardır; onun yanına git. Ben ondan daha iyi birini tanımıyorum” dedi.
Onun ölümünden sonra Nasibin’e giderek o âlimin huzuruna vardım; o değerli birisi idi. Bir müddet de onun yanında kaldım ve sonunda onun da ölüm zamanı yetişti. Ölüm zamanı o, Amuriye’de (Şam şehirlerinden biri) bulunan bir âlimin yanına gitmemi tavsiye etti. Ben Amuriye’ye giderek onun tavsiye ettiği Hıristiyan aliminin yanına gittim. O da iyi birisi idi, bir müddet de onun yanında ilim tahsil etmekle meşgul oldum… Onun da eceli yetişti. Ona: “Kimin yanına gitmemi tavsiye ediyorsunuz?” dedim.
Cevaben şöyle dedi: “Kendim gibi birini tanımıyorum. Ama çok yakın bir zamanda Arap memleketinde bir Peygamber meb’us olacaktır. O peygamber kendi doğduğu yerden (Mekke’den) çok hurmalıklı ve iki taşlı çölün arasında yer alan bölgeye (Medine’ye) hicret edecektir. O peygamberin özellikleri şunlardır:
1- Onun iki omzu arasında nübüvvet damgası vardır.
2- Hediyeyi kabul eder ve ondan yer.
3- Sadakayı kabul etmez.
Bu nişanelerle onu iyice tanıyabilirsin. Kendinizi ona ulaştırmanız gerekir.
Selman Medine’ye Hareket Ediyor
O âlimin vefatından sonra, ticaret için Arabistan’a hareket etmek isteyen bir kervana: “Tüm sermayemi size verirsem, beni de kendinizle birlikte götürür müsünüz?” diye öneride bulundum. Onlar da kabul ettiler. Ama yolun yarısında bana hıyanet ederek bir köle adıyla Yahudilerden birisine sattılar. Beni alan adam, beni evinin bulunduğu hurmalıklı bir yere götürdü. Ben orası vaat edilen bölge olduğu ümidiyle onların yanında yaşıyordum. Ama sonradan anladım ki orası vaat edilen bölge değilmiş. Nihayet Benikurayza Yahudilerinden biri beni o Yahudi’den alarak kendisiyle birlikte Medine’ye götürdü.
Medine’yi gördüğümde duymuş olduğum nişanelerle oranın, Peygamber (s.a.a)’in hicret edeceği yer olduğunu anlamış oldum ve onun bahçesinde sevinçle çalışmakla meşgul oldum. Hz. Muhammed (s.a.a)’in zuhurunu beklediğim bir sırada O Hazretin Mekke’de zuhur ettiğini öğrenmiş oldum.
Köle olduğumdan dolayı fazla araştırma yapamıyordum. Nihayet Peygamber (s.a.a) birkaç ashabıyla birlikte Medine’ye hicret ederek “Kuba” isminde bir yere geldiler.
Selman Hz. Peygamber (s.a.a)’i Tanımak Peşinde
Ben geceleyin kendimle biraz yiyecek götürüp efendimin evinden gizlice dışarı çıktım. Kuba’da Peygamber (s.a.a)’in yanına vardığımda dedim ki: Duyduğuma göre siz salih bir insansınız ve bir grup insanlar da size uymuşlardır. Ben kendimle fakirlere mahsus olan bir miktar sadaka getirmişim; siz de fakir olduğunuz için bunu benden kabul ediniz.
Peygamber (s.a.a) ashabına: “Onun getirdiği yiyecekten yiyiniz” buyurdu. Ama kendisi yemedi. Ben kendi kendime: “Onun, sadaka olan maldan bir şey yememesi, bana söylenilen peygamberlik özelliklerinden biridir” dedim. Daha sonra bulunduğum eve döndüm. Hz. Peygamber (s.a.a)’de Medine’ye geldi. Ben yine kendimle bir miktar yiyecek Peygamber (s.a.a)’in yanına götürerek: “Sizin sadaka olan maldan bir şey yemediğinizi gördüğümden dolayı bunu hediye olarak size getirdim” dedim. Hz. Peygamber ve ashabı hep birlikte o yiyecekten yediler. Kendi kendime dedim ki: “Hediyeyi kabul etmesi de peygamberlik özelliklerinden ikincisidir.” Daha sonra büyük bir sevinçle eve döndüm. Üçüncü özellik peşinde idim. Tekrar Peygamber (s.a.a)’in yanına gittim. Hazret ashabıyla birlikte cenaze merasimine katılıp bir cenazeyi teşyi ediyorlardı. Üzerinde iki aba vardı; onlardan birini giyip diğerini ise, omzuna atmıştı. Peygamberlik nişanesi olan damgayı görmek için Peygamber (s.a.a)’in etrafında dolaşıyordum. Benim ne için dolaştığımın farkına vardığında abayı omzundan kaldırdı. Peygamberlik damgası ve nişanesini bana söyledikleri gibi gördüm. Kendimi O’nun ayağına atarak öpüp ağladım. Beni kendi yanına çağırdı, ben de gidip O’nun kenarında oturdum. Peygamber (s.a.a) başımdan geçen olayları ashaba anlatmamı istedi. Ben de başımdan geçen macerayı evvelden sonuna kadar anlattım. İşte o zamandan itibaren İslam’ı kabul edip Müslüman oldum.
Köle olduğumdan dolayı İslam programlarından serbestçe yararlanamıyordum. İşte bundan dolayı İslam Peygamber’inin önerisi üzerine beni alan efendimle, beni aldığı parayı ona yavaş yavaş ödeyerek hür olmam için bir antlaşma yaptık. Müslümanların yardımı ve Allah’ın lütfüyle özgürlüğe kavuştum. Şimdi bir Müslüman olarak özgürce yaşıyorum. Gerçi köle olduğumdan dolayı Resulullah (s.a.a)’in kenarında Bedir ve Uhud savaşlarına katılamadım. Ama Hendek ve diğer savaşlara katıldım.”
(Bihar'ul Envar, C. 22, S. 355 ve 362)
12 Ocak 2011