Sevgili müminler, Zeynebiye’nin başlattığı Ehlibeyt hareketi, Aşura programı uluslar arası bir boyut kazandı. Ehlibeyt kültürü, sevgisi, bu ülkede zaten var idi, ancak yer yer sekteye uğramıştı. Bunu ihya etmek noktasında her bireriniz pay sahibisiniz.
Her yıl düzenlenen Aşura programı, Kerbela’da değil, Necef’te değil Kum’da değil, Meşhed’de değil, İstanbul’da Zeynebiye’dedir, diyorlar. Aldığımız bilgiler, edindiğimiz intiba bu yöndedir. Ben bunu bir Mercii taklidin ağa zadesinin ağzından duydum, devlet düzeyinde başkaları verdikleri uğraşıda en güzel tören bizde biz bu konuda bir numarayız demelerine rağmen, UNESCO hayır bir numara Halkalı Zeynebiye’dir demiştir.
Ehlibeyte düşmanlık konusunda, Peygamberlerin ve imamların buyruklarını söylüyorum, Sünni kaynakları da bu konuyla dolu, Ehlibeyt’le kim düşman olur sualine yanıt olarak, nesebi düzgün adam, Ehlibeyt’e düşman olmaz, Ehlibeyt’in düşmanına dost olmaz. Nesebi düzgün adam, Ali’yle Fatıma’yla Hasan’la Hüseyin’le savaşmaz. Onlarla savaşmak, Peygamberle savaşmaktır, Hasan’la savaşmak, fahri alemle savaşmaktır. Sünni kaynakları bunlarla dolu, kimse de aksini inkâr edemez. Onlara düşman olana Allah rahmetini keser.
Risalet-i Muhammediye ki sadece insanlara değil bütün evrene ve evrende ne varsa dünya ve ahrete yayılan en geniş rahmettir, Allah’ın rahmetinin tecellisidir. Bu rahmetin ücreti Al-i Muhammed’in tarafında olmak ve Ehlibeyt’e gönülden bağlı olmaktır. Bu bize Kur’an’ın emridir. O ücreti ödemeyen, yani Ehlibeyt’le düşman olup, düşmanlarının avukatlığını yapanlara, Peygamber Ehlibeytinin alemlere şamil olan rahmeti onlara olmayacaktır.
Aşura öncesinde yurt dışında yayın yapan bir televizyon kanalına verdiğim röportajda da dediğim gibi, bu Aşura, buradan yayılan Ehlibeyt aşkının resmidir. Ehlibeyt’in sözleri, yolu, tarafı, duruşu, orjinalinden alınan ve her çiçekten toplanan balın misalidir. Biz bu balı, sahte bal değil, şeker balı değil, her çiçekten ve en güzel çiçeklerden alınmış bal olarak görüyor ve böyle olmasını istiyoruz.
Biz onun içine katkı maddesi karıştırmazsak, o balın tadına doyum olmaz ve herkes o balın müşterisi olur. Yeter ki bizler orijinalini bozmayalım. İşte bizim imamlarımız da bunu diyor. O güzel sözlerimizi o güzel duruşumuzu aktarın, bunu yaparsanız herkes bize uyar, herkes o orijinal balın müşterisidir. O güzelliklerin müşterisidir.
Peki, niye almıyorlar? Soruruna gelince, o bala sirke kattılar, o bala kokmuş soğan kattılar. Orijinalini nakletmediler, hurafeler karıştırdılar. O Müslümanlar ki hedef kitlesiydi, Peygamber’i ve Ehlibeyti o kitleye anlatma görevi sana verilmişti, ama sen onlara sövmekle başladın.
Benim lanetlediklerimi 1,5 milyarın en az 1,3 yüz milyonu benle beraber lanetler, ama öyle mi yapıldı? Onun sevdiklerinin hepsine sövdün, söverek başladın diye artık ona söz dinleme, seni anlama şansı vermedin, o seni anlamadı, asabiyet damarına bastın. Bu konuda yanlış yapılmıştır.
İşte bu hareket, Zeynebiye hareketi, söz birliği içerisinde küfürsüz, Ehlibeyt’in güzelliklerini ortaya koyacağız. Kırıp dökmeden, içine kokmuş soğan katmadan, insanlara o balı sunacağız elimizden geldiği kadar.
Bunu yaptığımız içindir ki dünya bugün seni selamlıyor. Sen dünyaya bal verdin, bozulmamış orijinal bal. Soğan karışmamış, sirke karışmamış, şekerden de tutulmamış orijinal çiçek balı sundun. Az veya çok sundun ama orijinalini sundun. Onun için dünya seni selamlıyor. Büyük imkânlarla mı bunu yaptın? Yok, işte bu çamurun bu derenin dibinde başladın, bir avuç insanla, bir avuç fakr-u zaruret içerisindeki insanla başladın. Ama muhlis insanlarla bunu yaptık ve Allah’a hamdolsun bugüne geldik.
Artık dünyanın güneyinde, kuzeyinde doğusunda, batısında bütün güzellikleriyle senin Aşura’n yankılanıyor. Kan dökerek değil, kan verip cankurtaran bir misyonla yine örnek oldun. Allah sizi var etsin! Bu toplulukla sen değil bırak yabancılar, Siyonistler, emperyalistler, onların uşakları, İslam’ın yüz karaları İngiliz kurması Vahabi anlayış, tekfirci anlayış r uğraşsın.
Ama sözüm ona ben de sizdenim diyen, sözüm ona soyu sopu bizden olan insanlar, bununla iftihar etmesi gerekirken, sizinle niye uğraşırlar? Çekemezlik değil mi? Çekememezlik de öyle bir şey ki, adamın imanını suyun tuzu erittiği, ateşin odunu yakıp kül ettiği gibi imanı öylesine yakıp kül ediyor iman bırakmıyor. Bu hadisler muteber, sahih ve en değerli hadis kaynaklarımızdadır. Hased, iman bırakmıyor insanda. Sadece imanını da yemiyor, haset insanın aklını da yiyor, aklını da başından alıyor. Artık mutedil davranamıyor.
Abbasi halifelerinden biri, hasetçi birinin mantığını çözmek amacıyla ona bir teklifte bulunur: Ne istersen iste benden, ama şunu bil ki ne istersen komşuna da iki katını vereceğim. Hasetçi ne isterse iki katına komşusunun sahibi olacağını düşündükçe vazgeçer. En sonunda, “Padişahım benim bir gözümü çıkar, komşumun iki gözünü çıkar” der. Hakikaten işte o haset insanları yiyip bitiriyor. -Allah şifa versin, ne yazık ki İmam Ali bu hastalığın şifası da yoktur buyuruyor.
Otuz senelik tecrübemiz de bunu gösteriyor, burayı kıskananlar ne zaman şifa bulmuşlar ki? Allah şahit, artık siz dünyayı selama durdurdunuz, doğruyu yaptınız ki müçtehitler, mercii taklit, İran İslam İnkılabı Rehberi en üst düzeyde adamını buraya gönderdi, selamını teyidini gönderdi, yani tasdik ediyorlar. Dost tasdikledi, düşman tasdikledi, demek ki hata bizdeymiş diyeni gördünüz mü?
Bazıları bu camia konusunda kandırılmış, "bu kötü adamdır" diye ant içmişler; o kandırıldığını anladığında pişman olup gelmiştir, benim yüzüme de bunu diyen çok oldu. Ama bu kıskananlardan birisi, erkek gibi yüzümüze çıkıp siz yanlış yapıyorsunuz diyememiş ki diyemiyor zaten. Yüzümüze karşı Allah şahit iyi işler yapıyorsunuz diyor, arkanı döner dönmez de fitne kaynatıyor, yalan haberler uyduruyor.
Birisi tövbe etti mi etmedi. Niye? Çünkü haset iman bırakmamış. Burada fitne çıkarmak bile istediler, o cüreti bile gösterdiler. Buna kimse cüret göstermedi, bunlar ona bile cesaret ettiler. Akıl kalmıyor ki başta. "Bu insanlar Allah’tan başka hiçbir güç karşısında diz çökmemiş ki? Ben ne yaptığımın farkında mıyım? Demediler; bu kadarını bile anlayamadılar. Bu toplum mümindir, her bireri aslandır, anlamıyor işte, tahrik ediyor.
Bir iki seneden beridir, bazı siyasete oynayanlar da kendi at gözlükleriyle bakarak, "benim bu işteki kârım nedir" Diyerek kişisel karlarını güdüyorlar, bu kavmi kendi siyasi emellerine nasıl alet edebilirler, onun derdindeler. Halk uyandıkça, buna Zeynebiye vesile oldukça, o at gözlüğüyle, içinde kıskançlık başlıyor, o da Zeynebiye’yle uğraşıyor, Zeynebiye’yle uğraştıkça da gözden düşüyor.
Elin gözü terazidir. Bir siyasi koltuk kapayım diye bu milleti satanla, bu milleti yücelteyim diye canını ortaya koyan bir oluşumu millet bir tutmaz. Bu yüzden burayla uğraştıkça batıp düşüyor ama akıllanmıyorlar. Yalanları ortaya çıktıkça batıp çöküyorlar ama akıllanmıyorlar. Bulundukları yerde milleti nasıl satmış veya bulunduğu partide milleti nasıl satmış, birçoğuna ben şahidim ve biliyorum. Aday adaylığını kime kaça satmış biliyorum. Ben konuşmuyorum, o konuşuyor.
İlginç şeyler yaşanıyor, daha dün yerel anlamda oradaki milletimizin doğudaki milletimizin birliği dirliği açısından, Zeynebiye bir tavır sergiledi ve dedi ki bakın bizim tavrımız kişisel değil, şu parti bu parti değil ama buradaki realite eğer burada olacaksanız siyasi arenada bir şeyler yapacaksanız doğru yerde olmanız, doğru bir duruş olur. Bugün de aynı görüşteyim, oradaki şartlar değiştiğinde de on göre fikrimizi söyleyeceğiz. Ama ondan önce burada olan, sözüm ona insanlar, bu sefer başladılar, dün Yezit dedikleri yere bugün dediler ki müçtehitlerden fetva var, bu partiyi desteklememiz gerek, dediler, halkımızı, elbirliğiyle kaybettirdiler. Haset birleştirdi onları. Böyle fetva getirdikleri, bunu desteklemeliyiz, dedikleri lider, -sadece Türkiye’de değil, Sünni dünyada en popüler lider, bugün Sünni dünyada sayın başbakanımız kadar popüler bir lider var mıdır?
Şii dünyada da etkinliği vardı ki, gidip oradan fetva aldınız buna oy vermek gerekir diye. Ama bunu lokal anlamda dediniz. Niye, çünkü o gün Zeynebiye bir yere işaret etmişti, bırakın o kaybetsin, biz de kaybedelim. Onun bir gözü, bizim iki gözümüz hesabı. Şimdi bu insan buraya Aşura’ya gelmiş, teyit etmiş ve sizin bu inancın bu düşüncenin aksine, bir zerre dahi söz çıkmadı.
Geldi, bu hadisleri biz diyorduk onları dedi, bizim gönlümüz ne istediyse onu dedi, Allah neden razıysa onu dedi, Peygamber ne dediyse onu dedi. Siyasete yönelik, partiye yönelik, oy devşirmeye yönelik bir tek şey çıktı mı ağzından? Ve dedi ki, Sünni Caferi’den üstün değil, eşit vatandaştırlar, herkes hakkına kavuşmalıdır dedi. Bizi rencide eden ne söyledi ki, duymak istediğimiz her şeyi duyduk, ağzına gönlüne sağlık. Peki, biz ne talep ettik, kendi şahsımıza makam mal mülk mü talep ettik? Bu ülkedeki bütün halkımız için hakkımız olanı talep ettim.
Dedim ki bakın bizim verdiğimiz yüz liralık verginin madem yüzde üçü diyanete ayrılıyor, o zaman vergimizin üç lirasını bana geri verin. Bu Fedek’in talebi gibi bir şeydir. Hz. Fatıma Fedek’i niye istiyordu? O da dünyalık iş değil miydi? Biz hala Fedek’in davasını görüyoruz. Partisini de gizliden gizliye kaça sattığını bildiğim insanlar, şimdi çıkıp, Aşura meydanında dünyalık şey neden istendi diyor. Biz dünyalık şeyler istemiyoruz, biz diyoruz ki, din hizmetleri için bir tarafı sulayıp, bir tarafı budanmayacak, bizim hakkımız diğer tarafa verilmeyecek, Fedek’imiz kendimize verilecek.
Fedek’i vermeyenler niye vermediler Fatıma’ya, ekonomik güçten yoksun kalsın, sesi çıkmasın, Ehlibeytin sesi batsın diye. Fatıma niye talep ediyordu, bu davanın artık Hatice’nin serveti yok, Fedek var, bu davanın ekonomik sıkıntısı olmasın, sesi gür çıksın diye. Bizim talep ettiğimizle bunun ne farkı var, aynı amaçla değil mi? Bu davanın sesi gür çıksın hakkı verilsin gereken hakkı olan desteği lütuf değil, sadaka değil, kendi cebinden verdiği vergi, yüzde üç olarak verdiği vergi, inkâr ve asimile olarak geri dönen vergi, bana iade edilsin. Bu dilencilik mi?
Hakkına sahip çıkmayan, onuruna da sahip çıkamaz. Ben bunu yapıyorum. Bir şey daha söyleyeyim, buradaki Aşura merasiminde para toplanmıyor? Beş lira için beş yüz ölüsü dirisine dua edilmiyor? Ama biz burada böyle yapmadık, sadece verilmemiş toplanmış hakkımızı talep ettik, geçmiş geride kaldı ama gelecekteki vergilerimizi geri verin dedik. Bundaki sakınca nedir? Ve bu konuda mercii den tenkit gelmiyor ulemadan tenkit gelmiyor, ama kendisini neyin nesi sanan, bulunduğu yerin pazarlığını yapan, partiden aldığı görevi su istimal ederek birileri çıkıp Zeynebiye’ye dil uzatırsa o dil lal olur. Ve atmak istediği çamurun altında kalır. Tutmaz ve güneş balçıkla sıvanmaz. Bir hareket, bir duruş ki dünya selamlıyor. Bir hareket bir duruş ki, Caferi fıkhı onu tasvip ediyor. Ehlibeyt fukahası bunu tasvip ediyor. Başkasına ne düşer? Başkasının laf etmeye ne haddi var? Herkes haddini bilecek.
Kaldı ki dün kuyruksallayanlar ne oldu ki bugün birden bire böyle döneklik yapıyorlar? Ben de yarın çıkıp yazılı ve görsel basında, herkesin o arını ayıbını döksem ne olacak? Sen bana dostsan açıp telefonu, "falan şeyi anlamadım ya da kendi dünyamda hoş karşılamadım" diyebilirsin. Niye benimle konuşmuyorsun? Sana ne oluyor? Yoksa bir yerler sana fitne sokma görevi mi verdi, nedir bu halin? Eğer bu ailedensen, bu aile basın üzerinden konuşmaz gelir aile meselelerini kendi içinde konuşur çözer, işte cevaplar bu. Bu cevaplar milletimizi tatmin ediyor. Bu milletin, dünyevi ve uhrevi anlamda sancaktarlığını yapan bu toplum, tatmin olmuştur. Bu yol doğru yoldur, bu çizgi doğru çizgidir, bu talepler, onurlu taleplerdir. Ben hiçbir zaman bu camiayı hiçbir partiye bağlamamışım.
Sayın başbakanımız, diğer unvanıyla Adalet ve Kalkınma Partisi genel başkanına ve onun şahsında bütün Türkiye’ye demişim, bu toplumun seçme hakkıyla beraber seçilme hakkı da tanınmalı. Üç milyonun, temsilde adalet adına temsilcileri mecliste olmalı. Bunu kötü mü etmişim? Ahmak siyasetçi, senin hayrına konuşmuşum, sana değer kazandırmışım, ortalıkta kalmışsın, sana yer açıyorum, kötü mü etmişim? İşte birinin içine haset girdi mi imanla beraber insanın aklı da gidiyor…
21 Aralık 2010