Hilafet ve Vasiliği
İmam Rıza (a.s) da diğer masum İmamlar gibi Resulullah (s.a.a)’in tayini ve açıklaması ile ve babası İmam Musa Kazım (a.s)’ın O’nu halka tanıtması ile imamet makamına atanmıştır. Bu hususta bazı rivayetleri naklediyoruz:
Mahzumî şöyle diyor:
İmam Musa b. Cafer (a.s) bizi yanına çağırtıp; “Sizi ne için çağırdığımı biliyor musunuz?” diye sordu. Biz de; “Hayır, bilmiyoruz” dedik. Bunun üzerine İmam (a.s) şöyle buyurdular:“Bu oğlum -İmam Rıza’ya işaret etti- benim vasim ve halifemdir...” [1]
Mansur b. Yunus diyor ki:
Bir gün Musa b. Cafer (a.s)’ın huzuruna gittim; İmam (a.s) bana; “Ya Mansur! Bugün ne yaptığımı biliyor musun?” diye sordu. Ben; “Hayır, bilmiyorum” dediğimde İmam (a.s) şöyle buyurdular: “Ben bugün oğlum Ali’yi vasim ve kendimden sonra halifem kıldım; O’nun yanına git, bu makamından dolayı O’nu tebrik et ve bunu sana emrettiğimi O’na bildir.”
Mansur diyor ki, İmam Musa b. Cafer (a.s)’ın bu emri doğrultusunda İmam Rıza (a.s)’ın yanına gidip O’nu bu makamından dolayı tebrik ettim ve baban böyle yapmamı bana emretmiştir dedim.[2]
Davud-u Rıkkî şöyle diyor:
İbrahim’in babası İmam Musa Kazım’a; “Canım sana feda olsun, ben artık yaşlanmışım, senden sonra kimin İmam olacağını bana söyle” dediğimde, İmam (a.s), Ebu’l- Hasan’ir- Rıza (a.s)’a işaret ederek; “Bu benden sonra sizin sahibinizdir.” buyurdular.[3]
Süleyman-i Mervzî de şöyle diyor:
İmam Musa b. Cafer (a.s)’ın yanına vardım; kendisinden sonra Hüccetin (İmam’ın) kim olduğunu sormak istiyordum. Ama İmam (a.s) ben sorumu sormadan şöyle buyurdular: “Ey Süleyman! Oğlum Ali (Rıza) benim vasim ve benden sonra insanların hüccetidir; O, oğullarımın en üstünüdür. Eğer benden sonra yaşayacak olursan, Şiilerimin ve velayet ehli kimselerin yanında halifemi soracak olurlarsa buna tanıklık et.” [4]
Makam ve Mevkisi
İmam Musa Kazım (a.s) oğullarına şöyle buyuruyordu:
“Bu kardeşiniz (Ali b. Musa er-Rıza), Muhammed Ehl-i Beyt’inin alimidir. Öyleyse O’na dininizle ilgili sorular sorun, dediklerini alın. Babam Cafer b. Muhammed defalarca bana şöyle buyurdular: Şüphesiz Muhammed Ehl-i Beyti’nin alimi senin sulbündedir; keşke ben O’nu görebilseydim; O, Emir’ul Muminin Ali’nin adaşıdır.” [5]
Memun, İmam Rıza (a.s) hakkında şöyle diyordu:
“O, yeryüzü ehlinin en üstünü, en alimi ve en abididir (en çok ibadet edenidir .)”
İmam Musa Kazım (a.s) buyurdular ki:
“Oğlum Ali (İmam Rıza) benim en büyük oğlum, sözümü en çok dinleyen ve emrime en çok itaat edendir; O, benimle “Cefr” ve “Camia” kitabına bakıyor. Peygamber ve Peygamber’in vasisinden başkası o kitaba bakamaz.”[6]
İlim ve Bilgisi
İbrahim b. Abbas şöyle diyor:
“Ben İmam Rıza (a.s)’dan bir şey sorulup da O’nun bilmediğini ve o güne kadar da geçmiş tarihi O’ndan daha iyi bilen birini görmedim. Memun her şeyden soru sorarak İmam’ı imtihan ediyordu, ama İmam (a.s) hepsinin cevabını veriyordu. Bütün söz, cevap ve misalleri Kur’an’dan idi. Kur’an’ı üç günde bir hatmediyor ve şöyle buyuruyordu:
“İstesem üç günden daha çabuk Kur’an’ı hatmederim; ama okuduğum her ayet hakkında ve neyin hakkında nazil olduğunu düşünmeden geçmiyorum.” [7]
Ebu Salt-i Herevi şöyle diyor:
“Ali b. Musa er-Rıza (a.s)’dan daha alim birini görmedim. Onu gören her alim de benim dediğim gibi demiştir. Memun, bütün din ve mezhep alimlerini toplayarak İmam Rıza (a.s)’la tartışmaları için bir meclis düzenledi. İmam Rıza (a.s) onların hepsini mağlup etti; öyle ki onlar, İmam’ın üstünlüğünü ve kendi acizliklerini itiraf etmekten başka çareleri kalmadı.”[8]
Ebu Salt-ı Herevi şöyle diyor:
İmam Rıza (a.s)’ın şöyle buyurduğunu duydum:
“Ben Medine’de Ravza-i Mutahhara’da oturuyordum, birçok alimler de birbirleriyle tartışıyorlardı, birisi bir meselede aciz kaldığında hepsi bana yönelirlerdi, meseleyi bana sorurlardı, ben de o meselenin cevabını verirdim.”
Ebu Salt-ı Herevi yine şöyle naklediyor:
Muhammed b. İshak b. Musa b. Cafer babasından, Musa b. Cafer (a.s)’ın çocuklarına şöyle buyurduğunu nakletti:
“Bu kardeşiniz Ali b. Musa er-Rıza, Âl-i Muhammed’in alimidir; öyleyse dininiz hakkında O’ndan soru sorun, size dediği şeyi belleyin. Şüphesiz ben Ebu Cafer b. Muhammed (babam İmam Bakır -a.s-)’den defalarca bana şöyle buyurduğunu gördüm:
“Şüphesiz Âl-i Muhammed’in alimi senin sulbündedir; keşke ben onu görebilmiş olsaydım; O Emir’ul- Muminin Ali’nin adaşıdır.” [9]
Bütün Lisanları Bilmesi
Ebu Salt-i Herevi şöyle diyor:
İmam Rıza (a.s), halkla kendi lisanlarıyla konuşuyordu. Allah’a and olsun ki insanların en fasihi idi; her lisan ve lügati herkesten daha iyi biliyordu. Bir gün İmam (a.s)’a; “Ey Resulullah’ın oğlu! Senin her dil ve lügati bunca ihtilaflı olmasına rağmen bilmene şaşırıyorum” dediğimde şöyle buyurdular:
“Ey Eba Salt! Ben Allah’ın yaratıklarına olan hüccetiyim, Allah Teala insanların lisan ve lügatlerini bilmeyen bir kimseyi insanlara hüccet kılmaz. Emir’ul-Muminin Hz. Ali (a.s)’ın; “Allah Teala fasl’ul- hitap bize verilmiştir” diye buyurmuş olduğu sözü duymamış mısın? Fasl’ul-Hitap (Hitapları ayırt edebilme) lisan ve lügatleri bilmekten başka bir şey midir?” [10]
Cafer b. Ebu Talip evlatlarından olan Süleyman şöyle diyor:
İmam Rıza (a.s)’la birlikte bir duvarın kenarında durmuştuk. Bu esnada bir serçe İmam (a.s)’ın önüne gelip ıstırapla ötmeğe başladı. İmam (a.s) bana; “Bu serçenin ne dediğini biliyor musun?” diye sordu.
Ben cevaben; “Allah, resulü ve resulünün oğlu daha iyi biliyorlar” dedim.
İmam (a.s) buyurdular ki: “O serçe şöyle diyor: Bir yılan yuvamdaki yavrumu yemek istiyor.” Öyleyse kalk, şu asayı al eve girerek yılanı öldür!”
Süleyman diyor ki; Asayı alıp eve girdim, bu esnada evde dolaşan bir yılan gördüm ve hemen onu öldürdüm.[11]
Alçakgönüllülüğü ve Tevazusu
Yasir-i Hadim şöyle diyor:
“İmam Rıza (a.s) yalnız kaldığında, küçük ve büyük bütün akrabalarını toplayarak onlarla konuşup sohbet ederdi, onlara şefkatli davranırdı. Sofraya oturduğunda, büyük küçük bütün aile fertlerini, hatta hayvana bakan ve hacamat yapanları bile sofrası başına oturtuyordu.”[12]
Bir gün İmam Rıza (a.s) hamama gitti, bir adam İmam’a; “Bana kese sür” dedi. İmam (a.s) da onu keselemeğe başladı. Bu arada başkaları İmam (a.s)’ı o adama tanıttılar; o adam özür dilemeğe başladı. Ama İmam (a.s) onun kalbini hoş ederek ona kese sürüyordu.”[13]
Abdullah b. Cafer, Belh ahalisinden olan bir adamdan şöyle dediğini naklediyor:
İmam Rıza (a.s)’ın Horasan yolculuğunda, O Hazretle birlikte idim. Bir gün sofrasını getirmelerini istedi; sofrayı açtıklarında, hizmetçi ve kölelerini kendisiyle yemek yemeleri için sofranın başına topladı. Bunun üzerine; “Canım sana feda olsun, bunların sofrasını ayırırsanız daha iyi olur” dedim.
İmam (a.s) benim bu sözümü duyunca şöyle buyurdular: Sus, herkesin Rabbi birdir, anne babası birdir; mükafat ve ceza da amellere göredir.” [14]
Muaşeret Adabı
İbrahim b. Abbas şöyle diyor:
Ben İmam Rıza (a.s)’ın, herhangi bir kelimeyle birisini incittiğini ve bir adamın sözünü yarıda kestiğini kesinlikle görmedim. İmam Rıza (a.s) hiçbir kimseyi, gücü dahilinde olduğu ihtiyaçları karşılamaksızın geri çevirmezdi, ayaklarını kimsenin önünde uzatmazdı, onun karşısında bir yastığa dayanmadı. Onun hizmetçi ve kölelerden birine sövdüğünü ve birisi yanında tükürdüğünü kesinlikle görmedim. Kahkahayla güldüğü görülmezdi, gülmesi tebessüm idi.”[15]
Nadir Hadim şöyle diyor:
“İmam Rıza (a.s), bizden herhangi birimiz yemek yediğinde, yemeğimizi bitirmedikçe bizi hizmete almazdı (bize bir iş yaptırmazdı).”[16]
Zikir ve İbadeti
Meşhur şair olan Di’bil’in kardeşi İsmail b. Ali şöyle diyor:
İmam Rıza (a.s) Di’bil’e yünlü kumaştan bir gömlek hediye ederek şöyle buyurdu:
“Bu gömleği koru (onun kadrini bil); ben bin gece ve her gece bin rekat namaz onda kıldım ve Kur’ân’ı bin defa o gömlekte (onu giydiğim halde) hatmettim.”[17]
Reca b. Ebî Zehhak diyor ki:
“İmam Rıza (a.s) seferde ve vatanda gece namazını, şef’ namazını, vitr namazını ve iki rekat da sabah namazının nafilesini terk etmiyordu.”[18]
Reca b. Ebi Zahhak şöyle diyor:
“Allah’a and olsun ki, İmam Rıza (a.s)’dan daha takvalı, bütün vakitlerinde Allah’ı O’ndan daha çok anan ve Allah’dan O’nun kadar çok korkan bir kimseyi görmedim.”[19]
İbrahim b. Abbas şöyle diyor:
“İmam Rıza (a.s), geceleri az yatardı, çoğu geceleri sabaha kadar ibadet ve zikirle geçirirdi, çok oruç tutardı, her ay üç gün oruç tutmayı kaçırmazdı ve “Her Ay üç gün oruç tutmak, (sevap açısından) bütün günleri oruç tutmak gibidir” buyuruyordu.
İmam Rıza (a.s), gizlide çok iyilik yapar ve sadaka verirdi; bunların çoğunu karanlık gecelerde yapıyordu. Fazilette onun gibi birisini gördüğünü iddia eden kimsenin sözüne inanmayın.”[20]
Abdusselam b. Hirevi (el-Heratî) şöyle diyor:
“İmam Rıza (a.s)’ın Serahs’da hapsedildiği evin kapısına giderek hapishane bekçisinden İmam’la görüşmek için izin istedim. Bekçi cevaben: “Senin ona ulaşmana bir yol yoktur” dedi. “Neden?” dediğimde şöyle dedi: “Çünkü O birçok zaman, bir günde (gecesi de dahil olmak üzere) bin rekat namaz kılmaktadır...”[21]
İmam Rıza (a.s)’ı Medine’den Horasan’a götürmekle görevli olan Memun’un memurlarının komutanı Reca b. Ebî Zehhak, İmam Rıza (a.s)’ın yolculuk esnasındaki gece gündüz yaptığı ibadetlerini anlatırken şöyle diyor:
“İmam Rıza (a.s) geceyi sabahladığında sabah namazını kılıyordu ve namazın selamını verdikten sonra namaz kıldığı yerde oturup güneş doğuncaya dek tespih, hamd, tekbir ve tehlil zikirleri ve Peygamber (s.a.a)’e salavat göndermekle meşgul oluyordu...”[22]
Cömertlik ve Bağışı
Uzun boylu garip bir adam İmam Rıza (a.s)’ın yanına gelerek şöyle dedi:
“Ey Resulullah’ın oğlu, selam’un aleykum. Ben sizi, babanızı ve ceddinizi sevenlerdenim, hacdan dönmüşüm, yol param tükenmiş, beni vatana ulaştıracak bir şeyim kalmamıştır. Eğer mümkünse beni vatana ulaştıracak bir şey lütfederseniz minnettar olurum. Şehrime ulaştığımda bana verdiğiniz malın karşılığını sizden taraf yoksullara sadaka veririm; çünkü ben fakir birisi değilim. İmam (a.s); “Allah sana rahmet etsin, otur.” buyurdu...
Daha sonra kalkıp bir odaya girdi, kapının üst tarafından elini uzatarak Horasanlı adama; “Bu iki yüz dinarı al, kendine yol azığı et, onunla teberrük et ve benden taraf da onun karşılığını sadaka vermen gerekmez...” diye buyurdular.
Horasanlı adam parayı alıp gittiğinde İmam (a.s) o odadan çıkıp geldi. İmam (a.s)’a; “Neden para alınca sizi görmemesi için böyle davrandınız? dediklerinde şöyle buyurdular; “Onun ihtiyacını karşıladığımdan dolayı, utanması ve eziklik hissetmesinden korktum...” [23]
İbn-i Şehraşub Menakıb kitabında şöyle nakletmiştir:
İmam Rıza (a.s), Horasan’da bir Arefe günü bütün malını yoksullara bağışladı. Fazl b. Sehl; “Bu garamet (büyük zarar) değil midir?” dediğinde şöyle buyurdular: “Hayır, bu ganimettir (bir yatırımdır); kendisiyle mükafat ve keramet aradığın bir şeyi sakın garamet sayma.” [24]
İmam Rıza (a.s) yemek istedi, yemek geldiğinde bir tepsi getirerek sofrasının yanına koyup yiyeceği yemeklerin en güzelini alıp onun içerisine bıraktı; sonra onun fakirlere verilmesini emretti. Daha sonra; “Fela iktehame’l- akabe” ayetini okuyup şöyle buyurdular: “Allah Teala biliyor ki, her insan bir köle azat etmeğe kadir değildir; işte bundan dolayı (yoksullara yemek vermekle) cennete ulaşabilmeleri için onlara bir yol karar kılmıştır.” [25]
İbrahim b. Abbas diyor ki:
“İmam Rıza (a.s) gizlide çok ihsanda bulunur ve sadaka verirdi. Bu amelleri daha çok karanlık gecelerde yapardı. Kim, fazilette onun mislini gördüğünü zannederse, onu tasdik etmeyin.”[26]
Misafiri Ağırlaması
Abdullah-i Bağdadi bazılarından şöyle naklediyor:
Bir gün İmam Rıza (a.s)’a bir misafir geldi. İmam (a.s) bir gece onunla konuştuğu esnada lamba bozuldu, misafir olan adam elini uzatıp onu düzeltmek istedi, fakat İmam (a.s) onu bırakmayarak kendisi onu düzeltti. Daha sonra şöyle buyurdu:
“Biz, misafirlerimizi hizmete almayan bir kavimiz.” [27]
İşçinin Ücretine Dair Tavsiyesi
İmam Rıza (a.s)’ın dostlarından olan Süleyman-i Caferi şöyle diyor:
Bazı işler için İmam Rıza (a.s)’la birlikte idim, işim bittiğinde evime dönmek istedim. Ama İmam (a.s); “Bu gece bizim yanımızda kal” buyurdular.
Ben de İmam’la birlikte O’nun evine gittim. İmam (a.s), hizmetçileriyle birlikte yabancı birisinin de bina yapımında çalıştığını görünce; “Bu kimdir?” diye sordu.
Hizmetçileri; “Bize yardım ediyor, ona ücret olarak bir şey vereceğiz.” dediler.
İmam (a.s): “Ücretini tayin etmiş misiniz?” diye sordu.
Hizmetçiler: “Hayır, tayin etmemişiz; her ne verirsek kabul eder.” dediler.
İmam (a.s) bu durumdan çok rahatsız olup sinirlendi. Ben İmamın bu durumunu görünce; “Canım sana feda olsun, rahatsız olma.” dediğimde İmam (a.s) şöyle buyurdular:
“Ben defalarca onlara demişim ki, bir kimsenin ücretini tayin etmeden onu çalışması için getirmeyin. Şunu bil ki, bir kimse ücreti tayin edilmeden işlerse, ücretinden üç kat fazlasını da versen, yine ücretinin az verildiğini zanneder. Ama eğer anlaştığın ücretten fazla ona bir şey bağışlamış olur isen, her ne kadar az da olsa sana teşekkür eder.” [28]
İsrafa Karşı Çıkışı
İmam Rıza (a.s)’ın hizmetçisi Yasir şöyle diyor:
Bir gün İmam (a.s), çocukların elma yiyip onu iyice bitirmeden attıklarını görünce şöyle buyurdular: “Subhanellah! Eğer sizin ihtiyacınız yoksa, bazı kimselerin buna ihtiyacı vardır; öyleyse onu ihtiyacı olan kimselere verin.” [29]
Abdestte Yardımdan Sakınması
Hassan-ı Veşşa şöyle naklediyor:
Bir gün İmam Rıza (a.s)’ın yanına vardım, Hazretin önünde bir ibrik vardı, onunla abdest almak istiyordu, yanına yaklaşarak eline su dökmek istedim, fakat İmam bu işten sakınarak; “Ya Hasan! Bu işten vazgeç.” diye buyurdular.
Ben; “Neden eline su dökmekten beni nehy ediyorsun; benim sevap kazanmamdan mı hoşlanmıyorsun?” dediğimde İmam (a.s) şöyle buyurdular: “Sen sevap kazanıyorsun, oysa ben günah işlemiş oluyorum.”
Neden böyle olur? dediğimde de şöyle buyurdular:
“Allah Teala’nın şu sözünü duymamış mısın?:
“Kim Rabbine kavuşmayı ümit ediyorsa, iyi amel yapmalıdır ve Rabbinin ibadetine kimseyi ortak koşmamalıdır.” Ben şimdi namaz için abdest alıyorum, namaz da ibadettir; öyleyse onda bir kimsenin benimle ortak olmasını sevmem.” [30]
Zühdü
İbn-i Şehraşub diyor ki:
“Süfyan-i Sevrî İmam Rıza (a.s)’ın yünlü bir kumaş giydiğini görünce: “Ey Resulullah’ın evladı! Bundan daha düşük bir elbise giyseydiniz daha iyi olurdu” dediğinde İmam (a.s): “Elini getir” diye buyurdu.
Sonra onun elini, elbisesinin yenine (kol ağzına) sokarak iç elbisesinin nasıl olduğunu ona bildirmek istedi. Böylece Süfyan-i Sevri, İmam (a.s)’ın iç elbisesinin telisten (yumuşak olmayan sert bir elbiseden) olduğunu görüp anlamış oldu. Sonra İmam (a.s) şöyle buyurdular:
“Ey Süfyan! Yünlü kumaş, halk içindir; telis (bu sert elbise) ise, Hak (Allah) içindir.”[31]
Namaz Misvakı
İmam Rıza (a.s)’ın içerisinde beş misvak bulunan bir çantası vardı. Onlardan her birinin üzerine beş namazdan birinin ismi yazılmıştı. Her namaz vakti, o namaz için tahsis edilen misvakla dişlerini misvaklıyordu.”[32]
Misk ve Gül Suyu Kullanması
Sûlî diyor ki:
Büyük annemden İmam Rıza (a.s)’la ilgili soru sorduklarında şöyle diyordu:
“Ondan bir şey hatırlamıyorum. Sadece Hindistan uduyla (bir çeşit koku) tütsülendiğini ve daha sonra misk ve gül suyu kullandığını görüyordum.”[33]
Hacamat Ettirmesi
Ensarî diyor ki:
“İmam Rıza (a.s)’ın kanı bazen taşkınlık ettiğinde (tansiyonu yükseldiğinde) gece yarısı hacamat ettiriyordu (iki omuzu arasından kan aldırıyordu).”[34]
Yüzüğünün Nakşı
Yunus b. Abdurrahman diyor ki:
“İmam Rıza (a.s)’dan kendi yüzüğüyle babasının yüzünün nakşı hakkında sordum. Buyurdular ki:
“Yüzüğümün kaşının nakşı (yazısı) şudur:
“Mâşâallah, lâ kuvvete illa billah” (Allah’ın istediği olur; bütün güçler Allah’tandır.) Babamın yüzüğünün nakşı (yazısı) ise şu idi:
“Hasbiyellah” (Allah bana yeter.) O, (mektupları) onunla mühürlediğim yüzüktür.”[35]
Üzümü Sevmesi
Muhammed b. Cehm diyor ki:
“İmam Rıza (a.s) (meyveler içerisinde) üzümü çok severdi.”[36]
Bir Şey Yazarken Allah’ın Adını Anması
Hasan b. Şu’be el-Harranî diyor ki:
“İmam Rıza (a.s), ihtiyaçlarını not etmek istediğinde şöyle yazıyordu: “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; hatırlarım inşaAllah.”
Daha sonra istediği şeyi yazardı.”[37]
Oğluna Karşı Davranışı
İmam Rıza (a.s)’ın katibi Ebu’l- Hüseyin b. Muhammed diyor ki:
İmam Rıza (a.s), oğlu Muhammed Takî (a.s)’ı künyesiyle anar ve şöyle buyururdu:
“Ebu Muhammed bana yazdı.”
Oysa o Medine’de henüz çocuktu ama bununla birlikte saygıyla onu yad eder ve mektuplarının cevabını çok fasih ve güzel bir şekilde verirdi.”[38]
Namazı İlk Vakitte Kılması ve Halkın İşlerine Yetişmesi
Sûlî diyor ki:
(Bir müddet İmam Rıza (a.s)’a hizmet etme iftiharına nail olan) büyük annem bana şöyle dedi:
“İmam Rıza (a.s), sabah namazını ilk vaktinde kıldıktan sonra secdeye kapanıp güneş yükselinceye dek başını secdeden kaldırmazdı. Daha sonra kalkıp halk için oturuyordu (onların işleriyle ilgilenip ihtiyaçlarını gideriyordu) ve (daha sonra) bineğine binerek işinin peşine gidiyordu.”[39]
Memun’a Nasihat Etmesi
Şeyh Mufid (r.a) diyor ki:
“İmam Rıza (a.s), Memun’la baş başa kaldığında ona öğüt veriyor, onu Allah’tan sakındırıyor ve yaptığı çirkin işlerinden dolayı onu kınıyordu. Memun ise bu tavsiye ve nasihatleri İmamdan kabul ettiğini izhâr ediyor ama bu sözlerin kendisine ağır geldiğini ve bu çeşit nasihatlerden hoşlanmadığını açığa vurmuyordu.”[40]
Hizmetçisine Şefkati
İmam Rıza (a.s)’ın hizmetçisi Nadır şöyle diyor:
“Ebu’l- Hasan’ir- Rıza (a.s), cevizli helvayı dürüm yaparak bana veriyordu.”[41]
Sofra Başında Hizmetçiye Karşı Davranışı
İmam (a.s)’ın Hizmetçisi Nadır diyor ki:
“İmam Rıza (a.s), hizmetçilerden biri yemek yediğinde, yemekten kalkmadıkça ona bir iş yaptırmazdı.”[42]
Cenazeyi Teşyi Etmesi
Musa b. Seyyar şöyle diyor:
Ben İmam Rıza (a.s) ile birlikte idim, Tus şehrinin duvarlarına yaklaşmıştık, bir ağlama sesini duyduk, o sesin peşice gittik, derken bir cenazeyle karşılaştık, gözüm cenazeye iliştiğinde İmam (a.s)’ın atından indiğini gördüm. Sonra cenazeye doğru gelip onu kaldırdı, kuzu kendisini annesine yapıştırdığı gibi İmam (a.s) da kendisini ona yapıştırıyordu. Daha sonra bana yönelerek şöyle buyurdular:
“Ey Musa b. Seyyar! Kim bizim dostlarımızdan birini teşyi ederse, annesinden doğduğu gün gibi günahtan dışarı çıkmış olur; öyle ki asla bir günahı kalmaz.”
Musa b. Seyyar şöyle ekliyor:
Cenazeyi kabrin kenarına bıraktıklarında mevlam İmam Rıza’yı cenazenin tarafına gidip halkı bir kenara ittiğini, cenazeye yaklaşıp elini onun göğsüne bırakarak şöyle dediğini gördüm:
“Ey filan oğlu filan! Seni cennetle müjdeliyorum, bu saatten sonra artık sana bir korku yoktur.”
Ben İmam’a; “Canım sana feda oldun, sen bu adamı tanıyor musun? Halbuki sen, Allah’a and olsun ki bugüne kadar bu bölgeye asla gelmemişsin!”
İmam (a.s) cevaben buyurdular ki:
“Ey Musa b. Cafer! Şialarımızın amellerinin her gün sabah ve akşam biz İmamlara sunulduğunu bilmiyor musun? Eğer onların amellerinde bir kusur olursa, Allah Teala’dan onun affedilmesini isteriz; ama eğer onların işlerinde bir yücelik görürsek, Allah Teala’dan onlar için mükafat dileriz.” [43]
Din Alimleriyle Münazarası
Şia’nın büyük alimlerinden olup 1000 yıl önce yaşayan Şeyh Saduk (r.a), rivayetin metnindeki senetle Hasan b. Muhammed en- Nevfilî’den şöyle naklediyor:
Memun, Fazl b. Sehl’e; “Caslik”[44], “Re’s’ul- Calut”[45], “Rüus’us- Saibin”[46], “Horbuz’ul- Ekber”[47], “Nestas-i Rumi”[48] gibi çeşitli mezhep ve din alimlerini bir araya toplamasını emretti. Fazl b. Sehl de onları bir araya topladı. Sonra onların toplandığını Memun’a bildirdi. Memun da onları yanına getirmesini emretti. Onlar Memun’un yanına gelince, Memun onlara hoş geldiniz diyerek sözlerine şöyle başladı:
“Ben sizi hayır bir şey için toplamışım, amcam oğluyla münazara yapmanızı istiyorum. Sabah olunca hepiniz yanıma gelin, kimse gelmekten çekinmesin.”
Onlar da; “Ey müminlerin emiri! Başımız üstüne, yarın erken sizin yanınıza geleceğiz inşaallah.” dediler.
Hasan b. Muhammed en-Nevfilî şöyle ekliyor:
Biz İmam Rıza (a.s)’ın yanında oturup konuşuyorduk. İmam’ın işleriyle ilgilenen Yasir yanımıza gelerek şöyle dedi: “Ey efendim! Müminlerin Emiri size selam iletip şöyle dedi: ‘Kardeşin sana feda olsun, çeşitli din ve milletlerin büyükleri benim yanımda toplanmıştır, eğer onların sözlerini duymak istiyorsan, yarın erken bizim yanımıza gel; eğer gelmek istemiyorsan zorlanma, istediğin takdirde biz senin yanına geliriz.”
İmam Rıza (a.s) cevaben Yasir’e şöyle dedi: “Benim selamımı ona ilet ve ona de ki; maksadını anladım, ben yarın erken sizin yanınıza geleceğim inşaallah Teala.”
Nevfilî diyor ki; Yasir gittiğinde İmam Rıza (a.s) bana buyurdular ki:
“Ey Nevfilî! Sen Iraklısın, Iraklılar zeki olur, Memun’un çeşitli din ve akait alimlerini bir araya toplaması hakkında görüşün nedir?”
Ben cevaben; “Canım sana feda olsun, sizi imtihan etmek ve ilminizin seviyesini öğrenmek istiyor.” dedim...
İmam (a.s): “Acaba onların benim delilimi batıl etmelerinden mi korkuyorsun?”
Nevfilî: “Hayır, Allah’a and olsun ki asla bundan korkum yoktur, senin onlara galip olmanı ümit ediyorum.”
İmam (a.s): “Ey Nevfili! Memun’un ne zaman pişman olacağını bilmek istiyor musun?”
Nevfili: “Evet.”
İmam (a.s): “Ben Tevrat ehli ile Tevratlarıyla, İncil ehli ile İncilleriyle, Zebur ehli ile Zeburlarıyla, Saibiler ile kendi İbrani dilleriyle, Horbuzanla Farsça dili ile, Rumlularla kendi dilleri ile, Makalat Ashabıyla kendi lügatleriyle istidlal edip onları mahkum ederek delillerini çürüttüğümde ve kendi inançlarından vazgeçip benim sözüme uydukları zaman, Memun bu işinden pişman olup oturduğu makamın onun hakkı olmadığı anlayacaktır...”
Sabah olunca İmam (a.s) onların bulunduğu yere gitti... Memun İmam’a iltifat edip saygı gösterdi. Daha sonra Caslik’e dönerek onun İmamla tartışmasını istedi. Caslik şöyle dedi: Ey müminlerin Emiri! Benim kabul etmediğim bir kitap ve inanmadığım bir peygamberle ihticaç edecek olan bir kimseyle ben nasıl tartışa bilirim?”
İmam Rıza (a.s); “Ey Hıristiyanlı! Eğer İncilinle senin aleyhinde delil getirsem, kabul edecek misin?” diye sordu.
Caslik; “Evet, istemesem de kabul edeceğim; İncil’in dediğini hiç inkar edebilir miyim?”
Sora İmam (a.s) onunla İncil ile, Res’ul-Calut’la Tevrat ile, Zebur ehli ile Zebur’la İslam Peygamberinin hak olduğunu geniş delillerle ispatladı, onlar da İmam’ın sözünü teyit ettiler. Başkalarıyla da tartıştı, onları da güçlü delillerle susturmaya mecbur kıldı. Daha sonra şöyle buyurdular:
“Ey cemaat! Eğer sizin aranızda muhalif olup da sorusu olan varsa, sorusunu utanmadan ve çekinmeden sorsun!”
Bu esnada Kelam ilminde eşi olmayan İmran-i Sabi şöyle dedi:
“Ey alimler! Eğer Onun kendisi beni sora sormaya davet etmeseydi soru sormayacaktım. Çünkü ben Kufe, Basra, Şam ve Cizre’ye gidip o bölgelerin alimleriyle konuşup tartışmışım; ama kimse Allah’ın vahdaniyetini bana ispatlayamamıştır...”
İmam (a.s), Allah’ın birliğini ispatlayıcı delilleri detaylı bir şekilde onun için beyan ettiğinde, İmran, İmam’ın delilleriyle ikna olup şöyle dedi:
“Ey efendim, dediklerini anlayıp kanaat getirdim, şehadet ederim ki Allah Teala, senin vasf ettiğin şekildedir; hidayet ve hak bir dinle peygamberliğe seçilmiş olan Muhammed de O’nun kuludur.”
İmran daha sonra kıbleye yönelerek secdeye kapandı ve müslüman oldu. Mütekellimler İmran-i Sabi’nin sözünü duyunca artık bir şey soramadılar. Bu tartışmadan sonra Memun kalkıp İmam (a.s)’la birlikte evin içine gittiler, halk da dağıldı.”[49]
Bayram Namazı Kıldırışı
Hicri 202 (M: 818.) yılının Ramazan veya kurban bayramlarının birinde Memun, İmam Rıza (a.s)’dan halka bayram namazını kıldırmasını istedi. İmam (a.s) özür dilemesine rağmen Memun isteğinden vazgeçmedi. Nihayet İmam (a.s) Memun’un ısrarını ve bu işten vazgeçmeyeceğini görünce şöyle buyurdular:
“Eğer ben bayram namazı kıldıracak olursam, ceddim Resulullah (s.a.a) ve Emir’ul- Muminin Ali (a.s) gibi namaz kıldırmak için dışarı çıkacağım.”
Memun İmam (a.s)’ın bu sözünü kabul edip; “İstediğin şekilde namaz için dışarı çıkabilirsin” dedi. Memun komutanlarına, hizmetçilerine ve diğer insanlara bayram günü İmam Rıza’nın evinin önünde hazır olmalarını emretti.
Bayram gününün sabahı, güneş doğmadan önce cadde ve sokaklar İmam Rıza’nın nasıl bayram kıldıracağını merak eden insanlarla dolup taşmıştı, hatta kadın ve çocuklar bile oraya gelmişlerdi. Hepsi İmam Rıza (a.s)’ın dışarı çıkmasını bekliyorlardı.
Komutanlar da ordularıyla birlikte, atlarına bindikleri bir halde İmam (a.s)’ın evinin önünde durmuşlardı.
İmam Rıza (a.s) bayram guslü yapıp beyaz bir gömlek giydiler, pamuktan örülen beyaz bir imameyi başına bırakıp imamenin bir ucunu göğüslerine, öbür ucunu ise arkalarına sarktılar; kendilerine bir miktar koku sürüp eline bir asa alarak yanındakilere; “Ben nasıl yaparsam siz de öyle yapın.” buyurdular. Daha sonra şalvar ve elbisesinin eteğini çemremiş bir halde ayak yalın yola çıkıp hareket etmeğe başladılar. Biraz yürüdükten sonra durup göğe bakarak; “Allah-u Ekber!” diye tekbir getirdiler. Tekbir sesini duyan herkes bir ağızdan tekbir getirdi...
Memun’un komutan ve adamları, İmam (a.s)’ı bu halde görünce, onlar da bineklerinden aşağı inerek ayakkabılarını ayaklarından çıkarıp yalın ayakla yürümeğe başladılar.
İmam (a.s) bir müddet namazgaha doğru yürüdükten sonra, tekrar tekbir getiriyorlardı. Her yandan gelip toplanan halk da bir ağızdan tekbir getiriyordu. Herkes ağlamaktaydı; heyecan içindeydi. Adeta bütün şehir İmam (a.s)’la beraber yürümekte ve tekbir getirmekteydi.
Fazl b. Sehl durumu böyle görünce, Memun’un yanına vararak halkın bu durumunu ona anlatarak şöyle dedi: “Eğer durum böyle devam ederse, ne olacağı bilinmez!”
Memun bir adamı İmam’ın yanına göndererek; “Size zahmet verdik, siz geri dönün” diye ricada bulundu. İmam (a.s) da ayakkabılarını isteyip onları giyerek evine döndü.[50]
Halk da böylece Memun’un, İmam (a.s) hakkındaki söylediği sözlerin yalan ve gösteriş için olduğunu ve kendi siyasi hedeflerine ulaşmaktan başka bir hedefi olmadığını anlamış oldu.
İleri Görüşlülüğü
Muhammed b. Sinan şöyle diyor:
Harun’nun hilafeti döneminde İmam Rıza (a.s)’a; “Siz kendinizi imametlik hususunda meşhur edip babanızın yerinde oturmuşsunuz; oysa Harun’nun kılıcından kan damlıyor!”
İmam (a.s) onun bu sözüne karşılık şöyle buyurdular:
“Beni bu işe pervasız eden Resulullah (s.a.a)’in; “Eğer Ebu Cehl benim başımdan bir kıl azaltırsa ben peygamber değilim.” şeklindeki buyurmuş olduğu sözdür. Ben de şöyle diyorum: Eğer Harun benim başımdan bir kıl eksiltirse, şahit olun ki ben İmam değilim!” [51]
Durum İmam Rıza (a.s)’ın buyurmuş olduğu gibi oldu. Harun İmam’a bir tehlike yöneltmeğe kesinlikle fırsat bulamadı. Harun İran’ın doğusunda vuku bulan kargaşalardan dolayı, ordusuyla Horasan’a gitmeğe mecbur oldu, nihayet Hicri 193’te Tus’da ölerek, İslam ve müslümanlar onun meş’um vücudundan güvende kalmış oldular.
Safvan b. Yahya şöyle diyor:
İmam Rıza (a.s) babasının vefatından sonra öyle sözler buyurdular ki, biz Hazretin canından korktuğumuzdan O’na şöyle dedik: “Büyük bir sözü aşikar ettiniz, biz bu tağuttan (Harun’dan) sizin canınız için korkuyoruz.”
İmam (a.s) bizim bu sözümüze karşılık şöyle buyurdular:
“O (Harun), her ne kadar çaba sarf etse de, bana ulaşacak bir yolu yoktur.” [52]
Rıza Adlandırılmasının Sebebi
Muhammed b. Nasr-i Bezenti şöyle diyor:
Ben İmam Muhammed Taki (a.s)’a; “Muhalifleriniz, babanız İmam Aliyy’ur- Rıza’ya, veliahtlığı kabul ettiğinden dolayı “Rıza” lakabını Memun ona verdi diyorlar” dedim.
İmam (a.s) şöyle buyurdular:
“Allah’a and olsun ki yalan söylüyorlar, gerçek yoldan sapıyorlar. O lakabı Allah Teala ona vermiştir; çünkü O, gökte Allah’ın sevdiği, yerde Resulullah’ın ve Ondan sonra da masum İmamların razı oldukları kişidir.”
Arz ettim: “Peki, geçmiş atalarınız Allah’ın sevgilileri, resulünün ve İmamların razı oldukları kişiler değil miydi; neden yalnız babanız “Rıza” diye anılıyor?
İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdular:
“Dost ve taraftarları ondan razı oldukları gibi muhalif ve düşmanları da O’ndan razı oldular; bu rızalık, atalarından hiçbirine nasip olmadı. İşte bundan dolayı babam “Rıza” diye anılmış oldu.” [53]
Dualarının İcabete Erişmesi
Muhammed b. Fuzayl şöyle diyor:
İmam Rıza (a.s) Arafat’ta durup dua ediyordu, daha sonra başını aşağı salıverdi. Neden böyle yaptınız? dediklerinde şöyle buyurdular:
“Ben, Bermek ailesi aleyhinde, babama yaptıkları zulümden dolayı beddua ettim, Allah Teala da işte bugün benim onların hakkındaki duamı kabul etti.”
İmam (a.s)’ın eve dönmesinden uzun bir zaman geçmeksizin Harun, Bermeki ailesinden olan Cafer ve Yahya’yı yakalatıp onları cezalandırdı ve ailelerinin durumu tamamıyla değişip zelil bir duruma düştüler.[54]
Müfessir olan Muhammed b. Kasım İmam Hasan Askeri (a.s)’dan şöyle naklediyor:
“Memun, Ali b. Musa er-Rıza (a.s)’ı kendine veliaht ettiğinde, bir müddet yağmur yağmadı. Bundan dolayı Memun’un etrafında bulunan ve İmam Rıza (a.s)’ın muhaliflerinden bazıları şöyle dediler: “Ali b. Musa er-Rıza bu bölgeye geldiğinden beri gökten yağmur yağmamıştır; Allah Teala yağmurunu esirgemiştir.”
Bu haber Memun’a yetişince rahatsız olup İmam Rıza (a.s)’dan istiska (yağmur isteme) namazını kıldırmasını rica etti. İmam (a.s) da Pazartesi günü kıldıracağını bildirdi...
İmam (a.s) Pazartesi günü toplu bir cemaatla çöle çıktı. Herkes İmama bakıyordu. İmam (a.s) minbere çıkarak Allah’a hamd-u sena ettikten sonra şöyle dua etti:
“Allah’ım! Ey Rabbim! Sen biz Ehl-i Beyt’in hakkını büyük kıldın ki, sen emrettiğin şekilde halk bize tevessül etsin, senin fazl, rahmet, ihsan ve nimetini umsun ve arasınlar. Öyleyse onlara kendi yararlı yağmurunu gönder; yağmurunun başlangıcı bu çölden evlerine döndükten sonra olsun.”
Allah’a and olsun ki, İmam’ın bu duasından hemen sonra rüzgar esmeğe başladı, bulutlar oluştu, gökte şimşek ve yıldırım çakmağa başladı, halk yağmurdan kaçmak için harekete geçti. Ama İmam (a.s); “Ey insanlar! Sakin olun, safları bozmayın, bu bulutlar filan şehre gidiyor” buyurdular. İmam (a.s)’ın buyurduğu gibi bulutlar gelip geçti yağmur da yağmadı.
Daha sonra şimşekli ve yıldırımlı bir bulut daha geldi, yine halk yerlerinden kalkıp hareket etmek istediler. Yine İmam (a.s); “Ey cemaat! Sakin olun, bu bulut da sizin için değildir, filan şehre gidiyor; o şehrin halkına yağacaktır.” buyurdular.
On bulut böylece ard arda gelip geçti. İmam (a.s) da her defasında; “Bu bulut sizin için değildir, filan şehirlere gidiyor, siz yerinizde durun, hareket etmeyin.” buyuruyordu. Nihayet, on birinci kez bir bulut daha aşikar oldu. İmam (a.s) bu defasında şöyle buyurdular:
“Allah Teala işte bu bulutu sizin için göndermiştir, öyleyse O’na bu lütfünden dolayı şükredin, şimdi kalkın evlerinize gidin; bu bulut evlerinize ulaşmadıkça yağmayacak, evlerinize yetiştikten sonra yağacaktır.”
İmam (a.s) bu sözleri buyurduktan sonra minberden aşağı indi, halk da evlerine doğru hareket etti. Bulut öylece durmuştu, oradaki halk evlerine yetişmedikçe yağmadı. Onlar evlerine yetiştikten sonra öyle şiddetli yağdı ki, havuzlar, çukurlar, nehirler dolup taştı. Halk Resulullah’ın oğlunu (İmam Rıza’yı), Allah’ın O’na bağışlamış olduğu bu kerametinden dolayı tebrik etmeğe başladılar.
Daha sonra İmam (a.s) toplanmış olan halkın arasına gelerek Allah’tan çekinmeği, O’nun nimetlerinin kadrini bilmeyi, bu nimetleri karşısında O’na şükretmeği, müminlerin birbirlerine yardımda bulunmalarını vs. şeyleri onlara hatırlatarak onlara öğüt ve nasihatte bulundu...[55]
Allah’ı Çok Anması
Reca b. Ebî Zehhak diyor ki:
“Allah’a and olsun ki, İmam Rıza (a.s)’dan daha takvalı, bütün vakitlerinde Allah’ı daha çok anan ve onun kadar Allah’tan daha çok korkan bir kimse görmedim.”[56]
Kur’ân Okuması
İbrahim b. Abbas diyor ki:
“İmam Rıza (a.s) her üç günde bir defa Kur’ân’ı hatmediyor ve buyuruyordu ki:
“Eğer üç günden daha kısa bir zamanda hatmetmek istesem edebilirim ama, her bir ayetin hangi şey hakkında ve ne zaman nazil olduğunu düşünmeden geçmiyorum. İşte bundan dolayı üç günde hatmediyorum.”[57]
Reca b. Ebî Zehhak diyor ki:
“İmam Rıza (a.s) geceleri yatmak istediğinde çok Kur’ân okuyordu. Cennet ve cehennemden bahseden bir ayete ulaştığında ağlayarak Allah’tan cenneti isteyip cehennem ateşinden de O’na sığınıyordu.”[58]
Salavât Getirmesi
Reca b. Ebî Zehhak diyor ki:
“İmam Rıza (a.s) dualarına Peygamber (s.a.a)’e ve Ehl-i Beyti’ne salavat getirmekle başlıyordu. Namazda ve diğer zamanlarda da çok salavat getiriyordu.”[59]
Peygamberlerin Silahınâ Sarılmayı Tavsiye Etmesi
Ravi diyor ki:
“İmam Rıza (a.s) sürekli ashabına: “Peygamberlerin silahına sarılın” diye buyuruyordu. “Peygamberlerin silahı nedir?” diye sorduklarında: “Duadır” buyuruyorlardı.”[60]
Hz. Mehdi’ye Dua Etmeyi Emretmesi
Yunus b. Abdurrahman diyor ki:
“Ali b. Musa er-Rıza (a.s) bize sürekli olarak Allah’ın hücceti olan Sahib’uz- Zaman’a (Hz. Mehdi’ye) dua etmemizi emrediyordu.”[61]
Evden Çıktığında Okuduğu Dua
İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
“İmam Bakır (a.s) evinden çıktığında şöyle diyordu: “Allah’ın adıyla çıktım; Allah’ın adıyla giriyorum, Allah’a tevekkül ettim; güç ve kudret ancak ulu ve yüce olan Allah’tandır.”
Muhammed b. Sinan diyor ki:
“İmam Rıza (a.s) da evinden çıktığında aynı duayı okuyordu.”[62]
Kunutta Okuduğu Dua
Reca b. Ebî Zehhak diyor ki:
İmam Rıza (a.s) bütün namazlarının kunutunda şu duayı okuyordu:
“Rebbiğfir ve’rham ve tecavez amma ta’lemu inneke ente’l- eazz’ul- ecell’ul- ekrem.”
“Rabbim, beni bağışla; bana merhamet et; bildiğin hatalarımdan geç; şüphesiz sen en aziz, en yüce ve en değerlisin.”[63]
İhlas Suresini Okuduğunda Söylediği Zikir
Reca b. Ebî Zehhak diyor ki:
“İmam Rıza (a.s) İhlas suresini okuduğunda yavaşça: “Allah’u ehad” (Allah tektir) buyuruyordu. İhlas suresini okuyup bitirdiğinde ise üç defa: “Kezalikellahu rebbuna” (Rabbimiz böyledir) buyuruyordu.”[64]
Veliahtlığının Hikmeti
Reyyan b. Salt şöyle diyor:
İmam Rıza (a.s)’ın yanına varıp şöyle dedim: “Ey Resulullah’ın oğlu, halk diyor ki; Ali b. Musa er-Rıza dünyada zahit olmasını izhar etmesine rağmen veliahtlığı kabul etti.” İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdular:
“Allah biliyor ki, ben veliahtlığı isteyerek kabul etmedim; onu kabul etmekle ölüm arasında muhtar kılınınca kabul etmeyi ölüme tercih ettim. Yazıklar olsun onlara, acaba onlar, Yusuf (a.s)’ın zaruretten dolayı peygamber ve resul olmasına rağmen Mısır padişahının hazinelerinin yöneticiliğini üstlenmek zorunda kaldığını ve bundan dolayı da onun; “Beni (bu) yerin (ülkenin) hazineleri (mali ve ekonomik kaynakları) üzerinde (bir yönetici) kıl.” diye buyurduğunu bilmiyorlar mı?” [65]
Ben de zaruretten dolayı, ölüme yönelmişken zor ve ikrah üzere veliahtlığı kabul etmek zorunda kaldım. Ben bu işe öyle bir şekilde girdim ki, girmemle çıkmam aynı idi. Öyleyse şikayet Allah’adır ve O, (en iyi) yardım dilenilecektir.” [66]
Ziyareti
İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Bilin ki kim, Allah’ın farz kıldığı hakkımı ve itaatimi tanıdığı halde beni ziyaret ederse, ben ve babalarım kıyamet günü onun şefaatçileri oluruz.” [67]
İmam Rıza (a.s) buyurmuştur ki:
“Dostlarımdan her kim, hakkımı tanıdığı halde beni ziyaret ederse, kıyamet günü ona şefaatçi olurum.” [68]
İmam Cevad (a.s) da şöyle buyurmuştur:
“Kim babamın kabrini ziyaret ederse, cennet ehli olur.” [69]
Yine İmam Cevad (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kim babamın kabrini Tus’da (Meşhed), onun hakkını tanıdığı halde ziyaret ederse, cenneti ona garanti veririm.” [70]
Bir rivayette şöyle geçer:
“İmam Rıza (a.s)’ın hakkını tanımak; O’nun itaati farz olan bir İmam olduğunu bilmek ve O Hazretin garip ve şehit olduğuna yakin etmektir.”[71]
İmam Hadi (a.s) da şöyle buyurmuştur:
“Kimin Allah’a bir haceti olursa, gusül etmiş olduğu halde ceddim Rıza (a.s)’ın kabrini Tus’da ziyaret etsin, kabrinin başı ucunda iki rek’at namaz kılsın ve namazın kunutunda hacetini Allah’tan istesin. Allah Teala onun, günah ve akrabalarla ilişkiyi kesmek dışındaki dua ve isteklerini kabul eder. İmam Rıza (a.s)’ın kabrinin olduğu yer, cennet buk’alarından (mekanlarından) bir buk’adır; Allah Teala, o buk’ayı ziyaret eden her mümini, cehennem ateşinden kurtararak cennete götürür.” [72]
Duası
Reyyan b. Salt şöyle diyor:
Ben Ali b. Musa er-Rıza (a.s)’dan bazı kelimelerle dua ettiğini duydum, onların hepsini ezberledim; her zorluk ve sıkıntıda onu okuduğumda, Allah Teala bana kolaylık ve genişlik verdi; o dua şudur:
“Allahumme ente sikatî fi kulli kerbin ve ente recaî fi kulli şiddetin ve ente lî fi kulli emrin nezele bî sikatun ve uddetun. Kem min kerbin yez’ufu fiyh’il hiyletu ve to’yi fiyh’il umuru ve yahzulu fiyh’il kariybu ve’l beiydu ve’s sadiku ve yeşmetu fiyh’il eduvvu, enzeltuhu bike ve şekevtuhu ileyke, rağiben ileyke fiyh’i ammen sivake ve ferrectehu ve keşeftehu ve kefeyteniyhi, fe-ente veliyyo kulli ni’metin ve sahibu kulli hacetin ve münteha kulli rağbetin. Felek’el- hamdu kesîren ve lek’el- mennu fazilen. Bi-nimetike tetimm’us- salihatu. Ya ma’rufen bilma’rufi marufen veya men huve bilma’rufi mevsufun. Enilnî min ma’rufike ma’rufen tuğniynî bihi an ma’rufi men sivake; bi-rahmetike ya erham’er- rahimin.”
“Allah’ım! Her gam ve kederde güvencem, her sıkıntı ve zorlukta ümidim ve başıma gelen her musibette sığınağım ve hazırlığım sensin. Kalpleri taz’if eden, kurtuluş yollarını kapatan, işleri aciz bırakan (etkisiz hale getiren), yakını, uzağı ve arkadaşı kaçıran ve düşmanı sevindiren nice gam ve musibetler vardır ki, başkalarından ümidimi kesip sana yönelerek onları sana şikayet ettim. Bu gam ve üzüntüyü sen giderdin, onları sen izale ettin, onlara karşı sen bana yettin. Öyleyse sen, her nimetin velisi, her hacetin sahibi ve her dileğin nihayetisin. O halde bütün hamd ve övgüler sana mahsustur, büyük minnet ve ihsanlar senindir; senin nimetinle iyilik ve doğruluklar kamil olur. Ey ma’rufuyla ma’ruf (ihsanıyla ihsan sahibi) olan ve ey ma’rufla tavsif edilen! Ma’rufunla beni ma’rufuna ulaştır, onunla beni başkasının marufundan müstağni kıl; kendi rahmet ve merhametin hürmetine ey rahmedenlerin en merhametlisi!” [73]
Bu dua, az bir farkla “Bedir” savaşında Peygamber (s.a.a)’den[74] ve “Aşura” günü İmam Hüseyin (a.s)’dan da duyulmuştur.[75]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] - A’lam’ul-Vera, s. 304.
[2] - Bihar’ul-Envar, c. 49, s. 14.
[3] - a.g.e, c. 49, s. 15.
[4] - a.g.e, c. 49, s. 15.
[5] - A’lam’ul-Vera, s. 315.
[6] - Cefr; Hz. Ali ve diğer İmamlar vasıtasıyla yazılan olay ve vakıaları içermektedir. Camia ise, bütün ilimlerin remzi olan Hz. Ali (a.s)’ın kitabıdır. Her iki kitap, imamet emanetlerindendir. (Bihar, c. 49, s. 20, h. 25.)
[7] - Keşf’ul-Ğumme, c. 3, s. 106. A’lam’ul-Vera, s. 314. Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 2,s. 180. Emali-yi Saduk, s. 525.
[8] - Keşf’ul-Ğumme, c. 3, s. 107. A’lam’ul-Vera, s. 315.
[9] - Bihar’ul-Envar, c. 49, s. 100.
[10] - a.g.e, c. 49, s. 87.
[11] - a.g.e, c. 49, s. 88.
[12] - a.g.e, c. 49, s. 99. Menakıb-ı Şehraşub, c. 4, s. 362.
[13] - a.g.e, c. 49, s. 101. Menakıb, c. 8, s. 230.
[14] - Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 2, s. 159.
[15] - a.g.e, s. 184. A’lam’ul-Vera, s. 314.
[16] - Kafi, c. 6, s. 298; Uyun, c. 2, s. 197, h. 7; Bihar, c. 49, s. 90, h. 4
[17] - Bihar, c. 83, s. 222, h. 7.
[18] - Bihar, c. 49, s. 94.
[19] - Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 2, s. 180.
[20] - a.g.e, s. 184. A’lam’ul-Vera, s. 314.
[21] - Uyun, c. 2, s. 197, h. 6.
[22] - Bihar, C. 49, S. 92.
[23] - a.g.e, c. 49,s. 101.h.19. Menakıb-i İbn-i Şehraşub, c. 4, s. 360.
[24]- İhkak’ul-Hak, c. 12,s. 356. Müntehe’l- A’ mal, c. 2, s. 467.
[25] - Bihar, c. 49, s. 97, h.11.
[26] - Bihar, c. 49, s. 91.
[27] - a.g.e, c. 49, s. 102. Kafi, c. 6, s. 283.
[28] - a.g.e, c. 49, s. 106. Kafi, c. 5, s. 288.
[29] - a.g.e, c. 49, s. 102, H.21.
[30] - a.g.e, c. 49, s. 104, H.30.
[31] - Menakıb-i İbn-i Şehraşub, c. 4, s. 360.
[32] - Mekarim’ul-Ahlak, s. 50.
[33] - Mekarim’ul-Ahlak, s. 40.
[34] - Mekarim’ul-Ahlak, s. 73.
[35] - Vesail’uş- Şia, c. 3, s. 410, h. 3.
[36] - Bihar’ul-Envar, c. 49, s. 308.
[37] - Tuhaf’ul-Ukul, s. 923, h. 12.
[38] - Uyun, c. 2, s.266, h. 1.
[39] - Bihar, c. 49, s. 90, h. 2.
[40] - Bihar, c. 49, s. 308, h. 18.
[41] - Mehasin-i Berkî, c. 2, s. 200, h. 1584.
[42] - Kâfî, c. 6, s. 298, h. 11.
[43] - a.g.e, c. 49, s. 98.
[44] - Hıristiyan oskofların reisi.
[45] - Yahudi alimlerin reisi.
[46] - Melek veya yıldıza tapanların, ya da Hz. Yahya’nın dinine mensup olanların büyükleri.
[47] - Ateşe tapanların kadısı.
[48] - Rumlu tabip) ve mütekellimler (akait ilminde üstat olanlar.
[49] - Bihar, c. 49, s. 173, h. 12. Bu rivayet çok uzun olduğundan dolayı biz onu özet olarak aktardık.
[50] - İrşad-ı Mufid, s. 213-214. Uyun, c. 2, s. 148-149.
[51] - Kafi, c. 8, s. 257.
[52] - a.g.e, c. 1, s. 487.
[53] - Uyun, c. 1, s. 24, H.1.
[54] - Uyun, c. 2, s. 54, H.1. Bihar, c. 49, s. 85, H.4.
[55] - Uyun, c. 2, s. 383. B.41. H.1. Bu rivayet çok uzun olduğundan dolayı onu özet olarak aktardık.
[56] - Mişkat’ul-Envar, s. 62.
[57] - Bihar, c. 92, s. 204, h. 1.
[58] - Uyun, c. 2, s. 196; Bihar, c. 49, s. 94.
[59] - Uyun, c. 2, s. 194, h. 5.
[60] - Mekarim’ul-Ahlak, s. 270.
[61] - Bihar, c. 95, s. 33, h. 4; s. 332, h. 5.
[62] - Mehasin-i Berkî, c. 2, s. 90, h. 1238.
[63] - Bihar, c. 85, s. 200, h. 10.
[64] - Bihar, c. 92, s. 347, h. 9.
[65] - Yusuf/55.
[66] - Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 2, s. 139. Emali-yi Saduk, s. 68. İlel’uş- Şerayi, s. 239.
[67] - Men La Yahzuruh’ul-Fakih, c. 2, s. 584 ve 585. Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 2, s. 257. Emali-yi Saduk, s. 62.
[68] - Emali-yi Saduk, s. 104. Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 2, s. 258. Men La Yahzuruh’ul-Fakih, c. 2, s. 583.
[69] - Kamil’uz- Ziyarat, s. 303 ve 304.
[70] - Men La Yahzuruh’ul-Fakih, c. 2, s. 583. Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 2, s. 256.
[71] - Bkz. Men La Yahzuruh’ul-Fakih, c. 2, s. 584. Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 2, s. 259. Emali-yi Saduk, s. 105.
[72] - Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 2, s. 262. Emali-yi Saduk, s. 471.
[73] - Emal-yi Şeyh Mufid, 273. Emali-yi Şeyh Tusi, c. 1, s. 33.
[74] - Muhec’ud- Da’vat, s. 69.
[75] - Tarih-i Taberi, c. 5, s. 423. İrşad, c. 2, s. 69.
19 Ekim 2010